On iki gündür iletişim ve haberleşme araçlarından uzak, sevgili annemle baş başa baba ocağımız Bahçeli kasabasındaki evimizde Nazım Usta’nın    “bu gün Pazar” şiirinde belirttiği gibi “bahtiyar” dık. (Bu anda ne düşmek dalgalara/ bu anda ne kavga,/ ne hürriyet/  ne karım. 

Toprak, güneş ve ben... / Bahtiyarım..)

 

     Bahtiyar olma günlerimiz sayılı olduğu için hızla tükendi elbet. Geçen on iki günde haber manşetlerini hızla tararken Çin’de Uygur Özerk Bölgesinde yaşayan Türklere yönelik baskı ve şiddet politikalarını “bahane” ederek ülkemiz metropollerinde çekik gözlü insan avına çıkan milliyetçi, faşist kudurganlığın beynini yemiş hali “bahtiyarlık” halimden sıyrılıp hızla klavyenin başına geçmeme neden oldu.

 

      Evet, Çin’de Uygur Özerk Bölgesi’nde yaşayan Türklerin uğradığı her türden devlet baskısı ve yer yer çatışmaların olduğu gerçekliğinden hareket etsek bile sokakta gördüğün her çekik gözlüye (Çinli dahi olsa) bu baskı ve şiddet politikalarının müsebbibi sayıp saldırma nedeni olamaz. Yeni yaşandığı iddia edilen, yalan ve sahte fotolarla sosyal medya aracılığıyla doğruluğu teyit edilmeden servis edilerek harekete geçirilen ülkücü faşistler, sokak sokak çekik gözlü avına çıkması milliyetçi hezeyanın ülkemizdeki durumunu göstermesi açısından ürpertici, ülkücülerin düştükleri durum açısından ise trajikomik bir hale tekabül etmekte.

 

     Yaşadıkları memlekette görülen zulümleri görmeyecek denli beyinleri dumura uğratılanlar Uygur Türklerinin Çin’de uğradığı iddia edilen zulme karşı önüne ilk çıkan çekik gözlüye saldırmasını beylik sözlerle geçiştirmek olayın vahametini,  ibret vesikası olacak yönlerini küçültmekle, ört bas etmekle eş anlamlıdır.

 

     Ta Ergenekon’dan bugüne, ne yana gittiklerini Allah bilir kendilerinin de bilmediği bir Turancılıkla bezeli 9 ışık, Asena’nın kulaklarını çınlatan, Hilal’e kuyruklu yıldız taktıracak, Mao’yu darağacına götüren zamansız komediler silsilesini ülkeye armağan eden ülküsü kendinden menkul bir grubun parodileriyle manşetlere son 12 günde damga vurmuş.

 

      Kafatasçılığı gözlere bakarak uygulayan, Çin lokantasını, aşçısı Uygur Türk’ü olmasına rağmen illa da Çin’lilerin işlettiğini sanan bu ırkçı hezeyana, Korelilerin mağdur olarak dâhil olmasında şaşılacak bir şey yok. Koreli kardeş senin ne işin var, Sultanahmet’te turistlik yapıyorsun. Gözlerinden de mi çekinmiyorsun. Ya seni Çinliye benzetirlerse ne olacak işin sonu. Hadi Korelileri anladık, ya ülkücü vatandaş, senin niye gözlerin çekik. Maazallah başka bir çekik gözlü olmayan ülkücüye denk gelirsen ne olur hiç düşündün mü?

 

       Sosyal medyada ırkçı hezeyana resimlerle destek veren, kışkırtıcı paylaşımlar yapanlara ne demeli. Yağlıboya resmi, performans gösterisini Uygur Türklerine yapılan zulüm olarak lanse eden paylaşımlar, akla zarar. Bunlara yenileri eklenmeye devam ediyor. Yazarçizer takımından ülkücü faşistlere taktikler verenler, Koreli ile Çinli’yi ayırt etmenin 5 yolu adı altında yazılar yayınlıyor.

 

      Bir zatın tarifi şöyle: “Çinlilerin suratı genelde yayvan olur, dikdörtgen gibi. Korelilerin ise biraz daha uzunlamasına… Çinliler daha uzun ve zayıf, Koreliler ise daha kısa… Koreli kızlar Çinlilere göre daha güzel, erkekleri ise daha yakışıklı… Çinlilerin ten rengi daha sarımtırak, Koreliler ise daha beyaz tenli… Çinliler el ile tokalaşırken Koreliler eğilerek selam veriyor… Son olarak, Koreliler Çinlilere göre daha sessiz ve sakindirler…” Hadi bakalım, ayıkla pirincin taşını…

      

      Tarihi film çekimi esnasında Kayseri’deki surlara Haçlı bayrağı asan sahneyi basarak, “Türkiye Türk’tür Türk kalacak” diyen ırkçı kafaların akıllara zarar pratikleri bitmek bilmiyor. Ülkücü çete kitap fuarını basıyor, İncil vb. Hıristiyan din kitapları satışı yapan yayınevi standına gidiyor, “İncili neden 1 liraya satıyorsunuz” diyor. Eczaneden havuç isteyen tavşan hikâyesine benzer bir şekilde bunla da kalmayan ırkçı güruh, “Burada niye Hz. Muhammed’in hayatını anlatan kitap yok” diye soruyor. Hıristiyan din kitapları standında Hz. Muhammed’in hayatını arayanda akıldan bahsetmek, manavdan ayakkabı istemek gibi bir şey olsa gerek kanımca.

 

       Aptallıkta sınır tanımayan aklı evvel ırkçılar, bir asker kaza sonucu hayatını kaybettiğinde bile koşa koşa inşaat arayarak Kürt linç etmeye kalkar. HES’lere karşı bir kere bile eylem yapmamış olan ırkçılar, HES inşaatında çalışan Kürtleri linç etmek için HES’e koşar. Polisi arkasına alarak devrimcilere, Kürtlere saldırırken, kendi eylemine polis engel çıkardığında eline bayrağı alıp İstiklal Marşı okumaya başlar.

 

      Manşetlere çıkan, çıkartılan vakalardan da anlaşılacağı üzere Faşizm, ırkçılık, gün gün aklı eriten bir virüs olup, tedavisi çok uzun süreler alır.