Yarın (17 Nisan 2013) Köy Enstitülerinin 73. Kuruluş yıl dönümü.   1940 yılının 1y Nisanında kurulan Köy Enstitüleri, eğitimin adım adım hayatın gerçeklerinden uzaklaştırıldığı ve muhafazakârlaştırıldığı günümüzde daha fazla anılmayı hak ettiği kanaatindeyim.
     Öncelikle, kuruluş yıldönümü dolayısıyla, Köy Enstitüleri‘nin kurucu-yöneticisi İsmail Hakkı Tonguç’u ve bu eğitim kurumlarına emek vermiş tüm eğitim emekçilerini saygıyla anıyorum.
     Köy Enstitüleri, kuruluş yasasına göre köy öğretmeni ve köye yarayan çeşitli meslek sahiplerini yetiştirmek amacını taşımaktaydı. Özellikle köy aydınlanması açısından önemli hizmetler vermiş olan bu okullar hem bir dönemin aydın kuşaklarının yetiştirilmesine kapı aralamış hem de öğretmen yetiştirme sistemi açısından bir model olmuştur.
     Cumhuriyet’imizin eğitim projesi açısından önem taşıyan Köy Enstitüleri, bir süre sonra köy çocuklarının aydınlanmasından duyulan rahatsızlığın da etkileriyle birleşince kapatılmıştır. Köy Enstitüleri‘nin kurulduğu yıllarda, ülke nüfusunun %80‘den fazlasının kırda yaşadığı düşünüldüğünde Enstitülerin önemi ve kırdaki egemenlerde yarattığı rahatsızlığın boyutları daha iyi anlaşılacaktır.
    Birinci Dünya Savaşı‘nın yol açtığı yıkımın ardından kurulan bir ülkede, çok sınırlı kaynaklarla ve insan gücüyle, teori ile pratiği birleştirmeyi ve kaynakları en iyi şekilde değerlendirmeyi başaran Köy Enstitüleri, öğretmen yetiştirme açısından özel bir model olmuştur.
    Bugün Türkiye‘de yerleştirilen pratikten kopuk, dogmatiklermiş eğitim anlayışının karşısında Köy Enstitüleri deneyimi bir bakıma yaşamla bilgi arasında bir köprü oluşturmuş ve yaşayarak öğrenme pratiklerinin geliştirilmesi adına önemli katkılar sunmuştur. Ayrıca aralarında Fakir Baykurt, Talip Apaydın, Emin Özdemir, Adnan Binyazar gibi çok sayıda edebiyat ve sanat insanının yetişmesini sağlamıştır.
     Üretimle iç içe gelişen bu öğrenme sürecinin getirdiği aydınlanmanın, kırsaldaki geleneksel egemenlik ilişkilerinin devam etmesini isteyen kesimlerde yarattığı rahatsızlıkla Köy Enstitüleri‘nin kapatılmasıyla öğretmen yetiştirme sisteminde önemli bir deneyim ve birikim kaybedilmiştir.
     Köy Enstitüleri‘nden günümüze bakıldığında, gerek öğretmen yetiştirme gerekse de eğitimin içeriği açısından durumun içler acısı olduğu görülebilmektedir. Öğretmen yetiştirmede tam bir keşmekeş yaşanmaktadır. Önce YÖK ve Milli Eğitim Bakanlığı arasındaki koordinasyonsuzluk, öğretmen yetiştirme ile ihtiyaçlar arasında dengesizlik yaşanmasına yol açtığı herkesçe bilinmektedir.
     Ardından öğretmen atamalarında tam bir kıyım süreci başladı. Eğitim fakültelerini başarıyla tamamlayarak mezun olmaya hak kazanan öğretmenlerin atamaları yapılmadı, genç öğretmenler KPSS‘ye tabi tutulmaya başladılar. Ardından istihdam politikalarındaki esnekleştirme ve güvencesizleştirme doğrultusunda, kadrolu öğretmen atamaları her geçen gün azaltılarak yerine sözleşmeli, ücretli öğretmenlik gibi daha güvencesiz ve esnek statüler oluşturuldu.
      Bugün gelinen aşamada, okullar öğretmensiz, öğretmenler ise işsiz durumdadır. Dahası, ülkemiz yöneticileri, her üniversite mezununun, mezun olduğu alanda iş bulmak gibi bir beklentisinin olmaması gerektiğini, Milli Eğitim Bakanı ise eğitim fakültesi mezunlarının da kendilerine başka işler aramaya başlamalarını dile getirmektedir.
     Köy Enstitüleri‘nin 73. kuruluş yıldönümünde, eğitim sistemimiz her türlü alt üst edilirken öğretmen yetiştirme konusunda da gelinen nokta maalesef budur. 28 yılı aşkın bir süre sınıf öğretmenliği yapmış bir eğitim emekçisi olarak Köy Enstitüleri‘nin kuruluşunun 73. yılında bu eğitim kurumlarının kuruluş amacını ve mantığının yeteri kadar sahiplenilmediğini biliyorum. Ülkemize aydınlanma ateşini taşıyan, demokratik öğretmen hareketinin ülkemizde gelişmesine büyük katkılar sunan tüm Köy Enstitülü eğitim emekçilerine şükranlarımı bir kez daha sunar, bizlere teslim ettikleri aydınlanma meşalelerini bizden sonrakilere teslim edene kadar onurumuzla taşıyacağımıza anıları önünde söz veririm.