AK Partisi hükümeti giderek kötüleşen ekonominin faturasını zamlar ve vergi artışları ile yine emekçi halka kesmektedir.      Büyüme rakamlarına bakıldığında Dünya’da ekonomik krizden en fazla etkilenen ülkeler arasında yer alan ülkemiz, kriz sonrasında hızlı bir artış gösteren büyüme oranlarının gölgesinde giderek artan cari açığı karşılama sorunu ile yüz yüzedir. Bununla birlikte kriz sonrası yaşanan kontrolsüz büyümenin ortaya çıkarttığı olumsuz fatura türlü dalaverelerle yine emekçi halkın üzerine yıkılmaya çalışılmaktadır.
 
     AK Partisi iktidarı, kendi döneminde kamu kurum ve kuruluşlarını, kamu arazilerini haraç mezat satarak, özelleştirmeler yolu ile 35 milyar dolarlık bir gelir elde etmiştir. Yine 1999 yılında çıkartılan işsizlik fonunda biriken ve işsizlere ait olan 60 milyar TL’lik bir kaynak hükümetin piyasalara müdahale aracı olarak kullanabildiği, hükümet bütçesine gelir olarak kaydedebildiği bir yapıdadır. Bunun yanında son on yıldır vergi sistemi son derece acımasız bir yapı olarak şekillendirilmiştir.
 
     Adaletsiz vergi olarak tanımlanan ve herkesten gelirine bakılmaksızın yaptığı harcamaya göre, aynı oranda alınan dolaylı vergilerin toplam vergi geliri içindeki payı 2010 yılı verilerine göre % 67 seviyesindedir. (2011 son çeyreğine girilirken 9 aylık veriler %75 seviyelerinde gösteriyor) Kısacası toplanan her 4 liranın 3 lirası dolaylı vergilerden toplanıyor.
 
     2002 yılından itibaren dolaylı vergilerde önemli bir artış gerçekleşmiştir. Bunun nedeni Özel Tüketim Vergisi’nin uygulamaya sokulmasıdır. Bu yolla devlet, tüm vergi gelirlerinin 4’te 1’ini karşılayacak devasa bir kaynağa sahip olmuştur. 2010 yılında toplanan ÖTV 56 milyar TL’yi bulmaktadır. Bunun faturası Petrol ve Doğalgaz ürünlerine, Kolalı Gazoz, Alkol ve Tütün mamullerine, Motorlu Taşıt Araçlarına, Dayanıklı Tüketim ve Diğer Mallara yapılan zamlarla kendini göstermiştir. 2010 yılında Petrol ve Doğal gaz ürünleri 32 milyar TL’lik büyük bir gelir yaratırken, Alkol ve tütün ürünleri ve kolalı gazozda 18 milyar TL’ye ulaşan bir kaynak sağlamıştır. 1999 yılında deprem vergisi olarak uygulamaya giren ve daha sonra kalıcılaşan Özel İletişim Vergisi de, 4 milyar TL ile uygulamadaki önemini korumaktadır. Bu durum tüm toplumsal kesimlere farklı düzeylerde yansıyan sonuçlar doğurmaktadır.
 
      Diğer yandan emekçilerin kazanılmış hakları," küresel rekabet" söylemi ile sürekli geriletilmekte, çalışma koşulları giderek kötüleşmektedir.
 
      Sözün özü, bir yandan kamu kaynakları sermaye kesimlerinin ihtiyaçlarına göre kullanılırken, diğer yandan doğal gaz ve elektrik zamları, ÖTV’lerde gerçekleştirilen artışlar ile ürettiğinden çok tüketmenin maliyeti emekçi halka kesilmektedir. Özelleştirmeler, kamu hizmetlerinin ticarileşmesi, kamu arazilerinin yağmalanması, ormanların, suyun, derelerin pazarlanması, emekçilerin kazanılmış haklarının gasp edilmesi gündemi hayatımızı gün be gün kuşatmaktadır.
 
     Nitekim Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, egemenlerin ağzındaki lokmanın ne olduğunu açıklamış daha çok ve ucuz çalışmaktan dem vurarak, emekçileri kölece yaşam koşullarına taşıyacaklarını ilan etmiştir. Zaten Avrupa ortalamasının 12 saat üzerinde haftalık çalışma süresine sahip emekçilere, daha zor ve ucuz bir çalışma yaşamını dayatmak krizin faturasının emekçilere kesildiğinin ibretlik örneğidir.
 
     Uygulanan emek düşmanı yeni liberal ekonomi-politikaların artık sonuna gelinmiştir. Deniz tükenmiş,” Yunanistan mı olmak istiyorsunuz?" tehditleriyle birlikte ,"arka bahçelik" rolü üstlenilmiş sendika genel kurullarındaki "büyüyen Türkiye" söylemi arasında kölece çalışma koşularını hedeflediklerini, emekçilere yönelik "kemer sıkma" politikalarına devam ettireceklerini gözümüzün içine baka baka söylemeye devam ediyorlar.
 
     Ülkemizin uluslararası finans kuruluşlarının ideolojik yönelimleri için değil, toplumsal ihtiyaçlar için bir ekonomiye ve o ekonomiyi yönetecek emekçi halkın gerçek temsilcilerine ihtiyacı vardır.