Sosyal olaylarda tansiyon neden yükselir? Şu günlerde cevabını aradığımız en önemli sorulardan birisi de bu olmalı, çünkü bu konuya, neredeyse hiç kafa yormuyoruz...
Evde çocukları, okulda öğrencileri, işte çalışanları, toplantılarda karşı tarafı, maçlarda rakipleri veAnkara’da hiç kimseyi dinlemiyoruz.
Makam, mevki, konum ne olursa olsun hepimiz monoloğu seviyoruz, diyalog ve empati yok gibi.
Hep kendimiz haklıyız, her şeyin en doğrusunu hep kendimiz biliyoruz...
Karşı taraf ne söyle yalan, yanlış ve komplo ürünü.
Ve kesinlikle, bizim, bizden başka dostumuz yok.
Daha da vahimi, bu konuda şikayetçi olanların da, diğerlerinden hiç farkı yok.
Yani bir kısır döngüdür gidiyor...

Konuşan çok dinleyen yok!
Konuşmak kadar dinlemek de en büyük erdemlerin başına geliyor. İfade özgürlüğü kadar, farklı fikirlere saygı da, olmazsa olmazların başında geliyor...
Konuşandan değil, asıl konuşmayandan korkmak gerekir. Çünkü konuşan en azından öyle ya da böyle kendisini ifade ediyor ve rahatlıyor. Ya konuşmayanlar? İşte onlar içlerine ata ata patlama noktasına gelebiliyorlar.
Peki yönetme ya da dinleme noktasında olanlar, konuşanların sesine yeterince kulak veriyor mu, sorunlarına yeterince sahip çıkıyor mu?
Evet demek o kadar zor ki!
Keşke, bu konuda, objektif olabilsek ve çuvaldızın en büyüğünü kendimize batırabilsek!..

Öğretmeni dinleyen yok?
Toplumun en sıkıntılı kesimlerinden birisi de öğretmenler. Atama bekleyen öğretmenlerin yüz sorunu varsa, görevdekilerin bin sorunu var. Ama bunu maalesef hiç kimselere duyuramıyorlar.
Kendisi de çok başarılı bir bilim uzmanı olan Bakan Avcı, keşke bu soruna bir çözüm bulsa. Öğretmenlerle çok daha sık bir araya gelse ve sürekli bilgilendirme toplantıları yapsa...
Hemen her gün onlarca, bazen yüzlerce şikayet maili geliyor. Eminim ki çok daha fazlası MEB’e ve diğer ilgili makamlara gidiyor. Ama hemen hepsi havada kalıyor. Hatta bazıları hakkında soruşturma açılıyor.
İşte diyalog sorunu yaşayan öğretmenlerimizden gelen maillerden sadece birisi:

İlgi bekliyoruz!
“Ben Doğu’da bir meslek lisesinde matematik öğretmeniyim. Buraya geçen yıl atandım.
2010’da o olaylı KPSS’ye giren biri olarak sizi sürekli takip edip yazılarınızı kaçırmazdım.
Ve eğitim konusunda duyarlı olduğunuzu bildiğim için de size yazmak istedim.
Ben daha iki yıllık öğretmenim ama Milli Eğitim’i hala anlayamadım.
Çok temelsiz düzenlemelerle ilginç sonuçlar doğuran işler yapıyorlar.
1- Meslek lisesinde matematik öğretmeni olmaktan mutlu değilim ancak anadolu liselerine yada fen liselerine geçiş için yapılan sınavın ne zaman olacağı ya da olup olmayacağı belli değil. Belki de ömrüm boyunca bir meslek lisesinde yetenekleri körelmiş bir matematik öğretmeni olarak kalacağım. Bu daha iyi liselere geçiş için sınavların tarihleri, kaç yılda bir yapılacağı belli olsa öğretmenler de ona göre hazırlanır ve kendini geliştirmek isteyen öğretmenin de önü tıkanmaz.
2- Alo 147 hatlarına veliler, öğrenciler taleplerini bildiriyorlar ancak her talep sonunda soruşturma açılıyor. Milli Eğitim soruşturma geçirip geçirmeyi önemsiyor ama her lafa da soruşturma açabiliyor. Ve öğretmenlerin üzerinde gereksiz bir baskı yaratılıyor.
3- Basında sürekli Milli Eğitim Bakanlarının yaptığı açıklamalarda öğretmenler yatıyor, rahatlar gibi açıklamalar yapıyorlar ama öğretmenlerin çalışacakları bir ortam yaratılamıyor nedense.
4- Ve ben öğretmenlerin maaşlarını gerçekten yetersiz buluyorum. Hiçbir öğretmen çok çalışarak zengin olmaz ama başka meslek gruplarında insanlar çok çalışarak çok rahat yaşayabiliyorlar. Bence öğretmenler daha fazla çalıştıklarında gerçekten iyi bir kazanç sağlayacaklarını bilseler gerçekten çok fazla öğretmen arı gibi çalışır.
Sadece söylemek istedim. Belki bu konulara değinirsiniz ve belki mesleğimizin değeri böyle yazılarla biraz olsun arttırılabilir.
Okuduğunuz için teşekkür ederim.
Özetin özeti: Başkalarından beklediğimiz hoşgörünün ne kadarını kendimiz gösterebiliyoruz?.