Sorun üreten bir sistemden adalet, insaf ve ölçü beklenir mi be kardeşim?
 
33 gün hapis hayatından sonra eşim ve oğlumla birlikte Bor’a yerleştik. Burada bana gösterilen yakın ilgiyle Niğde BİRKO iplik fabrikasında Ticaret Şefi olarak işe başladım. Burada da boş durmadılar, devletin koskoca bir bankası olan Ziraat Bankası  kirli siyasete ve tertiplere alet edildi.  Fabrikaya  kredi verilebilmesi için benim işten atılmamı şart koştular ve fabrikadan attırdılar.
 
BİRKO İplik Fabrikası Yönetim Kurulu Başkanı Azmi SELVİ, Ticaret Müdürü Ali GÜVEN, İşletme Müdürü Cemil TER idi.
Sosyal Hizmetler Müdürü Azmi TÜM ve Şef Ali EREN siyasi baskılarla görevlerinden ayrılan ve bu nedenle BİRKO’da çalışan öğretmenlerdendi.
Ticaret Müdürü Ali GÜVEN’in beni yetkilendirmesiyle, BİRKO İplik Fabrikası’nda Ticaret Şefi olarak göreve başladım. Bu anlarda Fabrika’nın ambar bölümü çok karışıktı. Bu 800 kişinin çalıştığı FabrIka’da bu karışıklıktan faydalanarak bazı kişilerin genç bayan işçilerimize meşrubatlar içerisine atılan uyuşturucularla bayıltılmak suretiyle tecavüz ettiklerini öğrendim. Mevcut görevli arkadaşımız Pamuk balyalarını üst üste 7 – 8 balya istifi yapmaya muktedir değildi. Benden çök önce bu konuda çok maharetli bir vatandaşımızın, iftiralarla, siyasi baskılarla uzaklaştırıldığını öğrendim. Niğde’li bu çalışkan hemşehrimizi Fabrika’ya getirmeye karar verdim. Onu Niğde’de bir kömür deposunda buldum. Teklifimi yaptım. Ve onu ertesi günü işe başlattım. Çok kısa zamanda balyalar 8’li kümeler halinde düzgün bir şekilde istif edildi. Adeta ambarda herkesin birbirlerini rahatça görebilecekleri büyük bir boşluk oluşturuldu. Tecavüz endişesini tamamen ortadan kaldırmıştım. O sıralarda benzin, mazot bulmak da mümkün değildi. Arkadaşım Ahmet Akdemir ve Ağabeyi ile konuşarak gece yarıları zaman zaman yarım tanker mazotu fabrika depolarına aktararak bu işi de çözdüm. Böylece Denizli’ye, İstanbul’a, Bursa’ya iplik taşıyacak kamyon sahiplerine 4 teneke biz veriyor, 4 teneke de onlar temin ederek yola koyuluyorlardı. Ayrıca Fabrika önüne gelen kamyonların bölgemize ait olmaları, kabul ediliş sıralarının adil olmasına, farkı, çıkar uygulamalarının ortadan kaldırılmasına olanca gücümle çalıştım.
 
Bana işkence yapan polislerin oraya gelip gittiklerini bir çok kez gördüm. Onların tacizleri psikolojik baskı olarak burada da sürdürüldü. O sıralarda Ziraat Bankası Genel Müdürlüğü’nde yönetim kurulu üyesi olan bir kişi devreye sokuldu. Bu kişi geçmişte aile dostu olan ve Ninemin, dedemin yanlarından hiç ayrılmayan bir ailenin çocuğuydu. Bu kez dostluk için değil, düşmanlık için kolları sıvanmıştı.
 
BİRKO İplik Fabrikası Yönetim Kurulu Başkanı Azmi SELVİ bu kredi konusunu Ticaret Müdürü Ali GÜVEN, İşletme Müdürü Cemil TER, Sosyal Hizmetler Müdürü Azmi TÜM, Şef Ali EREN ve benim önümde Üzeyir Lokman ÇAYCI’yı işten attığımız takdirde Ziraat Bankası yetkililerinin kredi verebileceklerini ifade etti. Azmi SELVİ hariç bütün arkadaşlar o anda gözyaşlarını tutamadılar. Azmi SELVİ onlara, «Fabrikamızın geleceğinizi düşünmek zorundayız... Üzeyir Lokman ÇAYCI’nın gayet güzel çalıştığını biliyorum. Ben de oldukça üzgünüm. Keşke O’nun ismini katarak bize böyle uygunsuz bir teklif yapılmamış olsaydı», dedi.
O değerli arkadaşlarımın gözyaşları arasında ben bu Fabrika’yı terkettim.
Daha sonra değerli büyüklerimin de ilgisiyle Ankara Bağkur Bölge Müdürlüğü’nde eksper iç mimar olarak göreve başladım.
Bor’dan ev eşyalarımızı Ankara’da Dışkapı’da kiraladığımız eve taşıma esnasına, o hengame arasına hastalanan oğlum Fikri Cem ÇAYCI’yı 3 yaşında iken kaybettim. İşkence nedeniyle yakalandığım baş ağrısı nedeniyle Ankara’da bir çok kez doktora gittim. Ne yazık ki sıhhate kavuşamadım.
Bir müddet sonra kendi isteğimle İmar İskân Bakanlığı, Afet İşleri Genel Müdürlüğü, Prefabrik Daire Başkanlığında iç mimar olarak göreve başladım.
Bu sıralarda baskılarla Niğde Ağır Ceza Mahkemesi bana 3 yıl 6 ay  hapis cezası verdi. Yargıtay’da temyiz hakkımı kullandım. O sırada gördüm ki Yargıtay adeta sağcılar, solcular diye iki bölüm halinde parsellenmişti. 8. Ceza Dairesi cezamı sarih bir gerekçe göstermeden dış müdahalelerle (bu konu bizzat orada görev yapan hakimler tarafından bana ifade edildi) onayladı. Yargıtay Başsavcısı ise bu karara 18 ve 20 madde halinde açık delil ve ifadelerle itiraz ederek, davayı Yargıtay Genel Kuruluna taşıdı. Avukatım Özber DUVARCI idi.
 
Daha önce Bor’da Savcılık yapan Mehmet İÇAĞASIOĞU’nu yakından tanıyordum. Bu değerli insan şu an doktor olan arkadaşım Ahmet İÇAĞASIOĞU’nun babasıydı. Adalet Bakanlığı’nda zannedersem numarası 57 olan bir odada Hukuk İşleri Başsavcısı olarak görev yapıyordu.
Zaman zaman bu büyüğümüzü ziyaret ediyordum. Bir gün oraya ziyarete gitmiştim ki birkaç dakika sonra yaşlıca, sakallı, yüzü pırıl pırıl bir büyüğümüz geldi. Gerek (ben ağabey diyorum) Mehmet Ağabey gerekse ben ona hiçbir şey anlatmadan sanki benim içimdekileri okumuştu. Bana tam 7 tane dua – Âyet yazdırdı. Bunları oku üzerindeki sıkıntılar, dışındaki kötüler sana zarar vermeden uzaklaşacak inşallah, dedi. Bu duaları aynen zihnimde muhafaza ediyorum.
 
Ankara’dan ayrılmadan önce eşimden de ayrılmıştım. Yuvamı  dahi yıkan bu süreç bana gurbetin yolunu açtı.
Bu arada gerek Almanya Frankfurt Türk Hava Yolları Bürosunda çalışan dayım Mehmet Resai BİNYILDIRIM olsun, gerekse bu bölgede bulunan arkadaşlarım olsun, başımda gittikçe gelişen ağrıdan dolayı benimle yakından ilgilendiler. ALLAH (C.C.) hepsinden razı olsun.
 
10 yıllık hasret sonucunda babamın gözlerine perde indi. Onaylanan dava on yıl sonra zaman aşımına uğradı.
Sevgili kardeşim, biricik hemşehrim Turan UÇAN ve ablam beni İstanbul’da havaalanında karşıladılar.
Türkiye’ye gittiğim zaman paradan insan çehrelerine, İstanbul’dan doğduğum bölgeye kadar tamamen her şey değişmişti.
İntibak etmek, içimde yığınlaşan hasreti o anda dağıtmak asla mümkün değildi.
 
Size bugüne kadar anlattıklarımı bu sayfalara aktarmanın zorluğunu zannedersem aklınızdan geçiriyorsunuzdur.
Bugün, nerede, kime yapılırsa yapılsın, dünyanın her yerinde adaletsizliklerle, insanları kapı kulu gibi gören zihniyetlerle mücadeleye dün olduğu gibi bugün de, yarın da devam edeceğim. Nerede zulüm var, işkence var, adaletsizlik var, haksızlık var hiçbir ayırım yapmadan, gerekirse canımı feda ederek, onurluca, kararlı ve haysiyetli bir şekilde, ben orada olacağım. Buna namusun üzerine söz veriyorum.
Ülkemiz, vatanseverler, Türk Silahlı Kuvvetleri üzerlerinde oynanan oyunların büyüklüğüne, içten ve dıştan vatan topraklarının parçalanması için gösterilen sinsi faaliyetlere dikkatinizi çekiyorum. Türkiye’yi Yugoslavya gibi bölmek için ortaya atılan akîl adamlar projesi de emperyalist faaliyetlerden biridir. Hangi partiden olursanız olun  hepinizi bu konuda ve diğer konularda uyanık olmaya çağırıyorum.
 
¤  Bugüne kadar masumiyetlerin karşısında hiç bir güç duramadı... Yetkileri, unvanları, zırhlı arabaları, yüksek duvarları, yüzlerce korumaları boşa düşürecek temiz kalplerin dayanaklarından haberleri olmayanlar kendilerine sonradan yüklenecekleri asla taşıyamayacaklardı. Çevrelerinde külçe  ya da kül haline gelseler bile bunları ve geçmişlerini yorumlayacak bir kişi dahi bulamayacaklardı. Sana kötülük yapacaklar, senin aleyhinde konuşacaklar, sana yapılanlar karşısında susacaklar veya hoşnut olacaklar ya da onlar gibi taşlayacaklar sonra neye dokunduklarını, neyi incittiklerini, kimi gücendirdiklerini bilemeyecekler... Siyaset kürkü giyecekler, kaza yapacaklar, geçirdikleri imtihanları göremeyecekler... Bir yenilerinin kendilerine yakınlaşmakta olduğunu bilemeyecekler... İçlerine hapsettikleri hırsları, hapsedildikleri gururları onlara gerçekleri göstermeyecek... Ölümsüzlük koşusunda yanacaklar, yakılacaklar... Kabir denen çukurlara tıkılacaklar... Seyircilerin, onları beğenicilerin, yiyicilerin sonları da onlardan farklı olmayacaktı.
 
Kötülükleri yapanlarla aynı yönde bana isim takanları, iki yüzlüleri veya  fırsatçılık yapanları da, işbirlikçilerini de ben yakından tanıyorum. Çoğu zaman içimden bunları resimleyerek : «Susmak haykırmaktır» derim. Eğer sesim gür bir şekilde çıkmıyorsa bunun mutlaka manevi derinliklerinin olduğunu da sizlere hatırlatmak istiyorum. ALLAH (C.C.) ya Saburü’dür.
 
Bütün bunlarla, işkence ve zulüm yaparak, sahte belge üreterek, gerçek dışı beyanlarda bulunarak,  kanunlar mı uygulandı? Adalet mi tecelli ettirildi? Hakimler, savcılar, valiler, emniyet görevlileri, devlet memurları, adalet bakanlığı yetkilileri, milletvekilleri yeminlerine, görevlerine sadakat mı gösterdiler? Aldıkları maaşların, üzerlerine yüklendikleri sorumlulukların haklarını mı verdiler ? Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına adil, merhametli olduklarını mı duyurdular ? İnsan haklarına, yargıya, adalete, devlete saygılı olduklarını mı gösterdiler ? Ne yapmak istediler ? Ne yaptılar ?
 
Ben yargılamada kusurları olanları bana kötülük yapanları haval ettiğim yüce makama sığınarak bütün bu olaylara uzun süre sessiz kalmayı tercih ettim. Bunun sonucunda ne oldu ? Cenab-ı ALLAH’ın adaleti nasıl tecelli etti ?
Sebeplere takılıp, felç olanlar, trafik kazalarında ölenler, intihar edenler, yananlar, çocuklarını kaybedenler bana yaptıklarının karşılıklarını birer birer aldılar. Bana bugüne kadar yürüdüğüm yolda dokunmak isteyenler de, kötülük yapanlar da, dil uzatanlar da, hakkımı gasbedenler de değişik şekillerde cezalandırıldılar.
ALLAH (C.C.) her şeye kadir.
Hayatımın her safhasını sayfalara ve resimlere aktardım. Zaman zaman bunları sizlere sunacağım. İçinizdeki güzel duygular ölçüsünde sağlıklı kalın.
Bugüne kadar yazılarıma yer veren dostlarıma, kardeşlerime de en içten teşekkürlerimi  sunuyorum.
 
Paris,  02.04.2012
 
 Selam ve sevgilerimle.