Erhan EROĞLU araştırdı ve yazdı…

  

İslam dünyası kendi iç dinamikleri yanı sıra fethetmiş olduğu topraklarda bulunan zengin kültürel mirası da devralarak, bunu kendi ihtiyaç ve anlayışına göre en uygun şekilde biçimlendirip anlamlandırmış ve bugünkü muhteşem mimari eserlerini ortaya koymuştur. Bu mimari eserler içerisinde şüphesiz en önemlileri mescitlerdir.

            Mescit, kelime anlamı itibariyle Arapçada secde kökünden gelen bir ifade olup, İslam’la birlikte secde edilen yer anlamında bir mekân manası almıştır[1]. İslam’ın ilk yıllarında ibadet edilen her yere mescit denilmekte idi ve ancak Mescidi Nebi, Mescidi Haram gibi başka bir sıfatla kullanıldığında belirli bir mekân anlamı taşımaktaydı[2].

            Cami kelimesi ise Arapça toplayan anlamına gelmekte olup, önceleri Cuma namazının kılındığı mescitleri belirten bir sıfat olarak el Mescidül Cami biçiminde ortaya çıkmış, daha sonraları ise özellikle biz Türklerde Cuma namazının kılındığı minberli mescitlere cami, Cuma namazı kılınmayan nispeten küçük ibadet mekânlarına ise mescit denilmiştir.

İslam’ın Mekke döneminde Müslümanların belirli bir ibadet yeri yoktu.  İslam kaynaklarına göre ilk mescit, Hicret esnasında inşa edilen Kuba Mescididir.   Hicretten hemen sonra ise Peygamberimiz için bir ev ve Mescidi Nebevi’nin inşasına başlandı ve bu mescit Emeviler dönemine kadar aynıyla kullanıldı. Mescidi Nebevi, kenarları yaklaşık 50 metre uzunluğunda, gölgelikli iki mekânı bulunan kare planlı bir avlu şeklinde idi[3]. Bu mescit aynı zamanda yönetim merkezi olarak da kullanılmış, Emevi Halifesi Velid zamanında yıkılarak yenisi inşa edilmiş, Memluk hükümdarı Aybars döneminde hemen hemen günümüzdeki şeklini almıştır. 

Emeviler döneminde ise fetih hareketleriyle birlikte ortaya çıkan zenginlik ve farklı kültürlerle tanışılması İslam mimarisinde de bir farklılaşmaya sebep oldu. Mescitlere minare, minber ve mihrap gibi öğeler eklemlenmeye başlandı. 

Bu üç öğeden biri olan minare, üzerinde ezan okunan yer anlamına gelmektedir[4]. Müslümanları namaza davet eden ezan ilk olarak Bilali Habeşi tarafından Medine’de Peygamberimizin evinin damından okunmuştur. Bununla birlikte Peygamberimiz ve dört halife döneminde ezan okumak için özel bir mekân tercihi bulunmamaktadır. Zamanla, ezanı daha uzaklara duyurabilmek için; bu amaca yönelik yüksek kulelere ihtiyaç duyulmuş ve sonuçta caminin ayrılmaz bir parçası olarak  "minare" adı verilen mimarî birim ortaya çıkmıştır[5].

Kaynaklarda minarenin ilk ortaya çıktığı yapıların Emeviler döneminde Basra Cuma Mescidi, Fustat Amr Camii ve Şam’daki Roma temenosunun camiye çevrilmesi ile inşa edilen Ümeyye Camileri[6] olduğu belirtilmektedir. Bu ilk minarelerin kilise çan kulelerinden esinlendiği ya da deniz fenerleri ve benzeri kuleler örnek alınarak yapılmış oldukları düşünülmektedir[7].

            İlham kaynağı neresi olursa olsun, ezanı daha fazla kişiye ve daha uzağa duyurmanın en akılcı yolu olarak şekillenen minare formunun, yalnızca ezanı duyurma amacıyla inşa edilmediği, farklı sembolik anlamlar da ihtiva ettiği düşünülmektedir.  Minarenin, İslam’ın ortaya çıkışından uzun bir süre sonra mimari bir eleman olarak varlığını göstermesi, özellikle Şam gibi büyük bir kentte Müslümanların dağınık olarak yerleştiği tüm mahallelere ezan sesinin ulaşmasının güçlüğü, minare formunun Müslüman olmayan Hıristiyan nüfusunun ortasında yeni dinin varlığını sembolize etmek gibi daha önemli bir amaca hizmet etmiş olduğu izlenimi oluşturmaktadır[8]. Minare bir nevi yeni fethedilen bölgelerde İslam Devleti’nin “Hâkimiyet Sembolü” olarak kullanılmış, “Müslümanların Egemenliğini” simgelemiştir. Minarelerin yapımından sonra dahi ezanın minarelerden değil de uzun bir süre camilerin damından okunmaya devam etmesi[9] bu görüşü destekler niteliktedir.

            Minareden hemen sonra caminin en önemli yeni özelliği mihraptır[10]. Mihrab, mescit ve camilerde Kâbe yönünü gösteren, duvarda bulunan ve imama ayrılmış olan oyuk veya girintili yer anlamında, İslam sanatına özgü bir mimari formu adlandırmak için kullanılmaktadır[11]. İslam’ın ilk döneminde kıble yönü bir taş parçası ile belirtilmekteydi[12]. İslam mimarisinde yarım daire niş biçimli “ilk mihrap” ise, Emevi Halifesi Velid b. Abdülmelik döneminde Medine Valisi olan Ömer b. Abdulaziz tarafından gerçekleştirilen, Mescidi-i Nebevi’nin yeniden inşasında ortaya konulmuştur. Bu ilk mihrabın, Hz. Muhammed’in Medine’deki evinin avlusunda namaz kıldırırken yüzünü döndüğü noktayı işaret etmek ve onun ilk imam olduğunu hatırlatmak gibi simgesel bir işlevi vardır[13].

                  Mihrabın kıble yönünü göstermesinin yanı sıra sembolik anlamlar da ihtiva ettiği bilinmektedir. Öncelikle mihrab kelimesinin kökeninden hareketle, bu kelimenin Arapçada “harb” (savaş)den gelmekte ve “şeytan ve dünyevi zevklere karşı savaşın (muharebe) açıldığı yer”  manası taşımakta olduğu düşünülmektedir. Böylece harb ve mihrab (savaş yeri) arasında bir ilişki kurulmuştur[14].   

            Mihrabın yalnızca namazın kılınacağı yönü tespit ve işaret amacıyla kullanılamayacağı görüşünü savunanlar iddialarını, erken dönem camilerinin hiç birinde mihrab bulunmayışı, caminin zaten bir bütün olarak kıbleye dönük olması ve mihrabın caminin birçok noktasından bakıldığında görülmeyişi tezleri ile desteklemeye çalışmışlardır. Dünyadaki bütün dini mimari elemanlarda iç bükey niş ya da iki sütuna taşıtılan basit kemerin bir imgeyi onurlandıran en bildik arka plan olarak kullanılması bu savın geçerliliği hakkında bizleri ikna olmaya yaklaştırmaktadır. Bu görüşe göre mihrab, insanlara Allah’ın lütfunun yolunu açan bir kapı, mihrabın ortasında bulunan kandil ise Allah’ın nurunu simgelemektedir[15]. Buna göre İslam mimarisinde mihrab simgesel olarak “Cennetin Kapısını” ifade etmektedir. Mihrapların çoğunda farklı boyutlarda iç içe sekiz çerçevenin görülmesi ise Cennet’e girişi sağlayan kapılar olarak düşünülmektedir. Bu yoruma neden olan şey ise hadislerde cennetin sekiz kapısının olduğu ifadesinden ileri gelmektedir. Bazı mihraplarda en son kapıda asılı bir kandil motifinin yer alması da cennette Allah’ın varlığının bir sembolü olarak değerlendirilmektedir. Aynı şekilde mezar taşları üzerinde yer alan mihrap motiflerinin de cennete geçişi sembolize ettiği düşünülmektedir[16].

            İslam mimarisinde bir diğer form ise minberdir. Minber “camilerde hatibin çıkıp hutbe okuduğu merdivenli kürsü”ye verilen bir ad olup mihrab ve cemaatin sağında, merdivenlere açılan kapı ve çerçevesi üzerinde sayvanları bulunan bir sahanlıktır[17].                                          

Kelimenin “kademe kademe yükselerek çıkılan yer” anlamına gelen Arapça “nebr” kökünden türetildiği ileri sürülmektedir. Minberi ilk defa kullanan kişinin ise Hz. İbrahim olduğu rivayet edilmektedir. Bilindiği gibi daha sonra ise Hz. Muhammed tarafından kullanılmıştır[18]. Hz. Muhammed, halka vaaz verirken bir hurma kütüğüne dayanıyordu. Daha sonra, konuşmalarını ayakta yapan Peygamberin yorulduğunu gören inananlar, O’na uygun bir kürsü yapmaya karar verirler. Bu nedenle kaynaklarda, Hz. Muhammed’e, ılgın ağacından üç basamaklı bir minber yaptırıldığı yazmaktadır. Peygamberimizin minberi 1256 yılında Abbasiler döneminde ortaya çıkan bir yangında yanmıştır. Bugün Mescidi Nebevî’de yer alan minber ise Osmanlı sultanlarından III. Murad’ın hediyesidir.  Camilere düzenli olarak minber yerleştirilmesi Emevi döneminin sonlarına, özellikle Abbasi dönemine rastlamaktadır[19].

            Minber aynı zamanda kürsü, taht vb. anlamlarına gelmektedir ve yüzyıllar boyunca hukuksal otoritenin simgesi olarak da kullanılmıştır. Minber Cuma hutbesi ile ilgili olmasına rağmen kısa bir sürede en mütevazı camilerin bile vazgeçilmez unsurlarından biri haline gelmiştir, hatta sık sık medrese, türbe, kervansaray gibi diğer yapılarda da görülmeye başlamıştır. Hutbelerde hükümdarların isimlerinin de okunmaya başlamasıyla da güçlü bir politik etki kazanmaya başlamıştır. Hutbeyi okuyan hatibin herkes tarafından kolay bir şekilde görülüp duyulabilmesi ihtiyacından dolayı minberin geliştiği düşünülmektedir.

            Peygamberimizden sonra hutbeyi okuyan hatip minberde peygamberin oturduğu yerden bir basamak aşağıda oturarak ona saygı göstermiştir.  Böylece minberin de tıpkı mihrap gibi Peygamberin manevi varlığını sembolize eden İslam kültürü içinde önemli bir unsur haline geldiğini söylemek mümkündür. Ayrıca Peygamber’in Cuma hutbeleri dışında bu kürsüyü yabancı elçileri kabul ettiği bir taht olarak da kullandığı ileri sürülmektedir.

            Minber camilerde siyasal, toplumsal mevzunun odak noktasıdır. Bu sebeple simgesel olarak “Devlet”i sembolize eden bir mimari formdur. Hutbelerin hükümdar adına buradan okunması, Cuma namazının cemaatle kılınmasının farz olması münasebetiyle herkesin bir arada bulunduğu bir zaman diliminde toplumsal mesajların cemaate bu bölümden verilmesi bu durumun göstergesidir. Bununla birlikte minber üzerindeki dört sütunla çevrilmiş alanın Allah’ın hâkimiyetini sembolize etmekte olduğu düşünülmektedir.

            Sonuç itibariyle İslam mimarisindeki minare, namaz vaktinin duyurulmasının yanı sıra “İslam hâkimiyeti” ve “Müslüman egemenliğini”, mihrab imamın namaz kıldırdığı yer ve kıble yönünü işaret etmenin yanında  “Cenneti”, minber ise hutbe vasıtasıyla dini ve toplumsal mesajların inananlara ulaştırılmasına vasıta olması ile “Devleti” sembolize etmektedir.

 

KAYNAKÇA

 

ASLANAPA, Oktay, “Mihrab”, İslam Ansiklopedisi Cilt 8, Sayfa 294 – 304

 

ASLANAPA, Oktay, “Minber”, İslam Ansiklopedisi Cilt 8, Sayfa 335 – 339

 

BAYRAKAL, Sedat (2007), “Erken Osmanlı Dönemi Minberleri 1300 – 1500”, Basılmamış Doktora Tezi, Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sanat Tarihi Ana Bilim Dalı, İzmir

 

BOZKURT, Tolga (2007), “Osmanlı Selatin Cami Mihrapları”, Basılmamış Doktora Tezi, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sanat Tarihi Ana Bilim Dalı, Konya

 

EYİCE, Semavi, “Mescid”, İslam Ansiklopedisi Cilt 8, Sayfa 1 – 118

 

EYİCE, Semavi, “Minare”, İslam Ansiklopedisi Cilt 8, Sayfa 323 – 335

 

GRABAR, Oleg (2004), (Çeviren Nuran Yavuz), İslam Sanatının Oluşumu,(3. Basım)

İstanbul, Kanat Kitap

 

NEFES, Eyüp (1996), “Minarenin Cami Mimarisine Katılımı ve İlk Minare Örnekleri”, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İslam Tarihi ve Sanatları Ana Bilim Dalı, Samsun

 

ÖZGÜR, Şenay (2007), “Oleg Grabar ve İslam Sanatı Yorumu”, Basılmamış Doktora

Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İslam Tarihi ve Sanatları Ana

Bilim Dalı, İzmir

 

UYSAL, Ali Osman (1990), “Anadolu Selçuklularından Erken Osmanlı Dönemine Minare Biçiminde Gelişmeler”, Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi Dergisi, Cilt 33, Sayı 1 – 2, s. 505 – 533

 

 

 

 

 



[1] Semavi Eyice, “Mescid”, İslam Ansiklopedisi, Cilt 8,  s. 1

[2] Eyüp Nefes, Minarenin Cami Mimarisine Katılımı ve İlk Minare Örnekleri, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Ondokuz Mayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İslam Tarihi ve Sanatları Ana Bilim Dalı, Samsun, 1996, s. 17

[3] Oleg Grabar, İslam Sanatının Oluşumu, (Çev. Nuran Yavuz), Kanat Kitap, 3. Baskı, İstanbul, 2004, s.94

[4] Eyüp Nefes, Minarenin Cami Mimarisine Katılımı ve İlk Minare Örnekleri, s.17

[5] Osman Uysal, “Anadolu Selçuklularından Erken Osmanlı Dönemine Minare biçiminde Gelişmeler”, Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi Dergisi, Cilt 33, Sayı 1 – 2,  s.  505

[6] Şenay Özgür, Oleg Grabar ve İslam Sanatı Yorumu, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü

İslam Tarihi ve Sanatları Anabilim Dalı, İzmir, 2007, s. 251 (Yayınlanmamış Doktora Tezi)

[7] Osman Uysal, “Anadolu Selçuklularından Erken Osmanlı Dönemine Minare biçiminde Gelişmeler”, s. 505

[8] Oleg Grabar, İslam Sanatının Oluşumu, s. 103

[9] Şenay Özgür, Oleg Grabar ve İslam Sanatı Yorumu, s. 251

[10] Oleg Grabar, İslam Sanatının Oluşumu, s. 104

[11] Tolga Bozkurt, Osmanlı Selatin Cami Mihrapları, (Basılmamış Doktora Tezi), Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sanat Tarihi Ana Bilim Dalı, Konya, 2007, s. 8

[12] Oktay Aslanapa, Mihrab”, İslam Ansiklopedisi Cilt 8, s. 295

[13] Tolga Bozkurt, Osmanlı Selatin Cami Mihrapları, s.11

[14] Şenay Özgür, Oleg Grabar ve İslam Sanatı Yorumu, s. 243

[15] Oleg Grabar, İslam Sanatının Oluşumu, s. 104

[16] Şenay Özgür, Oleg Grabar ve İslam Sanatı Yorumu, s. 248

[17] Oktay Aslanapa, Minber”, İslam Ansiklopedisi Cilt 8, s.335 -  339

[18] Şenay Özgür, Oleg Grabar ve İslam Sanatı Yorumu, s. 256

[19] Sedat Bayrakal, Erken Osmanlı Dönemi Minberleri 1300 – 1500, (Basılmamış Doktora Tezi), Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sanat Tarihi Ana Bilim Dalı, İzmir, 2007, s. 17

 

Editör: TE Bilişim