Bu gün 24 Temmuz Basın Bayramı.. Basında sansürün ülkem coğrafyasında kaldırılışının üzerinden bir asırdan fazla olmuş. Yazım konusu ciddi mi? Ciddi ama bir fıkrayla giriş yapmak istiyorum:
 
     Adamın biri hayvanat bahçesine gitmiş, bakmış ki bütün hayvanlar kahkahalarla gülüyor eşek yan gelmiş yatıyor. Adam bir anlam verememiş. Merakından ertesi gün tekrar gitmiş, bu seferde bütün hayvanlar yatıyor eşek kahkahalarla gülüyor. Hayvanat bahçesi müdürüne sormuş:
- Dün bütün hayvanlar gülerken eşek yatıyordu, bugün ise bütün hayvanlar yatarken eşek gülüyor bu ne biçim iştir? Ne oluyor?
 Müdür :
- Sormayın beyefendi dün zürafa bir espri yaptı, eşek ancak bugün anladı...
     Bağlantıyı merak eden okurlarımız için dönelim konumuza… Bilindiği üzere ülkemizde 24 Temmuz  “Basın Bayramı.” Peki, nedir bu basın bayramı?
 
    Ülkemizde 24 Temmuz 1908 tarihinden bu yana her 24 Temmuz günü “Basında sansürün kaldırılışının yıldönümü” olarak kutlanır. Şüphesiz 24 Temmuz 1908’de 2. Meşrutiyetin ilan edilmesi ve 25 Temmuz 1908’de çıkan gazetelerin sansür memurlarına verilmeden yayımlanmasının tarihsel bir anlamı ve değeri vardır. Ancak bu gerçeklikten hareketle 24 Temmuz’un “basın bayramı” veya “basında sansürün kaldırılışının yıldönümü” olarak kutlanması gerçekçi değildir. Çünkü ülkemizde bazen kaba saba, bazen de inceltilmiş bir biçimde olsa da, zaman zaman azalıp zaman zaman çoğalsa da basında sansür, gelenekselleşmiş bir devlet politikası olarak hep uygulandı.
 
    Sansürcüler, tam bir ikiyüzlülükle sansürün kaldırıldığı yalanını hep pompaladı. Sansürcü uygulamalar hem yasal zeminde hem de yasadışı olarak fiilen süregeldi.
 
    Birkaç örnek vermem gerekirse...
 
    2. Meşrutiyetin ilanından sonra 1909 yılında Serbesti gazetesinin başyazarı Hasan Fehmi, devlet güçlerinin parmağıyla Galata köprüsünde kurşunlanarak öldürüldü. Araştırmacı gazeteciliğin duayenlerinden Necati Abay’ın yaptığı araştırmaya göre Ermeni gazeteciler Krikor Zohrab ve Hrant Dink, Türk gazeteciler Sabahattin Ali ve Uğur Mumcu, Kürt gazeteciler Musa Anter ve Nazım Babaoğlu’nun da aralarında bulunduğu 115 gazeteci ve yazar ya gözaltında kaybetme saldırısıyla ya da aslında failleri belli “faili meçhul” cinayetlerle öldürüldü.
 
    104 yılda kapatılan, toplatılan, imha edilen gazetelerin, dergilerin, kitapların sayısının haddi hesabı yok...
 
    104 yıldır tutuklanan ve mahkum olan gazetecilerin, yargılanan gazetecilerin sayısının haddi hesabı yok...
 
    Tutuklu Gazetecilerle Dayanışma Platformu’nun saptamasına göre “halen cezaevlerinde 16’sı imtiyaz sahibi ve yazı işleri müdürü olmak üzere çoğu Kürt basınından ve sosyalist basından 90 gazeteci tutuklu bulunmaktadır. Dünyada tutuklu gazeteci sayısı 170’dir. Bunun büyük çoğunluğu Türkiye’de tutuklu bulunmaktadır. 104 yıldır ilk kez bu siyasi iktidar döneminde tutuklu-hükümlü gazeteci sayısı bakımından Türkiye Dünya birincisi haline geldi.”
 
     Bu veriler, basında sansürün kaldırıldığı iddialarının bir palavradan ibaret olduğunu gösteriyor. Yasal uygulamalara gelince; Anayasa, Terörle Mücadele Yasası, Türk Ceza Kanunu’ndaki çeşitli maddeler yürürlükte olduğu sürece basında sansürün kaldırılmış olduğundan zaten söz edemeyiz. Binlerce gazeteci, sanatçı, aydın, insan hakları savunucusu düşünceleri nedeniyle yargı kıskacında bulunuyor.
 
    Ve en önemlisi siyasal iktidarın temsilcileri Anayasa değişikliği kapsamında basında sansürü Anayasa maddesi haline getirmek istiyor. Demokrasi ile sansür arasında doğrudan bir bağın bulunduğunu, bu bağın birbirinden ayrılmaz bir biçimde bir birini besleyerek geliştiği bilinmelidir. Yoksa 104 değil 204 yılı da geçse üzerinden demokrasi tüm kurum ve kuruluşlarıyla işlevsel değilse bir ülkede basında sansürün kaldırılmış olması ve o günün “bayram” olarak kutlanması fıkrada geçen zürafa esprisinin bir gün sonra algılanmasına denk düşen durumlar yaratması kaçınılmazdır.