15 yılı aşkın süre, muhabirlikten yöneticiliğe kadar her alanda gazetecilik yaptım. Ama hep sıradan bir gazeteciydim. 

Haber koklamasını beceremedim, haber neredeyse tersine gittim, ajans döneminde hızlı hareket etmem gerekmesine rağmen yavaş kaldım, devlet memurluğundan gazeteciliğe geçtiğim için, o sıralarda Dışişleri Bakanlığı Müsteşar yardımcısı olan İnal Batu'nun odasına önümü ilikleyerek girdim (ne de olsa ilk kez bir müsteşar görüyordum.)

ABD Dışişleri Bakanı James Baker, Irak müdahalesi için Türkiye'ye geldiğinde basın toplantısı yaptı, tek kelime anlamadım vs, vs... Gerçi o zaman herkes bir ürkmüştü Baker'ın konuşmasından. Tek kelime çeviri hatası savaş nedeni bile olabilirdi. Özal makul düzeyde konuşmuştu, anlamıştık, ama Baker için Esenboğa iç hatlar bölümünde bütün gazeteciler toplanmış, ingilizcesi iyi olanlar çevirmiş, tartışmış biz de yazmıştık. 

Gazetecilik zor meslek, bunu anladım bunca yıl sonra. Öyle, "ben gazeteci olacağım," demekle de olunmuyor. Kimi zaman üzüntülerle, kimi zaman hayal kırıklıklarıyla ve çoğunlukla da endişelerle geçen bir süreci yaşamayı göze almak demek. Ama son zamanlarda tuhaf bir düşünce biçimi su üzerine çıkmaya başladı. 

Bu ülkede gazetecilik, insanların kendi kendine verdiği bir "paye" durumuna indirgendi. Kendisini sırça köşküne çeken ve dünyaya bulunduğunu sandığı tepeden bakanlar kendilerine gazeteci demeye başladı. Bu doğal. Kendine gazeteci diyebilir, ama karşılaştırma yapmaya başladılar bir yandan da... Şu gazeteci, bu değil, öteki gazeteci sen değilsin gibisinden. Bunu açıkça da yaptılar, üstülü örtülü de... 

Samsun'dan Hatay'a, Edirne'den Ardahan'a tüm Türkiye sathında binlerce, on binlerce yerel gazeteci var. Ama onlar "büyük gazetelerde"yazmadıkları için gazeteciden sayılmıyor. Birinin gazeteci sayılması içinSevilay Yükselir, Nagehan Alçı, Nazlı Ilıcak, Rasim Ozan Kütahyalı vb. gibi isimler tarafından mutlaka tanınması gerekiyor. Kriter bu. Onlar tanıyorsa "okey", tanımıyorsa asla gazeteci değiller. Bir de bunlar namuslarını ortaya koymazlar mı? "Onu gazeteci sayıyorsanız, onuruma yediremem... Bana özür borçlusunuz. Beni karşılaştırdığınız kişi kim? Gazeteci bile değil? Kendine gazeteciyim diyor, ama tanıyan yok..."Böyle gider durur. 

Kendilerini sırtından itenleri "duayen (ne demekse)" sayıp, Anadolu'nun emekçilerine burun kıvıran "neon ışıklarıyla adları yazılmış" gazetecilerdir bunlar. Kendilerini her gün aynada süzer ve ne muhteşem gazeteci olduklarını tekrarlarlar. Çeşitli yollardan ulaştıkları "köşelerine" muhabir takımının ne güçlüklerle çalıştığını düşünmeden çekilirler. Oysa yazdıkları her yazı, muhabirlerin getirdiği haberlerdir. 

Anadolu'nun her kesiminden binlerce havadis, haber merkezlerine yığılır, gazete emekçileri tüm güçleriyle haber yetiştirmek için uğraşırlar, bunlar aradan cımbızla çektikleri üçüncü sayfa haberlerini toplumsal bir bunalımmış gibi sunmaya çalışırlar. Ne siyasi geçmişleri yeterlidir, ne kültürel birikimleri, ne de zekaları. Tek bildikleri kendilerine verdikleri gazeteci kimliği, daha doğrusu gazete kimliğidir. O yüzdendir işte Türkiye'de gazeteciliğin düştüğü pespaye durum. Kendi meslektaşlarına saldırılır, umursamazlar, kendilerine saldırıldığında da ciyak ciyak insan haklarından, onurdan ve haksızlıktan söz ederler. Bunlar "memleketimden gazeteci manzaralarıdır". Suya sabuna dokunmadan sonsuza kadar yaşayacaklarını sanırlar.

Mümtaz İdil 



Editör: TE Bilişim