“Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu” TBMM’den GEÇTİ!
( EMEKÇİLERİ BU YASAYA SIĞDIRAMAZSINIZ!) 
 
 Keyifli bir hafta sonu yazısı yazmayı planlamıştım. Lakin 18 Ekim Perşembe akşamı TBMM’den iktidar partisinin gayretli çalışmalarıyla geçen Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu ülkemiz çalışma yaşamını ve biz emekçilerin kaderini yakından ilgilendirdiği için “keyifli hafta sonu yazısı” bir başka hafta sonuna kaldı.
     Önce “Toplu İş İlişkileri” adıyla karşımıza çıkartılan, sonradan adı “Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu”na dönüşen ve Perşembe akşamı kanunlaşan yasa tasarısı, işveren örgütlerinin hükümetle kol kola girmesi,  iktidar partisi milletvekillerinin işçi sınıfına karşı fazla mesai yaparak canla başla çalışmaları ve protesto eden işçilerin bir kilometre bile TBMM’nin yanına  yaklaştırılmamaları sonucunda Meclis’ten madde, madde geçirilerek Cumhurbaşkanlığı katına  onanmak üzere gönderildi.
     Bir kez daha gördük ki, siyasi iktidarın ve işveren örgütlerinin “sosyal diyalogdan”, “üçlü görüşmelerden ve “sosyal tarafların mutabakatı”ndan anladıkları şey patronların çıkarları için Anayasal eşitlik ilkelerinin ve işçi sınıfının kazanılmış bütün haklarının bir gecede ayaklar altına alınmasından başka bir şey değildir. 
     İşçi ve emekçilerin  örgütlenme iradesine karşı bence cumhuriyet tarihinin en ciddi saldırısı olan, sendikal hakları devlet kontrolünde,  3–5 sektörde, birkaç yüz bin işçi ile sınırlandırmayı hedefleyen bu yasa tasarısı TBMM’de görüşülürken iktidar partisine mensup milletvekillerinin verdiği değişiklik önergelerinin patronların talebi olduğu Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı tarafından emekçilerin gözünün içine baka, baka söylenerek geçirildi. 
    Türkiye’de işyerlerinin ezici çoğunluğunun 30’un altında işçi çalıştıran işyerlerinden oluştuğu düşünülecek olursa, bu değişikliğin sendikalaşma açısından önemli bir engel olacağı, taşeronlaştırmayı yaygınlaştıracağı açıktır. TBMM’nin TOBB ve TUSKON gibi sermaye örgütlerinin baskısı doğrultusunda karar vermesi Milletin Meclisinin sınıfsal yapısı konusu hakkında yeniden düşünmemizi gerektirmektedir. Hatta sınıfsal yapı konusunu aklımızdan hiç çıkartmamamız gerekliliğini işaret etmektedir.
     Eğitim, sağlık, ulaştırma, inşaat, gazetecilik, turizm gibi pek çok sektörde toplusözleşmeyi imkânsız kılacak olan, 30 ve altı işyerlerinde çalışan işçilerin sendikal güvencelerini dolayısıyla toplusözleşme haklarını işverenleri kırmamak adına gasp eden bir siyasal anlayışla karşı karşıya olduğumuzu artık görelim.
     DİSK-AR verilerine göre 6 milyon işçi 30 ve altı işçi çalıştıran işyerlerinde çalışıyor. Bunların daha önce olan sendikal güvenceleri kaldırıldı. 30 ve üzeri işçi çalıştıran işyerlerinde ise 3 Milyon 295 bin işçi için ise toplusözleşme yapacak sendika kalmıyor. Buna göre  12 milyon kayıtlı işçinin ancak 2 milyon 700 bini sendikal hakların faydalanabilecek. Evet, ülkemiz işçi sınıfının karşı karşıya kaldığı gerçeklik budur. 
     Geçtiğimiz Perşembe akşamı mecliste kabul edilen yasa ile 30’dan az işçi çalıştıran işyerlerinde çalışan işçilerin sendikal nedenle işten atılmaları yaptırımsız kaldı. Bu işçiler sendikal tazminat hakkından yoksun bırakıldı. Yanı artık işverenler 30’dan az işçi çalıştıran işyerlerinde çalışan işçileri sendikaya üye oldukları için rahat, rahat işten atabilecekler. 11 milyondan fazla işçinin 7 milyona yakını için sendikaya üye olmayı bırakın “hayalini bile kurmaları yasaklı hale gelmiştir artık.”  
    Çıkartılan yasa ülkemiz çalışma koşullarını esnek üretim ve taşeronlaştırmaya sınırsızca açan ve 9 milyon kayıt altında bulunan işçinin en temel hakkı olan sendikal örgütlenme hakkını gasp eden bir yasal düzenleme olduğu bilinmelidir. Patronları kıramadık vb. Söylemleriyle yasayı izah edemezler. Yapılan yasal düzenlemenin adı “demokrasi düşmanlığıdır.” Bunun adı düpedüz “ işçi düşmanlığıdır.”
     Elbette biliyoruz çalışma koşullarımızı patronların isteği yönünde belirleyen ne ilk nede sonuncu yasal düzenlemedir. Nasıl daha önce yaptıkları iş kanunu düzenlemesiyle esnek çalışmayı güvence altına alarak iş güvencesini ortadan kaldırmışlarsa, şimdi de işverenlerimizi “kıramadıkları” için sendikalaşmayı ortadan kaldırıyorlar. Yarın da patronlarımızı kırmamak için kıdem tazminatını kaldırırsınız olur biter. Şimdi vicdan sahibi, alın teriyle geçinen her emekçinin kendine ve halkına şu soruyu sorması gerekiyor. “Bu hükümet kimin hükümeti?”
      Bu ve buna benzer soruları sorup, yanıtlarını aradıkça, özcesi ülkemiz emekçileri “kendine sınıf olma” bilincini geliştirdikçe kendi iradesine inat yapılan böylesi anti demokratik düzenlemelerin içine sığmayıp param parça edecektir.