“Mabede nasıl girmişsem sınıfa da öyle girerdim.”  Nurettin Topçu

Muallim ve mütefekkir Nurettin Topçu, yazılarında yaşanan sorunların kaynağına işaret eder ve çözüm önerileri sunar. “Türkiye’nin Maarif Davası” kitabı şu cümleyle başlar: “Milletimizin üç asırdan beri geçirmekte olduğu buhranların sebebi ve kaynağı, kültür ve maarif sahasında aranmalıdır.” (s.13)

“Türkiye’nin Maarif Davası” kitabının ilk baskısı 1960 yılında yayınlanmıştır. Bu eserde eğitim-öğretim meselesi hakkında yirmi yazı yer alıyor. Kitap üç bölümden oluşmaktadır.

Birinci bölümde yer alan yazı başlıkları: Beklenen Gençlik, Millet Maarifi, Türk Maarifi.

İkinci bölümde yer alan yazı başlıkları: Mektep, Muallim, Muallimim Mesuliyetleri.

Üçüncü bölümde yer alan yazı başlıkları: Maarif Davamız, İlköğretim, İlkokullarda Ahlâk Eğitimi, Orta Eğitim, Lise Dersleri, Liselerde Din Dersleri, Okullarımızda Din ve Ahlâk Eğitimi, Üniversite, Üniversite Olayları, Milli Eğitim ve Muhtar Üniversite, Din Eğitimi, Ahlâk Terbiyesi, Okulda Ahlâk, Kıymetli Gençler.

Hakikate vurgu yapılır ve takip edilecek yol belirlenir. Millî mektebi kuracak ruhun  “idealist bir münevver zümre” ile mümkün olabileceğini ifade eder: “Hakikat aşkına sahip insanlar, cemiyetin içinde çoğalmadıkça, hakikat aşkı cemiyet içinde en yüksek ve muhterem yeri tutmadıkça ve hakikatin ihtirası cemaat içerisinde bir umumi cereyan, büyük bir hareket haline gelmedikçe, millî mektep gerçekten var olmıyacaktır.” (s.14)

Nurettin Topçu, millî mektebin hususiyetleri hakkında der ki: “Müslüman Türkün mektebi, maarif, metafizik ve ahlâk prensiplerini Kur’ân’dan alarak Anadolu insanının ruh yapısına serpen ve orada besleyen, insanlığın üç bin yıllık kültür ağacının asrımızdaki yemişlerini toplayacak evrensel bir ruh ve ahlâk cihazı olacaktır.”(s.15)

 “Maarif” kavramını şöyle tanımlar: “Maarif, yalnız mekteplerde okutmak ve okuyanlara bir takım bilgiler vermek değildir. O, bir milletin bütün halinde, düşünme ve yaratıcılık sahasında seferber edilmesidir. Başka bir deyimle maarif, bir cemiyetin düşünüş tarzının, kültürünün ve ideallerinin cihazlanmasıdır.” (s.84)

Tarih bir güzellik, iyilik hareketine şahittir: “Biz İslam ruhunun gerçek sahibi ve vârisi iken kıtalara medeniyet ulaştıran bir millettik.” (s.25)

Arayış içinde nesiller… Hakikat uzaklarda değil. Halis bir niyetle bakmasını bilen hakikati mutlaka görecektir: “Kendisine şef ve önder arayan Müslüman Türk çocuğu, eğer kendinde irade kuvveti varsa, onu tarihte ve toprağının altında bulacaktır. Ancak Kur’an’daki sonsuzluğu görmeyen, ummandaki benliğini tanımayan şaşkın hasta, şefini nerde bulsun?” (s.27)

Gençliğin mutlak surette bir vazife hissi içinde olması gerektiğini belirtir. Emaneti yüklenmiş insan, sorumluluk bilinciyle engelleri aşacaktır. “Uzviyetten ilme, ilimden felsefeye, felsefeden sanata ve ahlaka ve nihayet dine yükselmemiz lazımdır. Böyle adım adım yürüyüş, hasta, hem de şaşkın bir nesli Allah’a götüren yolda yeniden canlandırabilir. Bu iş bir maarif işidir ve bir neslin kurtuluşunu ancak maarifinin yükselmesinde aramak lazımdır.” (s.29)

“Millet Marifi” başlıklı yazı 1970 senesinde Hareket dergisinde yayımlanmıştır. Bu yazı şu cümleler ile başlar: “Millet ruhunu yapan maariftir. Maarifin düşmesi millet ruhunu yerlere serer. Maarife değer vermeyiş millet ruhunun yıkılışını hazırlar. Maarif hangi yönde yürürse millet ruhu da onun arkasından gider.” (s.30)

Yapılan yanlışları dile getirir: “Üç asır önce içtihad kapısını kapayan ellerin tüyler ürpertici taassupla çürüttükleri İslam düşüncesine Aristo’nun mantığını ve kıyas metodunu tatbik etmeleri maarifimizi ruhtan ve realiteden, daha doğrusu insandan ayırdı.” (s.30)

Yeni mektepler açılmış olmasına rağmen istenen müspet sonuçlar alınamamıştır. Buna sebep olarak da çürütücü taklit, ilim sevgisinin aşılanmaması ve âlimin üstünlüğünün, önderliğinin telkin edilmemesi belirtilir. “Çünkü ilme gerçekten inanılmadı” cümlesi bu anlamda önemlidir.

Yabancı mekteplerin ülkede yaygınlaşması karşısında tedbir alınmamasını tenkid eder. “Anadolu’nun ruhuna ve İslam’ın idealine aykırı olarak ruh ve ahlak temellerimizi derinlerinden sarsan Amerikan maarifi şimdi bu memlekette yabancı asıldan olan hummalı gayretleri ile vatana sokulmakta ve yurdun yarı münevverleri tarafından minnetle devşirilmektedir.” (s.31)

Bilim ve tekniğin bazı çevreler tarafından kutsallaştırılmasının yanlış bir tutum olduğunu belirtir. Okullarda din, dil, felsefe, sanat ve ahlak eğitiminin önemi üzerinde durur. “Bugünkü maarif kaba tekniğin peşinde, Batının zehirli akımına kapılarını açmış, Yahudiliğin oltası bir demokrasi anlayışının kurbanı zavallı bir kurumdur. Topluma verecek hiçbir şeyi kalmamıştır.” (s.37)

Devlet felsefesi hakkındaki düşüncelerini şöyle ifade eder: “Devlet idealimizi Amerika’dan değil, Alpaslan’ın, Fatih’in ve Yavuz’un devlet anlayışından almamız lazımdır. Zamanın evrimiyle devrin şartları içinde benimsenmesi zorunlu sadece şekildir. Devrimizden yalnız devletin şeklini almalıyız. Devletin ruh ve zihniyeti bütünüyle bizim kendi mazimizden alınacaktır. Ancak böylelikle büyük devlet olacağız. Garbı taklitte ne kadar ilerlersek o kadar batağa saplanır ve daima küçülürüz.” (s.37)

“Bugün bir mektep buhranı yaşamaktayız.” (s.45) der ve o devirde mevcut kültür ve eğitim anlayışını kökten eleştirir. Noksan din kültürü ve okullarda uygulanan yanlış eğitim metodu bu eleştirilerin ana konusudur.

Günümüzdeki mektebi tenkid eder: “Bizi Hakk’a götüren bir yol, aydınlığa açılan bir kapı lazım. Bu kapı mektebin kapısıdır. Bugünkü mektep insanın ruhunu yüceltmek için değil, makineye esir olarak midesinin saltanatını yaşatmak için açılmış bir kapıdır.” (s.45)

1973 senesinde Hareket dergisinde yayımlanan “Türk Maarifi” isimli yazısında Nurettin Topçu, idealindeki mektebi şöyle tarif eder: “Bize bir insan mektebi lazım. Bir mektep ki bizi kendi ruhumuza kavuştursun; her hareketimizin ahlakî değeri olduğunu tanıtsın; hâyâya hayran gönüller, insanlığı seven temiz yürekler yetiştirsin; her ferdimizi milletimizin tarihi içinde aratsın; vicdanlarımıza her an Allah’ın huzurunda yaşamayı öğretsin.” (s.46)

Mektep hakkındaki veciz bir ifadesi:  “Hayatın çokluğuna nazaran mektepte birlik vardır.”

Nurettin Topçu mektebi mâbed gibi telakki eder. “Şu halde, zihnin dağıldığı, hayat fırtınasına gömülerek çokluk içinde eridiği yerde mektep yoktur; birliğin büyük kapısından girmeğe hazırlandığı, hadiseler karşısında toplanıp kendine geldiği yerde mektep vardır ve mektebin manası, hikmeti, bizi içerisine serpilerek dağıldığımız hayattan zaman zaman sıyırarak kendimize getirmek, düşünce kudretini kullanmaya zorlamak, büyük yolculuğun haritasını gözlerimizin önüne sermektir.” (s.49)

Bir dersin sınırları içinde gerçek öğretimin sağlanamayacağını ifade eder. Okutulan derslerin nihayetinde ortak bir alanda buluşması gerektiğini belirtir: “İlkel ve başkalarına uzanmayan gayeleri içinde tıkanıp kalarak zihni genişliğe yükseltemiyen, mahdut gayesinden sonsuzluğa ışık tutamıyan bir öğretim, gerçek gayesini bulamamış hatalı ve kötü bir öğretimdir.” (s.50)

Öğrenmenin emek, çile ve ıztırap ile gerçekleşebileceğini özellikle vurgular. Hazır elde edilen bilginin faydalı olmayacağını söyler: “Varlığımıza en yakından hitap eden dil, bize en mahrem muallim, ıztıraptır.” (s.51)

Kurtuluş yüce kitap Kur’ân ile mümkündür: “Kur’ân, bu en büyük Üstad, en büyük sapıklığa sürükleyen duyularla menfaatlerin sefaletinden bizi kurtarmak için gönderildi.” (s.52)

Çocuğa her şeyi öğretmeye çalışan bir eğitim anlayışının yanlış olduğunu ifade eder: “Çocuğa her şeyi öğreten mektep, onu ne kadar düşüncesiz yapabiliyor!”  (s.54)

Mektebin ne olduğu, nerede aranması gerektiği sorusuna cevap niteliğinde der ki: “Ruh, değer ve manasını anlatmaya çalıştığımız mektep, bu izahlardan anlaşılıyor ki maddeden mânaya yükselişin, disiplinin, çokluktan birliğe doğru gidişin, kaidenin ve nizamın bulunduğu her yerde vardır.” (s.59)

Mektep bahsinde Kur’ân-ı Kerim’e işaret edilir. Nurettin Topçu Kur’ân’ın anlatılması, anlaşılması üzerinde önemle durur: “Kur’ân’ın ruh ve manası asırlardır örtülü duruyor.”  Buradan hareketle kitabın merkezde olacağı bir eğitime işaret eder: “Bir kitaba muhtacız. Bu kitabı asrın anlayışıyla bütün hürriyet, bütün hikmet ve bütün hakikatiyle mektebimize temel yapmalıyız: Bu kitap Kur’ân’dır.”(s.62)

Muallime büyük bir görev ve sorumluluk yükler: “Yetişmesini dilediğimiz muallim, memleketin beklediği hakiki ve büyük inkılâbı yapacak insandır.” (s.64)

Gerçek muallim nakilci ve tüccar değildir. “Gençlere fikir ve fazilet aşkını yaşatan”  gerçek muallim, “ruhlar sanatkârıdır.” Muallimin büyük bir ideale gönül vermiş olması gerektiğini vurgular. Ruh cephesinde muallimin önderliği kıymetlidir. “Âdemoğlunu, beşikten alarak mezara kadar götürüp teslim esen, dünyanın en büyük mesuliyetine sahip insan muallimdir.” (s.69)

Muallime değer verilmesi üzerinde durur. Muallime değer veren ülkelerin yükseleceğini ifade eder: “Muallime değer verildiği, muallimin hörmet gördüğü ülkede insanlar mesut ve faziletlidir. Muallimin alçaltıldığı, mesleğinin hor görüldüğü milletler düşmüştür, alçalmıştır ve şüphe yok ki bedbahttır.” (s.69)

Bu hususta, tarihin şahitliği ile şu çarpıcı tespiti yapar: “Bizim bütün tarihimiz, muallimin yükseltildiği devirlerde şan ve şerefle medeniyet ve ahlâkın zirvelerine tırmanmış, muallimin alçaltıldığı devirlerde ise uçuruma yuvarlanmıştır.” (s.71)

Muallimin sorumluluğu hakkında şu örnekleri verir: “Bir memlekette ticaret ve alışveriş tarzı bozuksa, bundan muallim mesuldür. Siyaset, millî tarihin çizdiği yoldan ayrılmış, milletinin tarihi karakterini kaybetmişse, bundan mesul olan yine muallimdir.” (s.72)

Muallimin ruh yapısını meydana getiren özellikler hakkında der ki: “Her şeyden evvel muallim, hayatımızın sahibi olmaktan ziyade sanatkârdır. Kullanıcısı değil, yapıcısıdır. Seyircisi değil aktörüdür. O, en doğru, en güzel hayat örneğini yapar, hazırlar, bize sunar; biz yaşarız. Bizim vazifemiz, bu hayata anlayış katmaktır, anlayışla ona iştirak etmektir.” (s.73) 

Engeller ile mücadele edilmesi bu aşamada önemlidir. Zira eğitim faaliyeti bir yönüyle zorlukları aşma çabasıdır. Bu hususta der ki: “Muallim, geçeceği yol bütün engellerle örtülü olduğu halde, buna tahammül etmesini bilen, tahammül etmesini seven idealcidir. Tahammülsüzlüğün, şikâyetin başladığı yerde muallimlik davası biter. Muallim, daima muvaffakiyetsizliğinin, zaaflarının sebebini arayarak kendini düzeltmeye çalışmalıdır. Muallim kaderin karşısına çıkardığı engellerle mücadele ederken sonuna kadar nefsinden fedakârlık yapmayı göze alabilen cesur insan olmalıdır.  Muallimlik, sevgi işidir, ruh sevgisidir.” (s.73)

Muallim “iman ve anlayış vasıtaları ile” insanı doğru yola sevk eder. “Muallim insan olan varlığımızı alır, ona sonsuzluk dünyası olan ruhi hayat istasyonlarında yol alacak kudretin ve değerlerin aşısını yapar.” (s.74)

“Mesuliyet” kavramı Nurettin Topçu’nun düşüncesinde anahtar kavramlardan birisidir. “Bize mesuliyetin ne olduğunu bilen muallim lazımdır. Bu muallim sabrın üstadı, ilmin hakikat olduğu için hayranı ve ruhlara hakikat tohumlarını ektikten sonra onlardan feyz almanın değil de onlardan mesul olmanın âşığı, hizmet ehli ve sonsuzluğa imanın sahibi insan olacaktır.” (s.77)

Mesuliyet ile hürriyet arasında bir bağ kurar. “Muallim sahip olduğu bu mesuliyetle içimizde en fazla hür olan insandır. Çünkü mesuliyetimiz, hürriyetimizin kaynağıdır.” (s.77)

Nurettin Topçu, mesuliyet kavramını şöyle tarif eder: “Mesuliyet, dıştaki tesirlere karşı koyarak bizi içimizden iten ilâhî kuvvettir.” (s.78)

“Maarif demek, muallim demektir.” ifadesi ile muallimin yeri ve kıymeti bir kez daha hatırlatılmış olur. Muallime değer vermeyen anlayışları sorgular: “Muallimi bu karakterleriyle tanımayıp onun millet ruhunun yapıcısı olduğuna inanmayan bir zihniyet, muallimi basit bir memur kadrosu haline koyar ve her tarafından çiçeklenecek kültür ağacını kökünden baltalar.” (s.78)

“Bugünün genci idealsizdir.” der ve “Maarif hayata mağlup oldu; mektep mideye mağlup oldu.” tespitini yapar. Maarif sisteminde yaşanan olumsuzluğu şöyle dillendirir: “Belki bütün içtimaî faaliyetlerimizin gayesi olmak lazım gelen maarif, hayatımızın huzuru için bir vasıta, ikbale götüren bir yol haline geldi.” Ve bu kötü gidişatın sonucu hakkında bir tespit: “Mektep bizi yalnız bırakmakla devam ederse, yarınımız karanlıktır.” (s.81-82)

Medrese eğitiminde nakilcilik anlayışının eğitime zarar verdiğini ifade eder. Kendisini asırlar geçmesine rağmen yenilemeyen bu yapının bir çıkmaz olduğu ancak yeni mektebin de köklü bir çözüm sunamadığını anlatır. “Medresede sonsuz ‘dedi’lerin paslı zincirini tesbih gibi çektiren zihniyet ortadan kalkmadan, sadece şekil değiştirerek mektebe aktarma edildi. Batı dünyasında ortaya konan her türlü fikirler, tercüme ve nakil yoliyle, tekrarlanıp ezberlenmek üzere mektebe devredildi.” (s.90)

Mektep insanın sevgiyle sahiplendiği bir yer olmaktan uzaklaşmıştır. Bir zorunluluk hali ile eğitim işleri devam etmektedir. “Ders kâbus haline gelmiştir; neşve ile doldurucu bir ziyafet ve şenlik değil; diploma arzusu ve istikbal endişesiyle çekilmesi mukadder bir dert, taşınacak bir yük, dolacak bir çile…” (s.91)

Dönemin maarif anlayışına yönelik tenkidleri devam eder. Mücerret düşüncenin ihmal edilmesi, ilme değer verilmemesi neticesinde “İlim hayata teslim olmuştur.” Faydacılığın, menfaatlerin ön planda olmasıyla birlikte “Mektep, mabed olmaktan çıkmıştır.” (s.93)

Dile yapılan müdahalenin sonuçları yıkım olmuştur. Bu durum maarif ve kültür dünyamızı derinden sarsmıştır. Yaşayan Türkçe dâhilinde yer alan kelimelerin kökenine bakarak dilden atılmasını eleştirir.

Yabancı mekteplerin maarife zarar verdiğini söyler. Yabancı dille eğitim yanlış bir tercih olduğunu belirtir. Ders müfredatını kuşatan ideolojik eğitimi de eleştirir. Mektepte disiplinin önemi üzerinde durur. Son zamanlarda eğitimde disiplinin ihmal edildiğini “Disiplin çok sarsıldı.” cümlesiyle ifade eder.

Muallimlerin çeşitli sebeplerle artık maalesef kitap okumaz hale geldiklerini belirtir. “Muallimler okumuyor, çalışmıyor, kendisiyle uğraşmıyor. Hatta derslerle meşguliyeti yüzünden, çok kere o, okumaktan hoşlanmayan adam olarak yaşıyor.” Bu tespitten hareketle şöyle bir sonuca ulaşır: “Muallim meselesi, maarif dâvamızın ana meselesidir. Maarifi yapacak olan muallimdir. Şayet değerlendirilmezse, maarifi yıkan da o olur.” (s.102-103)

Yaşanan sorunlar karşısında çözüm önerileri de sunar Nurettin Topçu. Zihninde yer eden millî mektebin dört duvarı, dört şartı hakkında görüşlerini ifade eder. Birincisi “ders hakikatlerin araştırılmasıdır.” İkincisi “talebe, hakikatler peşinde koşmayı meslek edinen insandır, gayesi manevi olgunlaşma olan bir mesleğin insanıdır, mekteplerin diploma müşterisi ve istikbalin mevki dilencisi değildir. Üçüncüsü “muallimin, maarif davamızın yapıcı ve en esaslı unsuru olduğunu” önemle belirtir. Dördüncüsü “ruhları huzur içinde birleştirici disiplinin barındığı mektep, ideal çatı.” (s.108-111)

“İlkokullarda Ahlâk Eğitimi” isimli yazısında özellikle “hürmet” kavramı üzerinde durur. “Ahlâk eğitiminin başında hürmet duygusu gelmektedir. Çocuğa ilk sunulacak olan hürmet duygusudur. Hürmet alelâde alçalma ve kendini inkâr veya eksiltme değildir. O, insanlık cevheri karşısında yaşanan sevgi ile karışık bir hayranlıktır. Bir nevi ibadet halidir. Aşkın, adeta bütün varlıklara çevrilen şeklidir.” (s.119)

Hürmet kavramı ahlâk eğitiminin özünü teşkil etmektedir. “Terbiyede ilk işimiz çocuğa, hürmet denemesi yaptırmak olmalıdır. Önce tarihin ve ecdadın ruhlarından olaylara akseden büyüklükler anlatılmalı, ibadet böylece onlara öğretilmelidir. Zira hürmet, ibadetin temelidir, ruhudur.” (s.119)

“Din bütünüyle insanın varlığına çevrildiği için din kültürü yalnız bir ders içinde verilemez.” (s.122) tespitinden hareketle din ve ahlâk eğitiminin daha etkili, verimli olması için diğer dersler içinde de yeri geldikçe anlatılmasının gerekli olduğu ortaya çıkmaktadır.

Orta öğretimden beklenen gayeleri şöylece sıralar: Genel kültür vermek, her ilimden bir çeşni tattırmak, ruhun bütün melekelerini birbirleriyle düzenli olarak inkişaf ettirmek.

Ana dilin iyi bilinmesini ister. “Ana dilini hakkile bilmeyen, bu dilin inceliklerine ve kaidelerine tam mânasile sahip olmayan gençler ne kendi ruhlarına çevrilmek, ne de ruhlarını kâinatın sırlarına çevirmek yani ruh bilim ve felsefeyi anlamak yolunda başarı gösteremezler.” (s.133)

Edebiyat derslerinde isim ve eser ezberciliği yerine bir edebi dönemi temsil eden şahsiyetin bütün eserlerinin ayrıntılı okutulmasının faydalı olacağını belirtir. “Lise sınıflarının her birinde devrine hâkim olan bir veya birkaç büyük sanatçının bütün eserleri başından sonuna kadar okutulur ve açıklanır. Mümkün olduğu kadar bu eserlere varlık kazandıran iç hayatları yaşatmaya çalışılır.” (s.125)

“Edebiyat derslerine temel olarak estetik ve ruhbilim kültürünü almamız lâzımdır.” der. (s.131)

Liselerdeki matematik eğitimine bir eleştiri getirir: “Matematiğin muamma haline geldiği, talebeye aman dedirttiği yerde matematik öğretmesini bilen yok demektir. Liselerimizdeki matematik hastalığının temeli budur.” (s.134)

Liselerde sanat tarihi dersinin okutulmasının gereği üzerinde durur. “Sanat tarihi liselerimizde okutulmalıdır. Zira okutmazsak, gençlerde tabiat aşkı ve ona bağlı olan bütün ruh incelikleri asla doğamaz.” (s.135)

Liselerde din derslerinin anlatımında felsefeden, sanattan, tarihten faydalanmak suretiyle olumlu sonuçlar alınabileceğini ifade eder. “Dini kültüre felsefede temel aramak, onu sanatlarla işlemek, tarih içinde din hayatından örnekler çıkarmak lâzımdır.” der. (s.141)

“Okullarımızda Din ve Ahlâk Eğitimi” isimli yazısında “Okullarımızda ahlâk ve din eğitimi meselesi, zamanımızın en hayati dâvasıdır” der. Geleceğimizin inşâ edilmesinde ahlâk ve din eğitiminin önemine işaret eder: “Mukadderatımız, yarını hazırlayacak olan genç neslin ahlâk ve din yapısına sımsıkı bağlı bulunuyor.” (s.143)

 Bu dersin anlatılmasında diğer ilimlerle işbirliği içinde olunması gerekir. Din ve ahlâk eğitimi sadece kendi alanı içinde değerlendirilemez. “Din ve ahlâk eğitiminin yalnız bir derste verilmeyeceği aşikârdır. Çünkü bunlar varlığımızın her sahasına nüfuz etmiştir. Ve bütün hareketlerimizde yaşamaktadır.” (s.151)

Din eğitimin özü hakkında bir tespit: “Din eğitimi her şeyden önce bir kalp eğitimidir.” (s.169)

Menfaat ile ahlâk asla bir arada olamaz. Bu hususu sıkça dile getirir:  “Menfaat yaşamak ister, ahlâk yaşatmak ister; bir arada asla barınamazlar.” (s.189)

Ahlâk ve terbiye kavramları arasındaki ilgiyi vurgular: “Ahlâkın emirlerini sevimli ve istenilir yapmak, terbiyenin asıl işidir.” (s.190)

“Merhamet” ve “adalet” duygularının gençlere özellikle aşılanması gerektiğini belirtir. “Gençlere merhamet duyguları aşılayarak, onu kalp şefkati ile karşılayarak millet ve insanlık için hayır yapıcı bir hale getirebiliriz.” (s.195)

Şahsiyet sahibi fertler yetiştirmek eğitimcinin görevi olmalıdır: “Biz kalabalık içinde ferdiyetler, şahsiyetler yetiştirmek mecburiyetindeyiz.” (s.198)

Nurettin Topçu, yazılarında mektep ve mabed yakınlığına önem verir. İki mekânı daima birlikte anılır: “Mektebin eşiği, mabed gibi ahlâk dünyasının, ruh dünyasının eşiği olmalıdır.” (s.199)

Milletin yükselişi mekteplerine bağlıdır: “Bir millet mektebiyle millet olur. Bir millet, mektebinde yükselir.” (s.201)

“Milletimizin üç asırdan beri geçirmekte olduğu buhranların sebebi ve kaynağı, kültür ve maarif sahasında aranmalıdır.” diyen Nurettin Topçu, gidilecek yol hakkında işaretler verir:  “Medeniyet kervanına yol gösteren maarifdir, kültürdür.” (s.201)

“Türkiye’nin Maarif Davası” eğitimcilerin gündeminde olmalı. Bu eserde yer alan eleştiriler ve çözüm önerileri çeşitli ortamlarda konuşulup tartışılmalı. Eğitim-öğretim meselesi üzerine düşünenler ve sahada yer alanlar için mutlaka müracaat edilmesi, okunması gereken bir eser.

 

Kaynak:

Nurettin Topçu, Türkiye’nin Maarif Davası, Dergâh Yayınları, 11.baskı, 2014.