HİGGS BOZONNU YÂDA “TANRI PARÇACIĞI”
(CERN’DE BULUNAN NE?)
        
 
 
Cern’de yürütülen deneysel fizik çalışmaları üzerinden yürütülen tartışmalar geçtiğimiz haftalara damgasını vurmuştu. Ana hatlarıyla materyalist dünya anlayışıyla, metafizik dünya anlayışının antagonist (uzlaşmaz)  çatışkısını Cern deney sonuçları üzerinden anlamsız bir biçimde birleştirilmeye, atom altı parçacık fiziğinin  “tanrıya ulaştırdığına” ve fakat ille de Higgs bozonnun “tanrı parçacığı” olduğunu bol,bol vaaz ederek bilimsel çalışma yöntemlerinin ve kazanımlarının ne anlama geldiğini bulanıklaştırmak için ellerinden gelen gayreti gösterdiler.
 
        Genel söylemlerin dışında biraz derinleşerek okumalar yapıldığında neden ismine “tanrı parçacığı” dendiğini, ya da dünyamızdaki kuramsal ve deneysel fizik çalışmalarını geniş yığınlara fiziği hiç bilmeyenlere bile anlatabilecek sadelikle onlarca kitapla aktaran Leon Lederman’dan kalan bu söylemin gerçekte nasıl söylendiğini bulmak mümkün.
 
      Evet bu konuda da konuda bir kitap kaleme almış olan parçacık fizikçisi Leon Lederman’dan bize miras kalmış bir ifade bu. Nasıl mı? Bakın nasıl olmuş.
 
      Lederman 1993′de yayınladığı “The God Particle: If the Universe is the Answer, What Is the Question?” [Tanrı Parçacığı: Yanıt Evrense, Soru Ne?] adlı kitabına başlık olarak “rivayete” göre Higgs parçacığı bir türlü bulunmadığı için “Tanrının belası (goddamned) parçacık” adını vermek istemiş. Yayıncısı satışları düşünerek bu başlığı “Tanrı parçacığı” olarak değiştirmeyi önermiş. O zamandan beri “Tanrı parçacığı” aşağı, “Tanrı parçacığı” yukarı gidiyor, anlayacağınız.
 
      Oysa parçacığa adını veren kuramsal fizikçi Higgs, bu takma ismin “utanç verici” olduğunu, çünkü kendisinin inançlı bir insan olmadığını ve “terminolojinin böyle yanlış kullanılmasının, bazı insanları gücendirebileceğini düşündüğünü” net bir biçimde söylemişti.
     Gerçekten de konunun Tanrıyla, insanların inanışlarıyla, yaygın örgütlü dinlerle aslında hiçbir ilişkisi yok. Varoluşun sırrına vakıf olmuş, Tanrı’ya yaklaşmış vs. falan da değiliz. Ancak ne yazık ki bilimsel gelişmelerin dinler alanı dâhil, sosyolojiye, felsefeye ve çeşitli alanlara istismar biçiminde taşınması yaşadığımız postmodern zamanlarda oldukça popüler ve çok satan bir tutum.
 
     Genel medyada da aynı yol izleniyor ve CERN’deki gelişmeler alelacele “Tanrı parçacığı bulundu” biçiminde afişe ediliyor. İşin kötüsü bu popüler baskıların CERN üzerinde de bir etki yarattığı açık.   Pekâlâ, 10 milyar doların üzerinde bir para harcayarak ve deney esansında 2 trilyon derece ısı doğurarak oluşturulmuş CERN deneylerinde atom altı parçacıklarla ilgili son derece önemli birçok keşif fırsatıyla karşı karşıya olmamıza karşın, uzun soluklu ve sabırlı bir veri analiz süreci yerine, finansörlerin çabuk sonuç alma baskısı uygulayarak popüler keşifler yapılması ısrarının CERN’deki bilimcileri de zora soktuğu yorumu dünya fizikçileri arasında yaygın bir biçimde  yapılıyor.
 
      CERN’de ki deneylerin geldiği bugünkü aşamada ispatlanan Higgs 1950’li yıllarda ortaya attığı standart modele göre Matematiksel öngörünün doğrulanmış olmasıdır.
 
     Aslına bakarsanız küresel kapitalizmin milyarlarca dolar yatırdığı bu deneyi tutsak ettiği “tanrının parmak izlerini bulma” çabası nedeniyle, meselenin magazinleştirilerek Higgs bozonunun bulunmasına sıkıştırılması bilim adına utanç verici olması biryana düşünen, gören, sorgulayan insan akla ters gelmesine rağmen Higgs bozonu, çok sayıda fizikçinin bulmak istediği en son parçacık konumundaydı.
 
      Çünkü fizik dünyası Büyük Hadron Çarpıştırıcısı LHC’de Higgs’in ortaya çıkacağından zaten oldukça emindi ve esas bu parçacıktan başka hiçbir şey bulunmazsa veya bundan sonra çalışmalara yeterli fon ayrılmaktan vazgeçilirse fizik araştırmaları büyük bir darbe yemiş olacağı gerçekliğiyle çalışmalarını yürütüyorlardı. Elbette bilim ve teknolojideki gelişmelerin geldiği bu aşamada bile yapılan son deneyde de kuramsal olarak Standart Model’in öngördüğü veya öngörmediği birçok yeni parçacığı daha bulma olasılığının halen oldukça yüksek olduğunu bilmemeleri düşünülemez bile.
 
     Sonuç olarak ne “evreni inşa eden tuğla”, ne “yaradılış meleği” ne de “Tanrı parçacığı” keşfedilmiş, ne de “evrenin en büyük sırrı” çözülmüş oldu. Keşfedilen, varlığı bundan neredeyse 50 yıl önce matematiksel olarak öngörülmüş bir atom-altı parçacık.
 
     Bulunması standart modelin varsayımları açısından bir önem taşıyordu. Bilim dünyası için de bir ilerlemedir. Buradan idealist felsefi çıkarımlarla yeni bir tanrıcı kampanya yükseltmekse ancak postmodern tüccarların işi olabilir.
 
     Aslına bakılırsa modern bilimlerdeki gelişme ve yeni bulgular, tümüyle karşı yönde, materyalist felsefeyi doğrulayıp güçlendirici çıkarımlara olanak verirken, bu tersine söylem, sadece hayret değil, öfke de uyandırıcı.
 
     Bu durum bir kez daha modern bilimlerdeki gelişmeler ve yeni bulgulanan olguların doğru bilimsel açıklamasıyla, bu bulguların bilim-felsefe ilişkisi açısından ne anlama geldiğinin açıklanması ve doğru yorumlanmasının, örümcek ağı gibi her yanı saran safsataların açığa çıkartılarak bunların temel dayanaklarının ortadan kaldırılması açısından önem kazandığını gösteriyor.