Sanatçı Fazıl Say’a verilen ceza üzerinden ülkemiz toplumuna verilen mesajın ne olup olmadığına geçmeden önce dün (17.04.2013 Çarşamba) gerçekleştirilen ve ülkemiz genelinde,
TTB (Türk Tabipleri Birliği), TDB (Türk Dişhekimleri Birliği), SES (Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası), DEV SAĞLIK İŞ (Devrimci Sağlık İşçileri Sendikası), HAYAD (Hasta ve Hasta Yakını Hakları Derneği), THD (Türk Hemşireler Derneği), Türk Ebeler Derneği, TÜM RAD DER (Tüm Radyoloji Teknisyenleri/Teknikerleri Derneği), TMRT DER (Türk Medikal Radyoteknoloji Teknisyenleri Derneği), SHUD (Sosyal Hizmet Uzmanları Derneği), Türk Psikologlar Derneği SÖZSEN (Sağlık Çalışanlarının Sözü Sendikası), Sağlık Hizmetleri Sınıfı Çalışanları Derneği gibi  birçok sağlık örgütünün üye ve yöneticilerinin ortaklaşa gerçekleştirdikleri bir günlük uyarı g(ö)revi gerçekleştirip sağlıkta dönüşüm programının gerçekte “sağlıkta yıkım programı” olduğunu gösterdikleri için greve katılan tüm sağlık emekçisi arkadaşlara teşekkür ederek Fazıl Say’a verilen “on aylık” ceza bahsine geçmek isterim.
 
      Evet, Fazıl Say’ın ya da herhangi bir vatandaşımızın salt bir Ömer Hayyam şiirini twitlediği için ceza alması başlı başına bir utanç vesilesidir. Bir yurttaş, internet ortamında paylaştığı şiir alıntılı mesajından ötürü “halkın değerlerini aşağıladığı” gerekçesiyle mahkeme tarafından mahkûm edilmesi ancak “ileri demokrasi” ile yönetilen bizim gibi ülkelerde görülebilecek bir durum olması üzüntü vericidir.
 
     Bir insanın dindar olup, kendi dini inancı gereği ibadetini özgürce yerine getire bilmesi ve inandığı dini ifade etmesi nasıl en temel insan haklarından biriyse ateist olması ve “dinsizliğini” çeşitli biçimlerde açıklaması da en temel insan hakkıdır. Sınırları muğlak bırakılmış bir “hakaret” tanımı, esas olarak fikir özgürlüğünü engelleme niyetinin tezahürü olduğu bilinmelidir.
 
     Mahkeme kararında vurgulanan “halkın değerleri” kavramı, ülkemizdeki mevcut otoriter zihniyeti ortaya çıkarması açısından önemli ve bir o kadar da tehlikelidir. Ülkemiz de “müesses nizam”, farklı fikirleri bastırmak istediğinde daima “halkın/milletin değerleri” retoriğinin (söyleminin) arkasına sığındığını artık bilmeyen kalmadı.
 
    Türk Ceza Kanunu’nun 301. maddesinin getirdiği “Türklüğe hakaret” kavramının arkasına sığınılarak yaratılan baskılar, tehditler ve cinayetleri yaşamışken, halen bir Ömer Hayyam şiirinden “hakaret” suçu yaratılmış olması kaygı verici olduğunu belirtmeden geçemeyeceğim.
 
    “Hakaret”in sınırlarının bu kadar keyfi biçimde çizildiği bir ülkede demokrasi kültürü gelişemez. Çoğulcu bir toplum ve onun siyaseti, farklı değerlerin rekabet halinde olduğu bir alandır. Toplumda var olan farklı değerler arasında uyumsuzluk ve hatta aralarındaki çatışmalar modern hayatın doğasında olan bir durumdur. Farklı olandan duyulan korku ile demokrasi değil, olsa olsa faşist bir yönetim kurulur.
 
     Düşünceyi ifade özgürlüğü sağlanmadan demokratik siyaset gelişemez ve toplumsal hiçbir sorun çözülemez. Ülkemizin gündemimizde olan Kürt meselesinin barış ve demokratik kurallarla çözümünün önkoşulu da ifade özgürlüğünün “ama sız ve fakatsız” sağlanmasıdır.
     Demokratik toplumun inşası için düşünceyi ifade özgürlüğünün önündeki tüm engeller kaldırılmalıdır. Benzer olayların yaşanmaması için Ceza Kanunu’nun 215, 216, 217, ve 301. maddeleri ile ifade özgürlüğünü suç sayan diğer düzenlemelerinin yürürlükten kaldırılmasını, yargının da önüne gelen davalarda demokratik toplumun gereklerine göre yorum yapmasını beklemek her yurttaşımızın en doğal hakkıdır.
 
      Siyasal iktidarın içinden geçtiğimiz bu önemli süreçte barıştan, demokrasiden, özgürlüklerden yana sorumluluk alıp almayacağının yani “samimi” olup olmadığının turnusolü ifade özgürlüğünü engelleyen baskıcı yasaları meclisteki sayısal üstünlüğünü kullanarak kaldırıp,  kaldırmamasıyla görülecektir.
      Bu yasalar yürüklükteyken Fazıl Say örneğinde olduğu gibi ülkemizin tüm yurttaşları ifade özgürlüğü yönünden “hapislik” tehdidi altında olduğu bilinmelidir.