Ekonomik krizin dalga dalga emekçi halkların üzerine geldiği, yoksullaştırma politikalarının dünya ölçeğinde emekçilere dayatıldığı günlerden geçerken ülkemiz yöneticileri "Somali yardımlaşması","terorist avlaması" gibi gündemler ile "teğet bile geçmiyecek" söylemleriyle ABD ve Avrupayı kasıp kavuran şimdiden etkileri ülkemizde Merkez Bankası para politikalarıyla hissedilen (onca satışa rağmen 1dolar 1.780 TL) ekonomik kriz tüm yakıcılığı ve yıkıcılığıyla kendini dayatmış durumda.
 
       Bu sefer teğet bile geçmiyecek diye yapılan açıklamalarının ardından AK Partisi kurmayları başta olmak üzere, malum medya ve infazcı kalemleriyle birlikte Merkez Bankası dolar artışı, borsalarda yaşanan düşüşün yarattığı tedirginliği açıklama ve yazıları ile gidermeye çalıştı. Bu yazılar içerisinde en dikkat çekicisi Hürriyet yazarı Ertuğrul Özkök'ün geçmişte "muhtar bile olamaz" dediği Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a 28 Temmuz günkü yazısında "usta" diye seslenmesiydi. Hatta, “Bu defa ben de inanıyorum. “Usta öyle diyorsa, öyledir...” diye yazmaya kadar götürdü işi.
 
      Şimdi aklı selim ile 2008 yılında yaşanılan krizi biraz hatırlamakta fayda var. Başbakan Erdoğan 2008 krizinde krizi" fırsata çevirme" çağrısı yapmıştı. Başbakan'ın fırsat çağrısı yaptığı patronlar ve sermayedarlardı. Elbette 2008 krizinin kazananları da onlar oldu. Bankalar asrın karını açıklarken, onlarca kişi bankadan aldıkları kredileri geri ödeyemedikleri için intihar etti. Ailelerin borç yükü 2008’in 5’nci ayında 106 milyar TL iken 2011’in ortasında 200 milyar TL’yi geçti. Türkiye'nin en zengin yüzü 2008'den bu yana istikrarlı bir şekilde birikimine birikim kattı. Forbes, Türkiye'nin 2011 yılının En Zengin 100 Türk”ünün toplam serveti geçen yıla oranla yüzde 55 artarak bu yıl 87 milyar doları buldu. Hüsnü Özyeğin 3 milyar dolarlık serveti ile listenin başında otururken, açlık sınırının 881 lira, yoksulluk sınırının 2 bin 871 lira olduğu ülkemizde milyonlarca asgari ücretli ise ayda 629 lira ile geçinmeye çalışıyor.        Yani, krizin kazananları zenginler iken krizin kaybedeni işçiler, emekçiler oldu. Sendikaların da dediği gibi kriz işçiyi, emekçiyi teğet geçmedi, "bağrını deldi geçti." Kriz bahanesiyle patronlar ardı ardına işten çıkarmaları başlattı. Hükümet patronların elini rahatlatmak için esnek, taşeron çalışmayı teşvik etti. Başbakanımızın da dediği gibi hükümet, 2008 krizini “kamu harcamalarında yapılan tasarruf”la atlattı. Kamuya dair ne varsa özelleştirdi. "Babalar gibi satarak" özelleştirilen işletmelerdeki çalışanlar sokakta kaldı. Ekonomik krizin kendini hissettirdiği dönemde ülkedeki resmi işsizlik oranı 2008 yılının Kasım ayında yüzde 10,1’e yükselerek yeniden 2001 yılının kriz düzeyine yaklaştı. 2009'da yüzde 11 olarak açıklanan işsizlik, küresel krizin etkisiyle rekor kırdı, resmi rakamlara göre yüzde 15.8'e yükseldi. Kriz, en çok gençleri vurdu, 2008'in Aralık ayında gençlerde işsizlik yüzde 25.7'ye fırladı.
       Başbakanımızın “Teğet geçti” dediği dönemde, eğitimden sağlığa halkın kazanılmış hakları ellerinden alındı. Bunlarla da yetinilmedi, dolaylısından dolaysızına halkın cebinden çıkan vergiler artırıldı, zam üstüne zam yapıldı. 2010 yılında 236.794 milyon TL olan bütçe gelirlerinin 193.324 milyon TL’sı vergi gelirlerinden oluştu. Böylece kriz yangınına halkın cebinden sıcak para taşındı.
       Peki, önümüzdeki dönem nelere gebe? Mustafa Sönmez'in “10 Göstergede Teğet Dersleri” yazısından bir iki noktanı altını çizerek alıtı yapalım:
 
     “Teğet bile geçmeyecek denilen döneme Türkiye 300 milyar dolarlık bir dış borç stoku ile girerken borçların üçte ikisi özel sektörün. Cari açık, milli gelirin yüzde 12’si gibi dehşet bir boyuta sıçradı”.
 
       Yani 2008 krizini, “babalar gibi satarak”, piyasaya sıcak para aktararak, işçinin, emekçinin kazanılmış haklarını elinden alarak gelen Türkiye'yi pek de parlak günler beklemiyor. Türkiye'nin ihracat pazarı olan Ortadoğu isyanlarla sarsılıyor, AB krizin etkisiyle harcamalarını kıstı; yani sıcak para akmayacak, yani kapasite daraltılacak, yani işten çıkarmalar artacak. Üstelik 2008'de patronların ayağına dolanan "engeller" kaldırılarak. AK Partisi hem Hükümet Programında hem de Ulusal İstihdam Stratejisi'nde bunun için patronlara söz verdi. Kıdem tazminatı gibi işten çıkarma konusunda caydırıcı olan bir unsur patronların "sırtından" indirilmek isteniyor, İşsizlik Fonu'na patronların aktaracağı miktar kısılırken, Torba Yasalarla fonda biriken 49 Milyar lira sermayenin emrine amede bekletiliyor. 6 milyona yaklaşan işsizden sadece 165 binin gerekli koşulları sağlayarak alabildiği İşsizlik Sigortası ödemelerinde "zam" görüntüsü altında indirim yapılıyor. Esnek çalışma ve bölgesel asgari ücret adımlarının atılması halinde İşsizlik Sigortası'ndan faydalanabilmek ise neredeyse imkansız bir hale getirilmek isteniyor.
 
       Ekonomik kriz bahanesiyle tüm dünyada emeğin kazanılmış haklarına dönük ciddi bir saldırganlık yaşanıyor. IMF dayatmasını imzalayan ülkeler bir bir kamu harcamalarını kısıyor, işçi ve emekçilerin örgütlü gücünü dağıtmak için yeni,yeni adımlar atılıyor. Yunanistan'dan İspanya'ya, Portekiz'den İtalya'ya egemenlerin izlediği yol aynı: Krizin yükünü işçilere, emekçilere yıkmak. Çözüm de ortak, Yunanlı emekçilerin dediği gibi “Krizinizin bedelini ödemeyeceğiz” deyip buna uygun bir rotada birleşik ve kararlı bir mücadele hattından yürümek.Krizin faturası patronlara şiarını yükselterek verilecek birleşik bir mücadeleyle alanlara çıkıldığı takdirde evet yaşanılan bu kriz ve gelecek diğer krizler, bizi yani işçileri, emekçileri teğet geçmeyecek.