Bir varmış iki yokmuş, üç çokmuş, dört hiç yokmuş…

Annesi güzel oğlunu daha küçücükken onu,  «sakın az zannetmeyin» ; 80 milyonluk büyük bir evin içine sokmuş… üzerine toz kondurmadan, üfleyerek - püfleyerek zengin bir muhitte ilkokulu, ortaokulu, liseyi okutmuş. Kendisine göre çocuğunun bir yarısını Müslüman, diğer yarısını da vatansever hâle getirdikten sonra, yüksek miktarda bir cebine para, bir eline de lâle vererek yükseklerde oku, ilim sahibi ol, etrafına ışık saç, önce kendini sonra etrafını aydınlat diye valizler dolusu eşyalarla daha önceden tanıştıkları Vadi Bey’in yanına, yani Fransa’ya göndermiş…

İşler kebap gibiymiş… Güzel çocuğun güzel annesi ve güzel babası «oğlumuz Fransa’da okuyor... O ülkemize bir gün Albert Camus, Emile Zola gibi dönecek» diye sağda solda hava atmaya, insanları kendilerine imrendirmeye başlamışlar. Aşağılara inişler, tepelere çıkışlar, nefes kesen yokuşlar akıllarından hiç geçmemiş...
 
Hani aslan şeklinde anılan Fransa’nın Lyon kentinde onu bir yarısı Yozgat’lı, diğer yarısı Kayseri’li Vadi Bey karşılamış... Bir yarısıAlman, diğer yarısı İsveç’li gibi de sarışın ve gözleri boncuk mavisi olan Vadi Bey onu bir işçi oteline yerleştirmiş. İşler tıkırında imiş... Bu mutlu başlangıç, yüksek ilgi, tarifsiz heyecan verici karşılayış güzel oğlanın güzel annesi ve güzel babasına telefonla anlatılmış...
 
Birkaç gün içinde güzel oğlana kefil de olan Vadi Bey Lyon Valiliği’nden bir öğrenci ikametnamesi alarak Üniversiteye de kaydını yaptırtmış. Helva gibi, lokum gibi bu mutlu anlar herkesi sevindirmiş... umutlandırmış.  
 
O sırada Vadi Bey’in de ortağı olduğu Birinci Lyon’daki Sevgi Gıda Pazarının başında da fotoğraf makinesi gibi bir adam varmış... Gözleriyle, bakışlarıyla, duygularıyla, insanları, olayları manen, kalplere girerek resimleyen bu adam hiç farkettirmeden bu güzel oğlanı yakın takibe almış... Üç –beş ay içerisinde Fransa’ya süratle ters yönlerden uyum sağlayan bu güzel oğlanın halinden, vaziyetinden hiç hoşlanmamış... Vadi Bey’e hiç çaktırmadan güzel oğlanın Lyon’da otobüs duraklarının bol olduğu Belleville semtindeki yüksek binalara kadar uzanan, yüksek seviye de işler çevirmekte olduğunu tespit etmiş... 
 
Güzel Oğlan bir gün  Sevgi Gıda Pazarına gelmiş... Fotoğraf makinesi gibi olan adama : «Selâm Ağabey...» demiş...
Fotoğraf makinesi gibi olan adam : «Bana bak, önce doğru dürüst bir selam ver... Sonra şu Belleville’deki yüksek binalarda ne aradığını bana
söyle...» demiş...
Güzel Oğlan Fotoğraf makinesi gibi olan adama : «Ağabey oraya benim girip çıktığımı sen nereden biliyorsun?» diye sormuş...
Fotoğraf makinesi gibi olan adam : «Bu dünyada bilinmeyecek şey yok... Yeter ki insan, dürüst olsun, bilgili, kültürlü, kişilikli, inançlı ve kararlı olsun... Nereye, neden, nasıl ve kimlerle gittiğini anlasın... Yaşamanın, ilim tahsil etmenin, nerede, niçin bulunduğunu, zaman kaybetmenin ne demek olduğunu bilsin!..Bunlar bilinirse gerisi kolaylaşır... Önemli olan hiç kimsenin göremediğini anında görebilmek... Geldiği yere niye geldiğini, gideceği yere niye gideceğini bilmek... Bir şeyleri tüketirken tükenmemek... » demiş.
Güzel Oğlan bu sözlerden hiçbir şey anlamamış... Adeta tahrik olmuşçasına o an  içindekileri boşaltmış : «Ağabey, biz Fransızları zehirliyoruz...» deyince; Fotoğraf makinesi gibi olan adam : Sen inançlı, zengin bir ailenin çocuğusun... Anladım ki birileri seni kullanıyorlar... Sana uyuşturucu sattırıyorlar. Sen buraya masum insanları zehirlemek için değil, ilim öğrenmek için geldin...» demiş.
Güzel Oğlan : «Ama Ağabey... Fransızlar Cezayir’de soykırım yaptılar... Bunun intikamını almak lazım... » demiş.
Fotoğraf makinesi gibi olan adam : Kardeşim sen hedefini şaşırmışsın... Dedelerin intikamı torunlardan alınır mı hiç? Dedelerinin işlediği suçlar, dedelerine ait... Bu ilkel bir yaklaşım... Bu neden seni ilgilendiriyor? Cezayir’lilerin intikamını almak sana mı düştü? Sen buraya adam olmak için geldin? Yarın bir gün polis esrar satarken yakalarsa seni kim kurtaracak? Vadi Bey sana kefil olduğu için onu da, seni de  içeri atarlar. Aklını başına topla!» demiş.
Güzel Oğlan söz, saz dinleyecek halde değilmiş... Tavsiye – mavsiye de etkilememiş onu...
 
Fotoğraf makinesi gibi olan adam,  bu kez olup bitenleri Vadi Bey’e anlatmış... Vadi Bey anlatılanlardan sonra telaş içerisine girmiş :
«bu çocuğun ailesi çok zengin... Bunların paraya ihtiyaçları yok... Neden yapsın ki, neden bu kötü işlere burnunu soksun?» diye inanmak istememiş.
Fotoğraf makinesi gibi olan adam : O halde git Belleville’de bekle... Bu çocuğun zengin kimlikle nerelere girip çıktığını gör, sen ve o hapishaneye girmeden kendine bir çare bul» demiş.
Vadi Bey tespitlerin doğru olduğunu gözleriyle görmüş. Vakit kaybetmeden Güzel Oğlan’ın  güzel annesine telefon açmış... Onlara «çocuğunuzu gelin buradaki bataklıktan kurtarın!» demiş. Annesi inanmayınca Vadi Bey Birinci Lyon’daki Sevgi Gıda Pazarı’ndan Fotoğraf makinesi gibi olan adama telefon açıp gerçekleri öğrenmesini istemiş...
 
Güzel Oğlan’ın güzel annesi telefon açtıktan sonra bütün olup bitenleri anlatan Fotoğraf makinesi gibi olan adam’a :
«Ama Beyefendi, biz zengin ve inançlı insanlarız... Çocuğumuz daha küçücükken biz ona 80 milyon lira vererek koskoca bir apartman aldık... Onun paraya ihtiyacı yok... Sonra o asil bir insan... Ah inanamıyorum... Söyledikleriniz doğru olamaz.  Ben çocuğuma helal süt emzirdim... Kesinlikle o kirli işlere bulaşmaz... Karanlık kişilerle de görüşülmeyeceğini bilecek kadar benim çocuğum akıllıdır... inançlıdır... Dindardır!  Sonra... sonra Fransa medenî bir ülke... Oralarda böyle olumsuz şeylerin yaşanacağını asla düşünmüyorum...» demiş...
Demiş de Fotoğraf makinesi gibi olan adam ona : «Hanımefendi, devletin medenisi olmaz... İnsanların medenisini de bu devirde buralarda zor bulursunuz... Gelelim dindarlığa! Bugün bütün kötülüklere dindar insanlar sahip çıkıyor... Bütün şer olaylar dindar denilen insanlara yaptırılıyor... Size soruyorum gırtlaktan inmeyen ve yaşanmayan dindarlıkların, hakkı verilmeyen Müslüman isimlerinin ne önemi var?  Sizin zenginliğiniz, 80 milyonluk apartman almanız, asaletiniz, çocuğunuza helâl – haram süt emzirdiğiniz beni hiç ilgilendirmiyor!... Beni ilgilendiren bir Türk çocuğunun felaketlerin içerisinde eritilmeden kurtarılmasıdır... Eğer çocuğunuzu seviyorsanız onu derhal bu bataklıktan kurtarın... » diye okkalı bir cevap verince Güzel Oğlan’ın güzel annesi hıçkırıklarla ağlayarak telefonu kapamış...
 
Birkaç gün sonra Güzel Oğlan’ın güzel annesi oğlunu kurtarmak için yollara düşmüş... Kendi kendine yolculuk boyunca ağlayarak «yavrum, güzel evladım, umudum benim... Ben senin oralarda okuyup adam olacağını düşünerek, hasretine katlanıyordum.   Seni her şeye rağmen ülkemize getirmek için yollardayım... Bugün yarın sana kavuşacağım yavrum...» demiş ve bu sözlerini sık sık tekrarlamış...
 
Güzel Oğlan güzel annesine Lyon’da başından geçenlerin tümünü itiraf etmiş... Tehlikeli bir maceradan sonra İstanbul’a dönmüşler.
Zaman hızla geçmiş... Güzel Oğlan İstanbul’da tahsilini tamamlamış, iş bulmuş, evlenmiş, çoluk çocuğuyla mutlu bir hayata koyulmuş...  Sık sık  da Lyon’daki o karanlık günleri iç çekerek düşlemiş... Düşledikçe de, Fransa’daki arkadaşlarıyla yaptıkları çirkin işleri ve bir hiç uğruna kaybettiği zamanları düşünmüş...
 
Lyon, 23.12.1984