Eğitim sisteminin, eğitim ve bilim emekçilerinin geçtiğimiz yıllarda karşı karşıya kaldığı sorunlar, 2011 yılında ve 2011–2012 eğitim-öğretim yılının ilk yarısında artarak devam etti. Geçtiğimiz dönemde, eğitimin ve eğitim emekçilerinin sorunlarını çözme noktasında hemen, hemen hiçbir somut adım atılmadığı gibi, yeni sorunlar ve skandal uygulamalara devam edildi
İşsizlik ve yoksulluğun sürekli artması, devletin kamu hizmetlerini büyük ölçüde gözden çıkarmış olması, geniş halk kesimlerini olduğu kadar eğitim sistemini ve bileşenlerini de doğrudan etkilemiştir. Bu anlamda eğitim sisteminde yaşanan sıkıntılar elbette Türkiye'de yaşanan diğer sorunlardan bağımsız değildir.
 
      Öncelikle eğitim sisteminin yaşadığı sıkıntılar dün ortaya çıkmamış, yıllardır sürdürülen bilinçli politikaların bir birikimi olarak bugünlere gelmiştir. Ancak AK Partisi iktidarı, bu olumsuz birikimi daha da arttırmak için elinden geleni yapmaktadır. Eğitimin ve eğitim emekçisinin bir türlü çözüme kavuşturulmayan sorunları, özellikle AK Partisi iktidarı ile birlikte daha da artmıştır. Kamusal eğitimin zayıflatılması, eğitimin tamamen paralı hale getirilmek istenmesi, cinsiyet ve mezhep ayrımcılığına ilişkin uygulamalar, siyasi kadrolaşma uygulamaları, umre çağrıları, bayram kutlama iptalleri bu döneme damgasını vuran gelişmelerden ilk akla gelenlerdendir.
 
      2011–2012 birinci döneminde derslik, okul, öğretmen, memur ve hizmetli açıklarına çözüm getirilmemiş, okulların araç gereç ihtiyaçları giderilmemiş, eğitim emekçilerinin ekonomik, demokratik, sosyal ve özlük haklarında iyileştirme yapılmamış, üniversite kapılarındaki yığılmayı önlemek için gerekli adımlar atılmamıştır. Kısacası her yıl yaşanan sorunlar bu yaşadığımız birinci dönem içinde daha da artarak devam etmiştir.
 
      “Sosyal Devletin” sorumluluğunda olması gereken eğitimin yükü, siyasi iktidarların bilinçli politikalarıyla birlikte büyük oranda velilerin omuzlarına yıkılarak kamusal, parasız eğitim hakkı büyük tahribata uğratılmıştır. Kamusal eğitim, siyasal iktidarlar eliyle paralı eğitime dönüştürülmektedir. Bölgeler, iller, okullar ve toplumsal kesimler arası eşitsizlikler düşünüldüğünde, toplumdaki gelir grupları açısından orta ve üst sınıfların lehine, yoksulların aleyhine bir sonuç ortaya çıkmaktadır.
 
       2008–2009 eğitim öğretim yılında ilköğretimde bir öğrenci velisinin yaptığı eğitim harcaması 720 TL iken, aradan geçen 4 yıllık dönemde bu rakam 2.460 TL'ye ulaşmış, başka bir ifade ile sadece velilerin cebinden çıkan para 3 kattan fazla artmıştır. Eğitimin finansmanına katkı sadece öğrenci velilerinden toplanan paralarla da sınırlı değildir. Her yıl kayıt dönemlerinde "bağış" adı altında toplanan paralar bakanlık genelgesiyle bu dönem başı yasaklanmış olsa da, öğrenci velilerinden kâğıt, temizlik malzemesi, duvar boyası vb ihtiyaç maddelerinin de toplandığı bilinmektedir. Çeşitli adlar altında velilerden 60'ın üzerinde bahaneye yaslanılarak para istendiği de önemli bir gerçekliktir.
 
       1980 sonrası oluşturulan merkezi bütçeler, giderek piyasa mekanizması ile bütünleşmeyi sağlayacak şekilde oluşturulmuş ve kamu kaynakları sosyal hizmetler dışındaki alanlara kaydırılarak, piyasaya terk edilmiştir. Bütçenin toplam ekonomi içindeki payının yetersizliği, yeterli vergi kaynağının olmaması, ekonomik gelişme sürecinin istenen düzeyde gerçekleşememesi nedeniyle başta eğitim ve sağlık olmak üzere, kamu hizmeti uygulamalarının geliştirilmesi bilinçli olarak engellenmiştir.
 
       Son 6 yılın rakamlarına bakıldığında, artan öğrenci sayısına karşın Milli Eğitim Bütçesinin, ortaya çıkan ihtiyacı karşılayacak kadar artmadığı görülecektir. İktidarı döneminde Türkiye'ye "çağ atlattığını" iddia edeler, borç almak hariç, diğer tüm alanlarda olduğu gibi, eğitim politikalarında da sınıfta kalmıştır. Eğitime bütçeden ayrılan paylar bu durumun en açık kanıtı niteliğindedir.
 
       Son yıllarda eğitime bütçeden ayrılan pay rakamsal olarak artmakla birlikte eğitimin Milli Gelir içindeki payı fazla değişiklik göstermemiştir. Öyle ki, Türkiye'den sadece Eğitim Sen'in üyesi olduğu 30 milyon üyeli Eğitim Enternasyonali'nin verilerine göre, Türkiye'de Gayri Safi Milli Hasıla'dan (GSMH) eğitime ayrılan pay, sosyo-ekonomik yapısı itibariyle ülkemizin çok gerisinde olan ve çoğunun haritadaki yerini bile bilmediğimiz Barbados Adaları (%7.1), Brunei Sultanlığı (%4.8), Fildişi Sahilleri (%4.6), Kiribati (%11.4), Fiji (%5,2), Vanuatu (%7.3), Honduras (% 4) gibi ülkelerin bile gerisindedir.
 
      Özellikle 1990 sonrası ülke ekonomisini alt-üst eden krizlerin sıklaşması, ekonomide olduğu gibi eğitim hizmetlerinde de büyük yapısal sorunlara neden olmuş, çözüm olarak eğitimin ticarileştirilmesi ve özelleştirilmesi uygulamaları gündeme getirilmiştir.
 
      Geride bıraktığımız yarıyılda, eğitim emekçilerinin sosyal ve ekonomik kazanımlarına dönük tehditler artarak sürdü. İktidar, gerçek enflasyon ve yoğun iş yükü karşısında eğitim emekçilerini korumasız bıraktı ve bu durum birçok eğitim emekçisini ayakta kalabilmek için ek iş yapmaya zorladı. 201-2012'in birinci yarıyılının başlangıcında 1072 TL olan açlık sınırı Ocak ayında 1185 TL'ye, yoksulluk sınırı ise 2 100 TL ‘den 2.600 TL'ye dayanırken, eğitim emekçilerinin güvencesiz çalıştırılmaları, bayramlarda ücretlerinde kesintiye gidilmesi ve gerçek enflasyon karşısında ücretlerinin eriyip gitmesini amaçlayan AK Partisi iktidarı bu da yetmezmiş gibi Milli Eğitim  Bakanı ağzından öğretmenlerin “yattığı yerde” maaş aldıkları, 8–5 mesai yapmamız gerektiği gibi söylemlerle iş barışını dinamitlemeye yönelik uygulamalara hız verilmiştir
 
      Yaşanan bu gelişmelerle birlikte eğitim sisteminde yaşanan sorunlar tüm eğitim emekçilerini olumsuz etkilemektedir. Yıllardır grevli toplu sözleşmeli sendika hakkı mücadelesi veren eğitim emekçilerinin bu konuda ne kadar haklı olduğu bugün daha iyi anlaşılmaktadır. Siyasi iktidarlar, kendilerini zorlayacak bir gücü karşılarında görmeyince sorunların çözümü için adım atmamaktadır.
 
      20 Ocak 2012 Cuma günü milyonlarca öğrenciye karne verme telaşı içerisinde olan MEB öncelikle kendi karnesinin nasıl olduğunu merak edip eğitim emekçilerinin özlük haklarından başlayarak eğitimin sorunlarını çözme yolunda hızlı adımlar atmaya biran evvel başlamalıdır.