Teknoloji doğru kişilerin elinde yapıcı olabilirdi. Lakin suyun başını tutanlar, egemenler, teknolojiyi bir kuşatma, güç gösterisi, saldırı ve yıkım aracı olarak kullandılar. Dünya savaşları ve yakın zamanda çevremizde yaşanan işgaller buna somut birer örnektir. Yaşatmak için değil, öldürmek için kurgulanmış bu dizge: Yabancılaşan insan, çoğalan çeşitli hastalıklar, çevre kirlenmesi, yok olan türler, küresel ısınma ve yaklaşan daha büyük felaketler… Görünen köy kılavuz istemez. İyi değiliz efendim !..

Mehmet Âkif Ersoy şiirlerinde sık sık Batının teknik gücüne ulaşmamız gerektiği üzerinde durur. “Sâde Garb’ın, yalınız ilmine dönsün yüzünüz” der. Ve “Süleymaniye Kürsüsünde”n şöyle seslenir:

“Alınız ilmini Garb’ın, alınız san’atini;

Veriniz hem de mesâînize son sür’atini;

Çünkü kaabil değil artık yaşamak bunlarsız;

Çünkü milliyyeti yok san’atın, ilmin; yalnız,

İyi hâtırda tutun ettiğim ihtârı demin;

Bütün edvâr-ı terakkîyi yarıp geçmek için,

Kendi “mâhiyyet-i rûhiyye”niz olsun kılavuz.

Çünkü beyhûdedir ümmîd-i selâmet onsuz.”

Bu yöneliş sürecinde kültür etkileşimi muhakkak. Teknolojinin yan etkileri zaman içinde görünür oldu. Bir doku uyuşmazlığıdır bu. İnsanın fıtratına ve tabiata müdahil olma çabasındaki batı felsefesi eşyaya sinmiş durumdadır.

Tevfik Fikret’in şiirlerinde ilim, teknik sürekli yüceltilir. Yöneliş bütünü ile Batıya doğrudur. Oğlu Halûk, bu yönelişin somut bir timsalidir:

“Bize bol bol ziyâ kucakla getir;

Düşmek etrafı görmemektendir.”

Halûk, Avrupa’ya ilim sahibi olmak için gönderilir. “Bol bol ziyâ” getirmesi umut edilen Halûk, bir daha memlekete dönmez. Zira o artık bir başka medeniyetin cazibesine kapılmış ve din değiştirmiştir. Bu hadise düşünenler için ibret vesikasıdır.

Yeni iletişim imkânları şimdi daha hızlı, daha çeşitli, daha renkli... Yalnız buna rağmen yine de sahih bir iletişim kurulamadı. Yani insanî öz adeta kayboldu. Saygı, sevgi, samimiyet, fedakârlık, yardımlaşma, dostluk, komşuluk, vefa şimdi nerede? Üst kattaki komşusu üç gün önce ölmüş de haberi yok ama dünyanın bir ucundaki insanlar ile anında iletişim kurabiliyor. Üst kattan dayanılmaz, ağır bir çürüme kokusu yayılınca olup bitenden haberdar oluyor. Bu hazin olay gazetelere yansımıştı.

“Apartman” isimli şiirinde Necip Fazıl, yaşanan iletişimsizliği ifade eder. Şiirin özellikle son mısralarında veciz bir söyleyişle çağımızdaki sorun vurgulanır:

Sır vermeye alışkan

Pencereler aydınlık

Duvara şüphe çakan

Gölgelerde şaşkınlık

Üst üste insan türü,

Bu ne hayat, götürü!

Yakınlıktan ötürü

Kaçıp gitmiş yakınlık…

Teknoloji evet, bir kolaylık ve hız sunmaktadır. Çağın insanı kolaylığın, hızın girdabında solmuyor mu? Şimdi kitap okuma metodları yerine “hızlı okuma” metodları yaygınlaştı. Bir kitabın hızlı okunması o kitabın gerçek anlamda okunduğu anlamına gelmez. Okumaya eşlik eden bir tefekkür olmalı. Ve düşünmek için bir müddet durmak gerekiyor. Evet, durmak gerekiyor. Bu hız öldürecek bizi ey kişisel gelişim uzmanları!

Bir cazibe merkezi teknoloji aygıtları. Her gün yenilenen, güncellenen çeşitli özelliklerde araçlar ile kuşatılmışız. Her teknolojik ürün ile gelen bir kültür var. Her aracın bir ruhu var. Kullanıcılar eve taşıdıkları araçlar ile bir başka kültürü de yol vermektedirler aslında. Yalnız bu durum artık kaçınılmaz. Bu aşamada zararı asgariye indirmek marifet.

Batı kültürü bugün çeşitli teknolojik araçlar ile (televizyon, internet vb) yaygınlık kazanmaktadır. Televizyon, kabul görmüş bir söyleyiş ile “evdeki yabancı”dır. İyilik, güzellik, doğruluk odaklı programlar ile dolduramadığımız sürece televizyon vb. araçlar zarar vermeye devam edecektir. Bir iletişim imkânı olan televizyon, telefon, internet doğru ve yerinde kullanılmadığında yıkıcı sonuçlar doğurmaktadır. İşte bu noktada “enformatik cehalet” kavramı hatırlanmalıdır.

Sezai Karakoç, teknolojinin doğru ve etkili kullanımı noktasında “televizyon” üzerinde özellikle durur. Bu konu hakkındaki tespitleri şöyledir: “Şüphesiz, bu tahribat, televizyon, basın ve radyonun araç olarak kendilerinden doğan bir tahribat değildir. Onların kullanılışından doğan bir tahribattır. Bu araçlar iki tarafı keskin bıçaklar gibidir. Etkileri de kullanışlarına bağlıdır. Batının etkisiyle yerli kültürü ve mensup olunan medeniyeti yok etmeye yönelik olarak kullanılan bu vasıtalar, tersine kullanabilse, zulûm iken rahmet, öldürücü iken diriltici, yıkıcı iken yapıcı vasıtalar haline dönüşürler. Ama dediğimiz gibi, bir şuurla, bir kişilikle, bir idealizmle kullanılırsa. Ancak böyle kullanılmazlar. Çünkü bunu kullanacak elemanları yine Batı eğitmekte ve onlara felâh bulmaz, şifasız bir aşağılık duygusu aşılamakta, onları gönüllü kültür ajanı olarak programlamaktadır.”

Nazım Hikmet Ran, “Makinalaşmak” isimli şiirinde tercihini, yönelişini açıkça ifade etmiş:

“Trrrrum,

trrrrum,

trrrrum!

trak tiki tak!

Makinalaşmak

istiyorum!”

Makine sesleri arasında kaybolan hissiyat… Materyalizm şairin duygu düşünce dünyasını bütünüyle kuşatmıştır. Şiirde makine ile bütünleşen bir dil kullanılmış. Bu özellikle tercih edilmiş bir anlatım. Şair, isteğini ses ve kelime tekrarları ile vurgulamış. Böylesine bir teknoloji algısının getirdikleri ve götürdükleri üzerinde iyi düşünmek gerekiyor. Bu alış-veriş bir kazanç getirir mi? Varın siz hesap edin.

“Tekniğin Çarkına Kapılmak” isimli yazısında İsmet Özel şöyle der: “ Belli bir medeniyetin, belli hal ve şartlarda geliştirip o medeniyete has boyutlara ulaştırdığı bir teknikle karşı karşıyasınız. Batı medeniyetinin bağrında büyüyüp gelişmiş olan bu teknoloji, içinde doğduğu toplum için bir misyon yüklenmişti: Akıl ve varlık arasındaki bağları koparmak. Tekniğe kendi anlamını kavramadan yanaşmak, onun tuzağına düşmek demektir. Yani teknik, teknoloji, sanıldığı kadar masum değildir. Siz onu kişiliksiz görüp gönüllü olarak çarkına kapıldınız mı, varacağınız nokta pek içaçıcı olmayacaktır. Bırakınız, tekniğin şimdi sahip olduğu özelliklerle İslâmî topluma hizmet etmesi, o kendi mantığını kabul eden küfür düzenine de huzur getirmekten uzaktır.”

Varını yoğunu teknolojinin nimetlerine yatıran insanoğlu, huzursuz yine ve arayış devam ediyor. Bir türlü gerçek mutluluğa erişemiyor insanoğlu. Evet, bir şey(ler) noksan. Bir yerde muhakkak yanlış yapılıyor. Hakikatten kaçma ve oyalanma vesilesi olan aygıtlar üretiliyor sürekli. İnsanı özünden, değerinden habersiz kılan teknik çalışmalar hayır getirmeyecek.

Erdem Bayazıt’ın “Karanlık Duvarlar” isimli şiirinde yaşadığımız çağa dair işaretler var:

“Bir gürültülü yaşamağa gidiyor dünya boşalan bir deniz gibi

Bu sesler ormanında kaybolan bir çağ bu.

Nereye gitsem hep apartmanlar çıkıyor önüme

Alıp başımı duvarlara çarpıyor bu yollar

Gidip gelmelerim bu dar sokaklarda

İnsanların koşup dolduğu bu dar yapılarda

Bir kısır döngüye girmek için bütün çabalar

Biz bunun için mi geldik?

Kara ağaç gibi bağlıyım katı bir çağ bu

Her şey bir makina düzenine gidiyor.”

Çağın teknoloji üretimi her an yeni aşamalar ile artarak devam ediyor. Yoğun bir çaba, seri üretim. Arz-talep sarmalında bir pazar bu. Dünya, yeni teknoloji ürünleri ile için için çürüyor. Ve karanlık odaklar çok gelişmiş, teknolojik silahlar ile saldırısını sürdürüyor. Yoksulluk, çevre kirliliği, salgın hastalıklar ve savaşlar ile boğuşuyor insanlık. Bir yanda gelişen teknoloji, bir yanda zulüm. Bu kör gidiş, bu çılgınlık nereye kadar?

Kaynaklar:

Safahat, Mehmet Âkif Ersoy, İnkılâp Kitabevi, 1987

Çile, Necip Fazıl Kısakürek, Büyük Doğu Yayınları, 1993

Cumhuriyet Devri Türk Şiiri, Mehmet Kaplan, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1990

Tevfik Fikret, Devir-Şahsiyet-Eser, Mehmet Kaplan, Dergâh Yayınları, 1987

Düşünceler -2- Kurumlar, Sezai Karakoç, Diriliş Yayınları, 1997

Üç Mesele, Teknik-Medeniyet-Yabancılaşma, İsmet Özel, Şule Yayınları, 1996

Şiirler, Erdem Bayazıt, İz Yayınları, 1997