Neredeyse kapitalizmle birlikte gelişen modern futbol diğer spor dallarından farklı bir gelişim göstermiştir. Bir sektör olarak hızla büyüyen futbol, milyarları etkileyen bir görsel şov olmayı başarmış,"Futbol sadece futbol olmaktan çıkartılmış" dahası bir spor olmanın ötesine geçmiştir. Dünyayı sarsan I. Emperyalist Paylaşım Savaşı sırasında İngiliz siperlerinden Alman siperlerine doğru atılan futbol topu 50 bin insanın öldüğü bir çatışmayı başlatırken, futbolun gücü Hitler’den Mussolini’ye, Salazar’dan Franco’ya kadar birçok faşist diktatörün ilgisini çekti. Hitler’in ari ırkın üstünlüğüne dair düşlerini Dinamo Kiev’in Bolşevik futbolcuları kabusa çevirdi, Mussolini’nin mirası olan stadın adı, tribünlerine -Roma’da inşa edilen stada Faşist Parti adı verilmişti- A.S Roma taraftarları tarafından asılan Che posteriyle parçalandı. İktidarların futbolun kitlelerde yarattığı etkileri kullanma ihtirasları her seferinde bir şekilde boşa düşmesine karşın futbol da kapitalizme yenik düştü.
 
       Adına “endüstriyel futbol” denen ve televizyonlarda izlemeye mahkûm edildiğimiz şarlatanlık sistemin çarklarından birine dönüşmüş durumda. Bir yanıyla televizyon yayınlarından, forma satışlarına, futbolcu borsasından reklam gelirlerine, maçlar üzerine oynanan bahislere kadar devasa bir sektöre dönüşen futbol diğer yandan kitleleri manipüle eden ideolojik bir saldırı aracıdır. Futbolun içine düşürüldüğü bu cendere bizzat kapitalist zenginler tarafından alkışlanırken Türkiye’de yaşananlar zenginlerin “pisliğe” nasıl da battığını bir kez daha gözler önüne sermiştir.
 
        Şike iddiaları arasında milyonların heyecanla izlediği Türkiye Süper Ligi’nin nasıl bir pisliğe bulaşık olduğu açıkça görülmektedir. Taraftarların “ölümüne” gittikleri maçların birer ikişer satıldığı, mafyanın en popüler isimlerinden tetikçi Sedat Peker’in futbol sektöründe önemli yer tuttuğu, taraftarların gözyaşları arasında izlediği maçların sonuçlarının önceden belli olduğu, hatta şampiyonun bile “para” ile belirlendiği, ikincinin ise parasının yetmediği için “verimli” şike yapamadığı iddialar arasında yer alıyor.
 
        İddiaların doğruluğu,yanlışlığı bir kenara futbola bulaşan "pislik" hemen her kesimce kabul edilmiş gerçeklik olduğu için mevcut durum yadırganmıyor. Açıktır ki paranın girdiği her alan gibi futbolun kirlenmesi beklenmeyen bir durum değil. Üstelik bu durum salt çeteler cenneti Türkiye’ye özgü değildir. Futbolun etkisinin geniş olduğu tüm ülkeler açısından durum benzer. Birkaç sene önce İtalya’da ortaya çıkan şike skandalı, Almanya’daki bahis skandalı futbolun düştüğü global garabeti ortaya koymaktadır. Bunun temel nedeni ise futbolun milyarlarca dolarlık rantın yaratılıp paylaşıldığı ekonomik bir sektöre dönüşmesidir.
 
       Sektörün büyüklüğü öylesine iştah açıcıdır ki “milyon” sıradan bir para niceliği gibi telaffuz edilmektedir. Ancak kapitalizmin tüm sektörlerinde olduğu bu sektörde de sınıf çelişkilerinin acımasız kuralları geçerlidir. Vitrindekilerin gerisinde duran, devasa bir sömürü alanı ve hayal kırıklığıdır. Sosyal tesislerde, stadlarda hizmet sunan binlerce emekçi ve futbolun popülerliğini insanlara yaymakla görevli basın emekçileri, bu sektörün yan ürünlerini üreten –forma, top, bayrak, ayakkabı vs- işçiler bu parıltılı hayatın mutfağında çalışıyor. Yıldız olma hevesiyle menajerlerin elinde oyuncak olan, zor şartlar altında alt liglerde oynayan binlerce futbolcu ve onların hayal kırıklıkları ise madalyonun öbür yüzünü oluşturmaktadır. Endüstriyel futbol tek başına milyonlar, şöhret ve eğlence değildir. Endüstriyel futbol acımasız bir sömürü, artı-değer ve hayal kırıklığı demektir.
 
         Bu nesnel durum karşısında dar kafalı aydın takımına tekrar en içlisinden “bir topun peşinde koşan 22 adam…” türküsünü söylemeye başladığını şimdiden duymaya başladık. Futbolu hedef tahtasına oturtanlar bilerek veya bilmeyerek kapitalizmin çürümüşlüğünü aklamaktadır. Kurban olan futbolu katil ilan etmek, toplumdaki çürümüşlüğe aymazlığa dayanak saymak sebep ve sonucu karıştırmak anlamına gelecektir. Popüler sporlar arasında en kalabalık şekilde oynanan, tıpkı bir orkestra gibi bireysel yetenekle kolektif takım oyununu birleştirerek işbirliği ve rekabeti dengeleyen işçi sınıfının sporunu kirleten zenginler ve onun kokuşmuş sistemidir. Futbolun sahibi olan işçi sınıfı ona kendinden kattıkları ile bu oyunu böylesine etkileyici kılmıştır. Onun büyüsüne cevap arayan sosyologların çözemediği bu denklemin içinde doğrudan işçi sınıfı bulunmaktadır. Zenginlerin ilk zamanlarda futbolu aşağılaması ve futbolun anavatanı İngiltere’de tüm köklü futbol takımlarının işçi takımı olması da bundandır. Onun popülaritesi de bu sebeplerden dolayı bir tesadüf değildir.
 
       Tüm bunlara karşın her örgütlenme gibi futbol örgütlenmelerinin -taraftar gruplarının- bir araya getirdiği milyonlarca insan açısından futbol tek birleştirici neden değildir. Özellikle son dönemlerde genelde milliyetçiliğin hakim olduğu tribünlerde "sol" taraftar örgütlenmeleri dikkat çekmektedir. Bunların en bilinenlerinden Livorno taraftarlarına dünyanın pekçok yerinden insanlar katılmakta olduğu somut bir durumdur.
 
       Futbolu rekabete boğan ve onu seyirlik bir hale dönüştüren sistem bunca yıldır futbolun gücünü dizginlemeyi başarabilmiş değildir. Kirli elleriyle ona her dokunduğunda kirlettiği aslında futbol değil onun kapitalist bir imitasyonu olan “endüstriyel futboldur”. Gerçek futbol hala çocukların elinde sokaklarda iki taş, eskimiş bir topla aynı amatörlükte küreselleşen dünyaya meydan okumaya devam etmektedir. Bu hikaye başladığı yerde işçi sınıfının ellerinde mutlu sona ulaşacaktır. Futbol da tıpkı işçi sınıfı gibi kendini kirletmeye kandırmaya çalışanlara inat olduğu yerde parlamaktadır.