Siyasal iktidarın sözcüleri son on buçuk yıldır ülkemiz gündemini belirlemekte oldukça maharetliydi. Lakin 31 Mayıs 2013 ten bu güne gündemi değiştirecek onlarca manevra yapmalarına, kolluk güçlerinin orantısız gaz ve şiddet kullanmasına göz yummasına rağmen Taksim Gezi Parkı eylemcileri ülkemiz gündeminden düşmüyor, aksine gündem oluşturmaya devam ediyor.

Evet, bir siyasi iktidar gündemi belirleyemiyorsa devreye genellikle muhalefet girer. Tabi ki bizde ana muhalefet partisi CHP’nin gündem belirleme gibi bir siyasi iradesi olmadığı için, maalesef AK Partisi sürekli olarak gündemi belirleyen durumunda kalarak iktidarını alternatifsiz hale getirmiştir.

Yaklaşık bir aydır ülke gündemini hali hazırdaki siyasi iktidar belirleyemiyor. Gündeme müdahale hiç kimsenin pek tahmin edemediği bir yerden, Gezi Parkındaki ekolojik bir meseleden geldi. Gezi’nin sesi, açığa çıkamamış birikmiş başka gündemlerle buluşarak güçlü bir demokrasi çığlığına dönüştü.

Gezi Parkı direnişi devletin şiddet mekanizmalarını açığa çıkardı. Başbakanın burjuva demokrasisinin kendine has naif kültürünün kırıntısından bile nasibini almamış boş söylemleriyle, zorba üslubuyla, ülkemizdeki ileri demokrasi sürecinin ne kadar istekli ellerde olduğunu, AK Partisi politikalarına hayır diyenlere de evet diyenlere de net bir biçimde gösterdi.

Başbakanın gündeme müdahale hamleleri yetersiz kaldı. Devletin fiziksel güç gösterisi, direnişçilerin yeni yaratıcı eylemler geliştirmesine neden oldu. Böylece gündem, “duran insan” eylemiyle iktidarın faşist zihniyetini teşhir etti ve durdurulmasının mümkün olduğunu gösterdi.
      
Gezi Parkı direnişinin, otuz yılı aşkındır yalnızca Kürt halkının kendi demokratik talepleri doğrultusunda oluşturduğu kitlesel kalabalıklardan sonra en büyük muhalif kitle gösterisi olduğunu söylesem abartı olmaz. Aynı hareketler olmamakla birlikte her ikisinin ortak özelliği sınıfsal karakterlerinin zayıf olmasıdır. Kimlik ve ekoloji mücadelesi, eşitlik, özgürlük, adalet talepleriyle toplamında demokrasi mücadelesine tekabül etti. Emek hareketinin ve diğer toplumsal hareketlerin zayıf ya da etkisiz olduğu gerçeğini dikkate alırsak, iki farklı mücadeleyi demokrasi mücadelesinde buluşturabilmek önümüzdeki dönem gündemini belirleyen bir durum olabilir. Çünkü kimlik talepleri kadar ekolojik taleplerin de demokrasinin olmazsa olmaz dayanaklarından bir olduğu ortaya çıktı.

Kimlik ve ekoloji taleplerinin bir bütün olarak demokratik anayasa talebi zemininde bir araya gelmesi, Türkiye’de ihtiyaç duyulan yeni seçeneğin ortaya çıkıp gelişmesine olanak sağlayabilir. Zor ama gerçekçi bir mücadele birliği, AK Partisi iktidarı ile dayatılan sınırlı “demokrasiyi” aşabilir. Mücadelenin zorluğu Gezi Parkı eylemiyle birlikte kendine kanal bulan “ulusalcı milliyetçi” akımların varlığı ve bunların özünde barış karşıtı güçler olmasıdır. Ama yine aynı zamanda bu zorluğu aşabilmek de, Gezi Direnişi çerçevesinde gelişen mücadelenin ortaya çıkardığı güçle, emek sermaye karşıtlığını temel alarak ve bunu kimlik mücadelesi ile birleşerek oluşturacağı kitleselliğin basıncına hiçbir güç dayanamaz.

Yeni ve sancılı bir sürece girdiğimiz genel kabul görüyorsa, yeni siyasetin handikapları da olacak demektir. Soğuk savaş sürecinin sona ermesinden sonra uzun yıllar o dönemin siyasal kültürü, tarzı, yapısı iç eleştirilere rağmen egemen siyaset biçimi olarak devam etti. Gezi Parkından sonra bu egemen siyaset tarzı alışkanlıklarımızı derhal terk etmemiz gerekiyor. Milliyetçiliğin/Ulusalcılığın bu tarihsel süreçte özellikle de sol muhalefet içerisinde uzun süre barınma şansı da kalmamış gibi görünüyor.

Yıllardır öz eleştiri vermeden “yeni” kavramı ile diğer sol muhalif siyasetlerden kendini ayırmaya çalışanlar, “yeni” kavramının da aşınmasına bir türlü engel olamadıklarını hep birlikte yaşayarak gördük. Gözlemleye bildiğim kadarıyla tüm sosyolojik olgular gösteriyor ki şimdi artık “yeniyim” diyen sol muhalif siyasetin kendisini  Gezi’de, yani meydanda olup bitenin neresinde olduğunu görme zamanıdır.
        
Evet, “duran insan eyleminin sonu ne olacak?” duran bisiklet misli devrilecek mi? Yâda yoluna hızlanarak devam edecek mi? Samimi olarak belirtmeliyim ki bu ve benzer sorulara verilecek sade tek bir yanıt yok!  Önümüzdeki yıl yapılacak yerel seçimlere kadar siyasal iktidar gündem değiştirici taktiklerine bütünlükçü karşı gündemlerle durulup, gündemi ezilenler, ötekileştirilenler, gadre uğrayanlar, yaşam tarzına müdahale edildiğini düşünenler, ineçlerini gereği gibi yaşayamayanlar kendi taleplerini ortaklaştırarak gündemi belirleme sürekliliğini sağlar iseler siyasal iktidarın her türden engellemelerini bertaraf ederek iktidara yürüyüşlerini hızlandıra bilirler diye duran insanları her gördükçe düşünüyorum.
       
Dururken düşünelim, sakın ola düşmeyelim.
      
İki günlüğüne sürgün edildiğim Rize iline gidip 29 yıllık eğitim işçiliğimi kamu sektöründe bitirecek olan emekli dilekçemi işleme koyduracağım için affınıza sığınarak yazılarıma birkaç gün ara vereceğim. Sevgiyle kalın, hoşça kalın.