Katledilen-tecavüze uğrayan kadınların ancak 3. sayfa haberi olabilen hikâyelerini süsleyen eski iyimser kareleri, kötü bir film seyrettikleri hissinden kurtulamayan acılı ailelerin "vatan sağ olsun" nidalarının asla ulaşamayacağı ölü askerlerimiz, parçalanan bedenleri anneleri tarafından bir araya getirilmeye çalışılan biçare “kınalı kuzular.”
 
     İzmir'de kaçak göçmenleri taşıyan teknenin batmasıyla altmış bir kişi hayatını kaybetti. Yaygın medya prim yapacak haber almış tilki gibi haber üzerinden sansasyonel dramlar çıkartarak bu olayı her zamanki gibi reytingleştirdi.
 
     Suriye'den, Irak'tan, Filistin'den geliyorlardı... Emperyalizmin av sahası haline getirdiği Ortadoğu'dan...

     Altmış bir göçmen, Avrupa'ya giderek daha iyi bir hayatın -daha iyi olmasa da- savaşın olmadığı bir hayatın peşinden giderken öldüler. Kazanın ardından ortaya çıkan bulgular açıklanır ve “yetkililer” konuşurken, suç yine gemi kaptanı gibi birkaç kişi üzerine atılarak gerçek nedenler hasıraltı edildi. İnsanların ülkelerini, yurtlarını, evlerini terk ederek sonu belirsiz bir geleceğe neden kaçtıklarına, hangi savaşın hayatlarını kararttığına, ayrılmak zorunda oldukları ülkelerinin nasıl vahşi ve kanıksatılmaya çalışılan bir kıyımla altüst edildiğine hiç değinilmedi. Bıktırıcı beylik kalıplarla "insanlıktan" bahseden devlet yetkilileri güya üzgünmüş gibi bir ifadeyle timsah gözyaşları dökerken Ortadoğu'nun kaynar kazan olmasındaki payları hiç sorgulanmadı!
 
      Kimse mültecilerin ölümünden sadece birkaç kişinin sorumlu olduğunu iddia etmesin!
Altmış bir kişinin ölümünden, Ortadoğu'yu petrol ve rant savaşları için savaş alanına çevirenler ve emperyalist saldırganlığın taşeronluğunu yapmaya hevesli ülkem iş bilir yöneticileri de sorumludur.
 
      İkinci toplu ölüm haberi, askeri mühimmatın patlamasıyla hayatını kaybeden Afyonkarahisar'dan geldi. Akşam karanlığında o kadar askerin patlayıcı maddelerle dolu bir depoda ne yaptıkları sorularını bir yana bırakalım. Bu ölümler de toplu halde değil de belli bir süreye yayılmış aralıklarla gerçekleşseydi muhtemelen haber değeri bile taşımayacaktı. Askerde intihar süsü verilerek öldürülen ya da eline komutanı tarafından bomba verilerek ölen asker sayısı az değil. Yirmi yaşına yeni basmış emekçi çocuklarının “vatan, millet, Sakarya” nutuklarıyla ölüme gönderilmesi yeni değil; emperyalizmin ve ülkem egemenlerinin tercihleri uğruna 30 yılı aşkın bir süredir “damardan” veriliyor bu etkin uyuşturucu: “Vatan görevi”!
       Kapitalizmde insanın ölümü olağanlaştırılır. Medyada ölümler ruhsuz rakamlara sıkıştırılır. Yanı başımızda ölenler kapitalizmin bekası, zenginlerin semirmesi için istatistik tabloları halinde ifade edilir. Türkiye'de kimi sorumsuz siyasetçi bozuntuları ise fikrini zikre döker ve onlar için “tane” deyiverir: “25 tane asker hayatını kaybetti”! Eğer ölenler yakınları değilse, geri kalanlar açısından ya bir sayıdır artık onlar ya da yaşının gençliği, yüzünün güzelliği, çocuklarının sevimli fotoğrafları kalır akıllarda...
 
       Üzerlerine kilitlenen bir gecekonduda sadece hayalleri değil bedenleri de yanarak ölen kaçak mülteciler, üzerlerine kilitlenen kamaralarda boğularak ölen kadın ve çocuklar... Televizyon ekranlarından gündemimize şöyle bir sokulup çıkarılır. Yaygın medyayı da tekelinde bulunduran egemenler televizyonları ve gazeteleri aracılığıyla gerçekte faili oldukları ölümleri bizlere bir kara mizah gibi her Allahın günü izletirler; sonra bunu başkaları takip eder.
 
       Ölümlerden bile kar elde etmenin bir yolu bulunur zira! Kendisine dokunmayan yılana bin yaşasın diyen duyarsızlaştırılmış ve çürütülmüş bir toplum yaratılır. Bu toplumda, kendi evi dışındaki her ölüm olağanlaştırılır.
 
       İnsanın insan olmasına sebep olan bilince yabancılaştıkça, yani bir yerde dur demedikçe artık giderek daha sık duyduğumuz feryatlar korosuna bizim de katılacak olmamız hiç de uzak bir ihtimal değildir.