Ülkemizde emekçi yığınların örgütsüz ve dağınık olmasına rağmen egemen sermaye ve siyasal iktidar tarafından en küçük bir işçi direnişinin bile anında polis gücüyle bastırmaya çalışması, bastırılmaya çalışılan direnişlerin gerilemesi beklenirken günümüzde bu tür saldırıların direnişleri daha ileri bir düzleme sıçrattığına tanık oluyoruz.

     İşçiler, emekçiler ve tüm haksızlığa toplum bölükleri yılların durgunluğunu birbirine eklenen irili ufaklı pek çok direnişle sarsmaya başlıyor. Bu direnişler daha çok bıçağın kemiğe dayandığı noktada patlıyor Ya artık bir doğallık kazanmaya başlayan hak gaspları (en çok da ücretlerin ödenmemesi!), ya eski tarihsel kazanımların tümüyle kazınması (Şişecam örneğinde olduğu gibi) ya da sendikalaşma çabası ve işten atılmalar bu tablonun öne çıkan dinamikleri oluyor. 

     Fakat bu rutini bozan öncü ve savunmadan saldırıya geçen örnekler de filizleniyor. Bunlar henüz nüve halinde olsa da sınıf içerisinde bir yönelimin mayalandığının görülmesi ve buna uygun bir politikanın oluşturulması açısından son derece önemli bir yerde duruyorlar. Bu noktada Zonguldak’ta ardı ardına yaşanan “iş cinayetleri” karşısında taşeron işçilerin madene inmeme tutumu alması savunmacı bir tutumu aşan, işçi inisiyatifini hissettiren özelliği ile önemli bir yerde duruyor. Ya da Kocaeli Üniversitesi’ndeki taşeron sağlık işçilerinin kazanımlarını hiçe sayan ihaleyi basarak iptal ettirmeleri de öyle.

       Bu çıkışlarda belirleyici olan sınıf bilinçli işçilerin, örgütlü oldukları alanlarda edilgen alışkanlıkları kırıcı bir tutum alması ve bu tutumu sürükleyici bir pratiğe dönüştürmesidir. Bu örnekler henüz sınırlı ve zayıf da olsa sınıfın önüne yeni bir parametre koymaları anlamında özellikle incelenmeli ve gerekli sonuçlar çıkarılmalıdır. Çıkartılan sonuçlar ise özellikle sınıf bilinçli işçiler nezdinde görünür kılınmalıdır.

       Bu dönemde akıllara kazınan diğer bir özellikse, özellikle hak gasplarının yaygın olduğu inşaat (Teknopark), tersane (Ada Tersanesi) gibi sektörlerde patlayan irili ufaklı direnişlerde bıçağın kemiğe dayanması karşısında işçi sınıfının militan eylem biçimlerine ne kadar açık hale geldiğidir. 

       Bu eylemlerden özellikle Teknopark direnişi, doğru önderlik yapıldığında işçilerin de direnişi sahiplenerek ivmesini yükselttiklerini göstermesi açısından önemlidir. Yine aynı şekilde HEY direnişi de bu konuda özel olarak anılmayı hak eden direnişlerden biridir. Sınıfın tüm örgütsüzlüğüne rağmen egemen sermaye ve siyasal iktidar tarafından en küçük bir parlamayı bile anında devletin kolluk gücüyle bastırmaya çalışması, ama hem de bu saldırının direnişleri geriletmemesi hatta bazısını daha ileri bir düzleme sıçratması sınıf içindeki patlama dinamiklerini anlamak açısından önemlidir.

      Son direnişlerde, sınıfın özgüven ve inisiyatifini ifade eden bu örnekler kadar, sendikaların sınıf mücadelesi önünde nasıl bir “takoz” haline geldiklerini gösteren örnekler de olması bakımından çarpıcı bir yerde duruyor. Şişecam Direnişi ve Daiyang SK bu noktada özellikle irdelenmesi gereken direnişlerdir. Şişecam’da sendikanın çemberi olmasaydı ya da sendika daha ileri bir tutum sergilemiş olsaydı son derece avantajlı durumda bulunan işçiler, direnişten daha güçlü kazanımlarla çıkabilirlerdi. Kaldı ki işçiler bıçağın kemiğe dayandığı o noktada, hem de aileleri ile birlikte daha uzun soluklu bir direnişi sürdürme potansiyeline sahipti. Fakat zayıf karınları sendika olduğu ve sınıf olarak sendikayı da zorlayacak bir iç örgütlülüğe sahip olmadıkları için ortalama bir formüle rıza göstermek durumunda kaldılar! Bu direnişin bize öğrettiği en önemli ders, biz emekçilerin kendi öz örgütlülüklerinden, dolayısıyla sendikal çemberin dışındaki bir bilinçten uzak olması durumunda en güçlü olduğu noktada bile nasıl bir zayıflığa sürükleneceğimiz olmalıdır.

       Aynı şekilde Daiyang SK işçilerinin grevinin kendi hukuk kurallarını bile aleni şekilde çiğnenerek kırılmaya çalışılması, polis saldırısıyla karşılaşarak çalışma alanlarına girmelerinin yasaklanması da sınıfsal hıncımızı büyüten başka bir örnektir. Egemen sermaye ve siyasal iktidarın bu pervasızlığına öfke duymak işin bir yanıdır. Fakat sendikanın çizilen sınırlara çekilmesi ve direnişi yasaklanan üretim alanının dışına çekerek, “açlık grevine” mahkûm etmesi karşısında ne demeli?

         Oysaki bölgeyi kapsayacak daha geniş çaplı bir çalışma ve aynı zamanda polise direnen işçilerin de yol gösterdiği gibi grev kırıcılığına karşı daha aktif bir mücadele hattının örülmesi hiç de zor değildi. Keza işçiler ilk elde koydukları tavırla buna hazır olduklarını göstermişlerdi. Emek mücadelesi fotoğrafının bütününe bakıldığında işçi sınıfının örgütlü bir sınıf olması için gece gündüz çalışmamız gerektiğini görüyoruz.

         Sendikaların, siyasal iktidarın ve sermayedarların tutumu, sınıfın patlama dinamiklerinin düzeyini anlamamız için yeterli bir veridir. Bu dinamiklere ulaştığımız oranda emekçi sınıf mücadelesi bugünkü çemberlerini kırıp, süreci belirleyen bir sınıf haline gelebilir. Aksi takdirde bu patlama dinamikleri şu ya da bu şekilde sönümletilir veya kendiliğinden sönümleşir.