Keklik, halk arasında hangi özellikleriyle anılır bilir misiniz? Bildiğimiz, ayakları ve gagası kırmızı, gerdanı renkli, alımlı, kınalı ve güzel ötüşlü keklik?
Keklik, avcıların favorisidir ve asıl marifeti de avcılara zorluk çıkarmaması, dahası yardımcı olmasıdır. Mesela keklikler, av esnasında yanlarında bir keklik vurulduğunda tüyünü bile kıpırdatmaz; ses vererek kendisini ve yanındakileri açık hedef yapar. Kapandaki bir keklik ise seslenerek civardaki bütün keklikleri avcının kucağına çeker ve deyim yerindeyse avcıya teslim eder.
O yüzden “çantada keklik” lafı kolay yoldan elde etmeyi veya, onun vasıtasıyla amacına ulaşmayı ifade eder. Bir de “keklik soylu” söylemi var. Halk arasında kendi toplumunu ona düşmanlık edenlerin yoluna götürenlere veya götürmeye çalışanlara denir.
Aleviler arasında keklik için başka bir söylence daha vardır. Denilir ki, Ehl-i Beyt evlatlarından biri şehit edildiğinde keklikler onların etini didiklemişler ve kanları üzerinde eşelenmişler. Ayakları ve gagaları, bulandıkları bu kandan almış rengini…
Uzun uzun marifetlerini sayıp dökmeden rahatlıkla söylenebilir ki, günümüzde Alevi toplumu bakımından “keklik soylu” dediğimizde ilk gelen isim İzzettin Doğan’dır.
“Hacı hacıyı Mekke’de, derviş dervişi tekkede, arsız arsızı dakikada bulur” demişler. Kendisi başlı başına bir 12 Eylül projesi olan İzzettin Doğan ve Cumhuriyetçi Eğitim Merkezleri (CEM) Vakfı ile “Fethullah Gülen Hoca Efendi” ve cemaati, Aleviliğin asimilasyonu projesinin temelini atmada birbirlerini buldular.
Bekleniyordu, oldu. Aleviliğin asimile edilmesinde yeni bir “açılım” dillendiriliyordu. Biz de, Haziran ayaklanmasından sonra buna hız verildiğini ve bu çalışmaların ona gönülden razı olan kesimlerle yürütüleceğini, Alevi toplumunun ve onun demokratik taleplerinin üzerinden yükselen demokratik Alevi hareketinin dışlanacağını, dahası yok sayılacağını vurguladık. İşte, İzzettin Doğan ve Fethullah Gülen ortaklığı ile başlatılan “Cami-Cemevi-Aşevi” projesi bunun adımıdır.
Alevi toplumunun ve örgütlerinin sert tepki göstermesine, projeyi -haklı olarak- bir inkar ve asimilasyon saldırısı olarak mahkum edip eylemlerle protesto etmesine rağmen, 8 Eylül’de Ankara Tuzluçayır’da temel atma töreni yapıldı. Devlet ve hükümet yetkililerinin de katıldığı bu projenin bütün finansmanını Gülen cemaati yapıyor.
Bu tezgah, yandaş medyada “hoşgörü projesi” olarak, “bin yılın barış projesi” diye allanıp pullanıyor. Oysa bu projede hoşgörü yok, inkar ve asimilasyon var. Alevilere dönük yeni bir saldırı var.
Hoşgörü yok, çünkü Aleviliğe hakaret edenler baş köşede izzet ve ikramla ağırlanıyor. Alevileri aşağılayan, kirli ve hileli pazarlıklarla, dolaplarla onları asimilasyon tuzağına çekenler ile onları yemleyenlerin Alevi toplumuna, varlığına, inancına, öğretisine saygısı ve hoşgörüsü yok. Onların hoşgörü dediği şey kendi asimilasyoncu siyasetlerine ve inkarcı, ayrımcı söylemlerine hoşgörü ile yaklaşılması, karşı çıkılmaması, benimsenip desteklenmesidir. İtiraza bile tahammülleri yoktur.
Bu projede hoşgörü yok, çünkü hoşgörü karşılıklı olur. Oysa projenin sahipleri, hem Alevilere hiçbir söz hakkı tanımıyorlar, onların taleplerini yok sayıyorlar, hem de hoşgörüyü tek yanlı olarak Alevi toplumundan bekliyorlar.
Hoşgörü yok, inkar var, çünkü onlar cemevlerinin ibadethane olduğunu kabul etmiyorlar. Alevilerin ibadetlerini ibadetten, ibadethanelerini de ibadethaneden saymıyorlar. Bu konuda hiç ama hiç hoşgörüleri yok. Asıl ibadethane yeri olarak camiyi adres gösteriyorlar. Alevileri yıllardır camiye çekemedikleri için de bu yeni hile ile yapmayı umuyorlar. Cemevinin bu projede yer almasının asıl amacı, Alevileri camiye çekmek ve asimile etmektir.
Bu projede cemevi ve aşevi, biri oturma salonu diğeri de toplu yemek salonu gibi caminin parçası, uzantısı olarak kurgulanıyor. Bu projede cemevlerinin ibadethane olduğu gerçeği inkar ediliyor, onu caminin bir bölümüne dönüştürüyorlar.
Bu projenin hiçbir yerinde Alevilere ve Aleviliğe karşı hoşgörü yok. Onların Alevilere reva gördüğü zulümdür, şiddettir. Bu tablo, tam da bu asimilasyon projesinin temeli atılırken yeniden yaşandı. Asimilasyon siyasetini protesto eden Alevilere, gaz bombası, cop ve plastik mermiyle, tomayla saldırdılar. Onlarca insan yaralandı ve birçok kişi gözaltına alındı.
Devlet erkanı, cemaat ve bilimum keklik soylu işbirlikçiler kucak kucağa poz verirken, hemen iki adım ötede yaralılar ve gözaltılar pahasına Aleviler polis şiddetine karşı direniyordu. Bu projeyi kabul etmeyeceklerini bir kez daha dile getirdiler.
Başta Aleviler olmak üzere ezilenlerin hoşgörü yaklaşımını, hoşgörülü toplum arzusu ve davranışını görmek isteyenler, Haziran ayaklanmasındaki mücadele yoldaşlığına ve Gezi komünündeki eşitlikçi, özgürlükçü tabloya bakmalıdır. Hoşgörü, ancak böyle bir zeminde ve ortamda (zulme karşı mücadelede, mazlumla dayanışmada) ifadesini bulur.
Buna rağmen Aleviler hoşgörülü diye, zalimle bir olup Alevileri inkar eden, onları asimilasyon tuzağına çekmeye çalışanlara itibar edileceğini, hoşgörü gösterileceğini sananlar iflah olmaz işbirlikçilerdir sadece. Aleviler bu tuzağa düşmez. Bu yüzden sokaklara çıkıyorlar. Bütün polis şiddetine rağmen direniyorlar.
Ancak bununla yetinilmemeli. Alevi toplumunun biriken öfkesi büyütülmeli ve yayılmalı. Başta, Alevi ezilenleri tarafından. Öyle ki bu projelerden medet umanlar yalnızlaştırılsınlar, bir daha böylesi bir girişime cesaret edemesinler.
Şimdi, sonbaharda sokaklar yeniden ısınıyor. ODTÜ öğrencileri, yeni sezonda direnişin perdesini açtı ve direniş dayanışma eylemleriyle yayılıyor. Alevi ezilenlerinin öfkesi bu dalgayı daha da büyütecektir. Gezi iklimi coğrafyamızı yeniden etkisi altına alıyor. Fırtına bulutları toplanıyor.
Bu kez, işbirlikçi hainleri de hedefe alan bir söylem ve eylem gelişiyor. Öfke seli şimdi bunları da süpürecek, süpürmeli. Hepsi layığını bulmalı. İnkar ve asimilasyona ve buna çağıran keklik soylu işbirlikçilerine hoşgörü yok.