Sayın Başbakanımız Tayyip Erdoğan’ın öğrencilere yönelik son açıklamaları, inanç özgürlüğü ve yaşama tarzına yönelik yeni bir siyasal saldırı dalgasıyla karşı karşıya olduğumuzu peşinen ifade etmeliyim. Başbakan’ın açıklamaları, üniversite öğrencilerinin yaşama ve barınma alışkanlık ve tercihlerine odaklanmış gibi görünse de, aslında bütün yurttaşlarımızın yaşam tercihlerine yöneliktir diye bilirim.
    Üniversite öğrencisi olsun olmasın, 18 yaşını doldurmuş her birey kendi yaşamı hakkında kendi kararını verme erginliğindedir. Öğrenciler, öğrenim için gittikleri kentlerde nerede ve kimlerle kalmak ve kaldıkları yerlerde nasıl yaşamak isterlerse o şekilde yaşamak hakkına ve özgürlüğüne sahiptir. Devletin tek görevi bu özgürlüğü korumaktan ibarettir.
     Öğrenciler devlet yurtlarında barınsalar da barınmasalar da devlet malı; devlet de Başbakan’a mülk değildir. Üniversite öğrencileri aile vesayetinde yaşamak zorundaki çocuklar olmadıkları gibi, hiç bir aile de çocuğunu Başbakan’ın ahlaki ve dinsel tercihlerine emanet etmiş değildir. Toplum ile hükümet arasında böyle bir kontrat yoktur. Başbakan da hiç kimsenin hamisi, banisi değildir.
     Başbakan’ın son derece sakil bir üslupla dile getirdiği şekilde ‘‘Kız ve erkeklerin birlikte kaldığı evlerde nelerin olduğunun belli olmaması” tam da özel yaşamın gizliliği ilkesinin gereğidir. Başbakan’ın kaldığı evlerde de, öğrencilerin evlerinde de nelerin olduğu hiç kimseyi ilgilendirmez, ilgilendirmemelidir. 
      Ancak, birbirini izleyen açıklamalara bakılırsa Başbakan Erdoğan ve yardımcıları herkesi birbirinin evini gözetlemeye teşvik ediyor; halkı kendi ahlak ve kültürlerine uygun bulmadıkları her şeyi ihbara çağırıyorlar. AK Partisi iktidarı kendi muhafazakârlığını bütün topluma dayatmanın da ötesinde, bir “ahlak polisliği” düzeni hevesi içinde, çoğulcu bir toplumun asla içine sığmayacağı bir cendereyi çok kültürlü, çok kimlikli bir topluma giydirme çabası içinde kendi sonuna yaklaşıyor.
      Başbakan’ın tavrı yalnızca iktidarın seçimler arifesinde toplumu, muhafazakârlar ve olmayanlar, benden yana olanlar ve ötekiler diye ayrıştırarak kendi seçmen tabanını tahkim etmeye yönelik bir geçici taktik olarak görülmemelidir. Gerektiği gibi karşılanarak kuvvetle geri püskürtülmezse, yarın heybeden çıkacak diğer dayatmalarla birlikte “muhafazakâr ahlakın” hukuk kuralı düzeyine tırmanması kaçınılmazdır. Hukuku inanç ve ahlaka bağlamak, hukuku iktidardaki partinin ahlak değerlerine özgü yaptırımlarla donatmak, hukuk devleti anlayışını çiğneyerek, din ve ahlak hükümlerine dayanan bir teokratik devlete yönelmekten başka bir sonuç doğurmayacağı bilinmelidir.
      Başbakan Erdoğan öyle görülüyor ki, “Gezi Direnişinin” gerisindeki birinci tahrik unsurunun muhafazakârlığını ve nobranlığını topluma dayatması olduğuna ilişkin tespitlerden nasibini almamıştır. Hangi inançtan olursa olsun kişilik ve onur sahibi gençlerimiz, onların ve kendilerinin özgürlüğüne düşkün anne babaları bu yeni dayatma dalgasına da karşılık vereceklerdir diye düşünüyorum. Başta kongremiz HDK, partimiz HDP olmak üzere tüm ilerici, demokrat meslek teşekkülleriyle demokratik kitle örgütlerinin yaşam tarzına müdahalenin en pik noktası olan “hane içi hallere müdahale” uygulamasına karşı verilecek mücadelede gençliğin yanında ve onlarla omuz omuza olmalıdır.
      Siyasi iktidarların ahlak zabıtalığına soyunması aynı zamanda “kendi zıt tını çoğalması” yasasıyla doğru orantılı olarak baskılamada sınır tanımayacak bir evreye dönüştüğünün de göstergesidir. AK partisi kurmayları arasında çatlak yaratmış gibi görünen bu türden baskılama politikalarının asıl amacı bir zamanlar çok şikâyetçi oldukları “toplum mühendisliğini” kendi ideolojileri çerçevesinde uygulamaktan başka bir şey ifade etmemektedir.
      Gençlik ve onun bu “onur” mücadelesinde yanında omuz omuza olacak kurum ve kuruluşların hep birlikte öreceği eylemliliklerle bu saldırılar geri püskürtülüp, kendi yaşam tarzını dayatanlara insanca bir yaşamın mümkün olduğu hemen her platformda gösterilerek mücadele edilmelidir.