Ah, dönülmez akşamın ufkundayız/ Vakit çok geç/ Bu son fasıldır ey ömrüm/ Nasıl geçersen geç

       Birbirinden değerli Türk Sanat Müziği icracısının severek okuduğu ve biz dinleyenlere tarifsiz hazlar veren bu şarkıyı hemen her yaş gurubundan bilmeyen yok gibidir.
Bestesi 1950’li yıllarda Münir Nûrettin Selçuk tarafından yapılan şarkının söz yazarı Yahyâ Kemâl Beyatlı’dır. Evet, şarkının sözleri AK Partinin şu günlerde yaşadığı süreçle de ilişkilendirile bilir.

        Dönülmez akşamın ufku mevcut siyasal iktidar için görünür hale geldi. Bu görünürlük ne “kurulan kardeşlikleri tanıyor ne de hal hatır saydırıyor.” Yazıyı kurguladığım magazin formatına aldanmayın. Mesele ciddi. “AK Partisi-cemaat kavgası” dönülmez akşamın ufkuna dayandı. Evet, iki taraf içinde vakit çok geç!  Güzeller güzeli ülkem maalesef bir “dejavular” ülkesi. Canım ülkemde hiçbir ittifakın “ezel-ebed” olması mümkün değil. Çıkar sözcüğü bütün ilişkilerin kesişen kümesi.

      Mesele “dershane” konusunun çok ötesinde.  Ülkemiz coğrafik konumlanışı gereği hep hareket eden fay hatları ve bunların oluşturduğu basınçlardan kaynaklı depremler coğrafyası olmuştur. Coğrafi konumuna “paralel” siyasi konumlanışı veya iktidar anlayışı da ortak düşman algısıyla ve çıkar dengelerinin iyi gözetilmesi aracılığıyla sağlandığından gayet sıradan konulara bile 8,8 şiddetinde deprem olmuş gibi sallanmaya müsaittir. Siyaseti bilenler bilir ülkemizde “ her mesele bir vesiledir.”

      Ortada, ne “paralel devlet”in tasfiyesi var ne de demokrasi kavgası. Sermaye dünyasına ait olan, “durma düşersin” prensibiyle bir devinim var. Dün hangi “Saik”lerle bir araya geldilerse bugün benzer nedenlerle iç savaş yaşıyorlar. “Kelle” derdindeler, yayılmacı bir ruh halleri var, iktidar üzerinde tek belirleyen olmaya çalışıyorlar.

     Ülkemiz yakın tarihine baktığımızda üç önemli olay, bu tartışma bağlamında kendini hemen açığa vurur: 1926 İzmir suikastı davası, Menderes-Zorlu-Palatkan üçlüsünün idamı ve 1962 Albay Talat Aydemir-Fethi Gürcan idamı.  Egemenler arasındaki rekabette bu dönem “eğrileri” akılda tutulduğu oranda, çatışmalar bir süre sessiz sürdürülür, ana yollar bulunmaya çalışılır ancak çatışma alenen ortaya dökülürse bu tarih bilgisi sebebiyle acımasızlaşır.

     Bu durum, güzel ülkemizin “sahibi” olmadığını, karşılıklı “kullan at” pratiğinin hükümet-iktidar-devlet ilişkilerinde hâkimiyet kurduğunu gösterir. Bir dönemin muktedirleri hemen ardından hapislerde gün doldurmaya başlar, başlayabilir. Bütün muhaliflere karşı kullanılan her pespaye ajitasyon, komplocu yöntemler, iftira sağanağı bu defa karşılıklı olarak kullanılıyor, yenileri hazırlanıyor.

     “Bavul”lar açıldı bile. Daha ilk belge (2004′teki MGK kararları, Gülen’i “bitirme” harekât planı altında AK Partisi iktidarının imzasının bulunması) büyük gürültü kopardı. Aynı zamanda yeni kaset, şantaj görüntülerinin servis edilmesinin eli kulağındadır. Abartılı mertlik söylemlerinin, alnı secdeden kalkmayan nesil yetiştirme vaadinin ne tür etik sorunları perdeleme aracı olduğu bu vesileyle ortaya çıkmış oldu.

       Evet, diyalektik işliyor. Karşı cephenin fiziksel tasfiyesi ardından iktidar blokundaki koalisyon dağılıyor. Onların trajedisi de bu. Yıllardır Kürt hareketini bölmeye çalışırlar. Şimdi kendileri çatırdıyor. Palazlanmak dağıtıcı olabiliyormuş demek. “Hizmet Grubu” adliye, zaptiye, maarif saç ayağındaki hâkimiyetle yetinmek istemiyor. AK Partisi ise bu kritik alanları onlara terk etmeyi beka sorunu sayıyor. Eski yılların karşılıklı güvensizliği de ortada. AK Partisi “Şangay Beşlisi” türünde “tehlikeli” oyunlardan söz açarken, cemaat daha bir ABD havasından çalıyor. Kavga daha büyük ve bu iki özne de birer aracı sadece.

     Bir de bunların tuttuğu, yetiştirdiği, büyüttüğü kalemler var. Şimdilik birbirlerini zayıflatarak iradelerini kabul ettirmeye odaklandıklarından bütün kurşunlar harcanmıyor. Muharebeler, olası bir geçici uzlaşma sırasında derhal gözden çıkarılacak basit isimler arasında çok daha sert, tehditkâr yaşanırken “ağır abiler” ortaya konuşmakla yetiniyor.    
  
       Diyalektik isteğe galebe çalacağı için, sandıklarının umduklarının aksine hepsinin kendilerine birdenbire cehennemi bir kapışmada bulması gayet mümkün. İktidar blokundaki iç gerilimin nasıl sonuçlanacağından, belki de daha önemlisi o cenahın bütün söylemlerindeki içtenliksizliğin açığa çıkması, benim gibi milyonlarca emekçinin bizzat deneyimleyerek bu ikiyüzlülüğü, en yakınındakileri bile harcama potansiyelini bir e bir gözlemlemesidir.

       Sarsıntının öncül sarsıntılar olduğu her halinden bellidir. Asıl şiddetini zamanla hissedeceğiz. Evet,  egemenler için vakit çok geç lakin biz emekçiler için nasıl geçersen geç deme lüksü bulunmamakta.