ÜLKEMİZ EMEKÇİLERİNİN MÜCADELE TARİHİNDE ÖNEMLİ BİR KİLOMETRE TAŞI 15–16 HAZİRAN DİRENİŞİ!
 
 
Bu gün ve yarın Türkiye işçi sınıfı, 15–16 Haziran direnişinin 42. yılını kutlamaya hazırlanıyor. İşçilerin sendikalarına sahip çıkmak için sokakları doldurduğu ve barikatları aşarak ilerlediği 15–16 Haziran, işçi sınıfının eylem gücünü ve fiili-meşru mücadele çizgisini bir kere daha hatırlatıyor.
 
        Siyasi ve ekonomik belirsizliklerin yaşandığı 1970'li yıllarda, Süleyman Demirel'in başbakanlığındaki AP Hükümeti, uygulamaya koyacağı ekonomik önlemler karşısında muhalif güç istemez ve hedefine DİSK'i koyar. DİSK, 1963'den sonra hızla gelişmeye ve devrimci-militan bir işçi tabanını bağrında toplamaya başlamıştır. DİSK'i bitirme niyetinin ilk sinyali, Çalışma Bakanı Seyfi Öztürk'ten gelir. Öztürk'ün "Yakında DİSK'in çanına ot tıkanacak" açıklamasını yaptığı yer ise özel olarak seçilmiştir: Her zaman hükümetlere yakın, sermaye ile işbirliği içinde olan Türk-İş'in Erzurum'da toplanan kongresi.
 
        Öztürk'ün bu açıklamasından sonra, 1963'de yürürlüğe giren ve işçi sendikalarına kısmi demokratik haklar tanıyan 274 sayılı Sendikalar Yasası ve 275 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt yasasında değişiklik yapıldı. Tasarının gerekçesi "Türkiye'deki sendika bolluğu var" olarak açıklansa da asıl amacın Türk-İş'ten işçi akışının yaşandığı ve devrimci-militan bir işçi tabanını bağrında toplayan DİSK'i kapatmak olduğu herkes tarafından biliniyordu.
 
        Tasarı ile işçilerin sendika seçme ve değiştirme hakkı gasp ediliyor, sendikadan ayrılma işleminin noter vasıtasıyla yapılabilmesi, sendika genel kurullarının iki yerine üç yılda bir toplanması, sendikanın fonlarının yüzde 30'unu aşmamak üzere konfederasyondan izin alınması zorunluluğu ile yatırım yapabilmesi izni getiriliyordu.
 
Tasarıya karşı hızla mücadele başlatıldı. Yazarlar, gazeteciler sendikal özgürlüklere yönelik tehdide dikkat çekti, DİSK üyeleri basın toplantıları yaptı, bildiriler yayımladı. DİSK'in Ankara'da yaptığı girişimlerden de sonuç alınamadı.
    11 Haziran 1970 Perşembe günü toplanan Millet Meclisi'nin 101. birleşiminde tasarı ele alınmaya başlandı. Tasarıya Meclis'te şiddetle karşı çıkan tek isim, TİP İstanbul Milletvekili Rıza Kuas oldu. "Hükümetin 274 sayılı Sendikalar Kanunu ve 275 sayılı Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanunu ile ilgili olarak hazırladığı iki Yasa Tasarısı Türk çalışma hayatında büyük hüsrana ve zararlara yol açacaktır" diye sözlerine başlayan Kuas, şöyle diyordu: "Sendika özgürlüğünü yok eden tasarılarla demokrasiye aykırı bir yönetim, bir Türk-İş diktası getirilmek istenmektedir. Yeni tasarılarla Türk-İş Konfederasyonuna ayrıcalık tanınmakta, iktidarla aynı politik ve sosyal görüşlerde olmayan, özgür düşünceyi savunan ve Türk-İş dışındaki diğer bütün sendikalar ortadan kaldırılmak istenmektedir." Diyerek emekçilerin vekili olduğunu gösterdi.   
 
       Tasarının Millet Meclisi Genel Kurulu'nda tartışıldığı saatlerde, DİSK heyeti de Ankara'da tasarıyı durdurmak için görüşmeler yapıyordu. DİSK Başkanı Kemal Türkler başkanlığındaki heyet, önce CHP Genel Sekreteri Bülent Ecevit'le, ardından Milli Birlik Grubu ile görüştü. Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri "Tasarı bizi ilgilendirmez" yanıtını verirken, Başbakan Süleyman Demirel DİSK ile görüşmeyi kabul etmedi. Cumhurbaşkanı'ndan ise randevu istemine cevap gelmedi. Böylece DİSK heyeti, 12 Haziran Cuma günü İstanbul'a döndü. Aynı gün tasarı Millet Meclisi Genel Kurulu'nda 4 ret oyuna karşı 230 oyla kabul edildi. 214 milletvekili ise oylamaya katılmadı.
 
        DİSK yöneticileri cumhurbaşkanı Sunay’dan veto etme talebinde bulundu lakin cumhurbaşkanından olumsuz yanıt aldı. Bu olumsuz yanıttan sonra İstanbul'a dönen DİSK heyeti, yasanın iptali için eylem hazırlıklarına başladı. DİSK'in Genel Temsilciler Meclisi, tasarının mecliste kabulünden üç gün sonra, yani 14 Haziran Pazar günü Merter'deki Lastik-İş Sendikasının binasında toplandı. Yaklaşık 400 DİSK'linin katıldığı toplantıyı DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler yönetti. Söz alan birçok işçi temsilcisi sermayenin bu yeni oyununu boşa çıkarmak için direnişin kaçınılmaz olduğunu söyledi ve toplantının sonunda oy birliği ile direniş kararı alındı. Buna göre, işçiler pazartesi sabahı fabrikalarında şalterleri indirecek ve belirlenen güzergâhlardan şehir merkezlerine yürüyecekti. Böylece, Türkiye tarihine damgasını vuran 15–16 Haziran Büyük İşçi Direnişi'nin ilk adımı atılmış oldu.
        
         İki gün süreyle   İstanbul başta olmak üzere,Gebze ,Kocaeli,İzmir ve Ankara da  işçi ve emekçilerin kitlesel gösterileri barikatları aşarak,gözaltına alınan arkadaşlarını serbest bıraktırarak ve dahi tırsak zenginleri uçakla yurt dışına kaçırtacak denli kararlılıkla yürütülmesi sonucunda İstanbul ve Kocaeli’nde sıkıyönetim ilan edilerek DİSK yöneticilerini ve öncü işçi önderlerini tutuklama yoluna giderek bastırıla bilmişti.
 
       İşçilerin buna cevabı iş yavaşlatma ve iş durdurmalarla oldu. 1970 yılı boyunca devam eden bu tür eylemlilikler sonucu. İstanbul'un bazı sanayi bölgelerinde binlerce asker tarafından gözetim ve denetim altına alınan emekçiler jandarma-polis zoruyla işbaşı yapmaya zorlandı.
 
      Faturası zenginlere ağır olan işçilerin direnişi, yasanın yürürlüğe girmesini takiben iptali için TİP ve CHP Anayasa Mahkemesine başvurmasını sağladı. Anayasa Mahkemesi, 15–16 Haziran direnişinden aylar sonra yasayı iptal etti.
 
      Ancak direnişin kazanımı, bununla sınırlı kalmadı. 15–16 Haziran direnişinin mücadele çizgisi, DİSK'in örgütlü işçi sayısını 150 binlerden 600 binlere çıkardı. Ayrıca politik içerikli eylem ve kampanyalar örgütlemesini de sağladı. DGM'leri kapattıran "DGM'lere hayır" ve "141–142 kaldırılsın" mitingi ve eylemleri ile "Faşizme Hayır" kampanyası, bu politik talepli mücadelelerin en önemlileri oldu. Bunların yanı sıra 1980'deki TARİŞ direnişi, 15–16 Haziran'ın direnişçi ruhu örnek alınarak geliştirildi.