Hükümet seçim yılına girdiğimiz şu günlerde böylesine cüretli bir hamle yapmış bulunuyor. Çünkü krizi fırsata çeviren kapitalistler daha fazlasını istiyorlar. Hükümet de seçimleri dahi beklemeden, ancak seçim atmosferine de girmeden bu programı bir an önce hayata geçirme çabasında. Bu amaçla bilinen düzenbazlıklara başvurarak bu yasayı hazırladı. Zira “torba yasa” zehrini şekerlemeyle karıştırılarak sunulmasına olanak veriyor. Bunun için torbada kapsamlı saldırı yasalarıyla birlikte bir takım göstermelik hak kırıntıları da var. Slikozise yakalanmış işçilere aylık bağlamak, öğrencilere af getirmek gibi...
          Buna rağmen saldırı gözlerden saklanamayacak kadar acı ve yıkıcı. Nitekim işçi ve emekçiler torba yasanın getirdiği ağır yıkımın farkına vardılar, bu nedenle de yaygın bir duyarlılık gösteriyorlar. Ancak bu duyarlılığa rağmen gösterilen tepkilerin düzeyi son derece yetersiz.
          Normal koşullarda bu şiddet ve kapsamda bir saldırı programı karşısında yer yerinden oynamalıydı. Bir avuç asalağın çıkarları uğruna milyonlarca işçi ve emekçinin hayatıyla bu derece oynanması karşısında başka türlüsü olmazdı. Ancak, emekçi sınıfın yakın tarihinde görülen benzer saldırılar karşısında gösterilen mücadele düzeyi dikkate alındığında, mevcut tepkinin düzeyi son derece yetersizdir.
          Bunun böyle olmasının en temel nedeni, üst kademe sendika bürokratlarının baştan teslimiyeti seçmiş olmasıdır. Özellikle de Türk-İş yönetiminin. Türk-İş yönetimi tabandan açığa çıkan tepkiler karşısında eylem kararları alacağını duyurdu, ancak karar anı geldiğinde yan çizdi. Kuşkusuz Türk-İş yönetiminin ihaneti seçeceği dünden belliydi. Ancak dikkat çekici olan, bu teslimiyetin oldukça kaba ve kestirmeden yapılmış olmasıdır. Geçmişte de benzer pek çok ihanete imza atan Türk-İş yönetimi belki de ilk kez bu kadar rahat ve pervasız davranmıştır.
          Manevra yapma ihtiyacı hissetmeden, göstermelik eylemlere başvurmadan, daha baştan sürecin önünü kesmiştir.
          Türk-İş yönetiminin sonuçları kendisini de vuracak olan (çünkü onbinlerce işçi sendika üyeliğini kaybedecek) bir saldırı karşısında bu biçimde önden kapıları açması boşuna değildir. Çünkü bugün Türk-İş’in başını tutan çete hükümetin basit bir oyuncağı durumundadır. Bu nedenle ayağına kurşun sıkmakla eş değerdeki böylesi bir saldırı programını baştan kabullenmektedir. Türk-İş bürokratlarının pervasızlığının bir diğer nedeni ise tabanda birikmiş öfkeden duydukları korkudur. Çünkü saldırının bu kadar ciddi, doğacak öfkenin de o ölçüde büyük olması, denetlenmesi zor bir hareketin ortaya çıkmasına neden olabilirdi. Geçtiğimiz yılı TEKEL direnişiyle boğuşarak geçiren Türk-İş bürokratları, böyle bir ihtimalden ölesiye korkuyorlar. Bu nedenle hiç riske girmeden mücadeleden çark ediyorlar.
          Bu da, oldukça kapsamlı saldırı programı karşısında birleşik mücadele ihtiyacını yakıcı biçimde duyan sınıf kitlelerini kendi başlarına bırakmak anlamına geliyor. Böyle olduğu ölçüde de bu, işçi ve emekçilerin mücadeleyle kazanılabileceği yönündeki inançlarını yaralıyor. Bu da oldukça parçalı olan eylemlere katılıma yansıyor. “Nasıl olsa bu yasa geçer” düşüncesine kapılan işçi ve emekçiler, yapılan basın açıklaması ve yürüyüş gibi eylemlere itibar etmiyorlar. Bu durum, alt kademe yöneticilerin saldırıyı kabullenmiş bir havaya girmelerini pekiştiriyor.
          Yine de henüz bu saldırıya karşı mücadelenin kaderi çizilmiş değildir. Çünkü tüm zayıflıklarına ve geriliğine rağmen, mevcut tabloda ileriye çıkışın imkânları da görülmektedir. Zira hâlihazırda yaygın ve daha da yaygınlaşma potansiyeli taşıyan bir hareketlenme vardır. Ayrıca Türk-İş merkez yönetiminin ihaneti ve alt kademe sendika bürokratlarının suskunluğuna rağmen bazı mücadeleci şubeler hala da direnişi yükseltme kararlılığındalar. Bu kararlılıklarını ileri bazı eylem biçimleriyle ortaya koymaları da oldukça anlamlıdır. Özellikle İzmir ve Adana’da belediye işçilerinin Türk-İş’i hedef alan eylemleri ile birlikte büro emekçilerinin greve hazırlanmaları bu bakımdan olumlu işaretlerdir.
Elbette bu örnek tutumlar, mevcut durumu değiştirme gücüne sahip değildir. Ancak bu gibi ileri ve mücadeleci çıkışların sınıf ve emekçi hareketinin toparlanmasında belli bir işlev göreceği unutulmamalıdır.
           Bununla birlikte, mücadele sürecini örgütlemek ve üst kademe sendikal bürokrasiyi aşmak doğrultusunda çeşitli sendikalar veya bazı siyasal güçler tarafından oluşturulan tartışma platformları da mücadelenin toparlanması bakımından işlevsel olabilir. Sınıf sendikal kadroların başlatacağı kampanyalar çerçevesinde gündeme getirilmesi muhtemel olan kurultaylar da böylesi bir işlev görecektir. Bu tür platformları mücadele görevlerinin omuzlanması yönünde değerlendirebilmek büyük bir önem taşımaktadır.
         Tüm bunlar bir arada, mevcut saldırı programını püskürtebilecek düzeyde bir mücadeleyi örgütlemenin büyük zorluklar taşıdığını göstermektedir. Ancak zorlukların derecesi ne olursa olsun, sınıfın bilinç ve örgütlenme düzeyini geliştirmeye odaklanmış bir fiili meşru mücadeleci pratik mutlaka sonuç yaratacaktır. Çünkü sendikaların bugün düşürüldüğü duruma rağmen, işçi sınıfı hareketi güvencesizliğin ve örgütsüzlüğün içerisinde düşürüldüğü güç koşullarda belini doğrultmaya çalışıyor. Fiili ,Meşru , Mücadeleci müdahale ve doğru önderlikle birlikte bu süreç ileriye taşınabilecek, emekçiler sermaye ve uşaklarına karşı koyacak birleşik mücadele gücünü ortaya koyabilecektir.
         Emekçiler “torba yasa” denilen kapsamlı bir saldırıyla yüz yüze bulunuyor. Esnek çalışmayı ağırlaştıracak uygulamalardan çocuk ve kadın sömürüsünü kolaylaştıracak düzenlemelere, kamu emekçilerini ve onbinlerce işçiyi işgüvencesinden yoksun bırakarak sürgüne gönderecek kararnamelere kadar, dizginsiz bir saldırı programıdır söz konusu olan.