Meclisin 23 Nisan özel oturumunda Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından ilk kez “sözde ”siz “tehcir ”i “gayr-ı insani sonuçlar doğuran” bir uygulama olarak görenacıları yarıştırmama”, “ateş düştüğü yeri yakar” empatisine vurgu yapan ve “taziyelerini” sunan açıklaması ardından deyim yerindeyse ortalık toz duman oldu. Bu “toz dumanın” el verdiği ölçüde bu günkü dersimize geçelim.
İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin örgütü Teşkilat-ı Mahsusa tarafından 99 yıl önce Ermeni aydınlarının evlerinden alınarak zorla sürgüne gönderildiği ve katledildiği 24 Nisan 1915, Ermeni toplumu için büyük acıların yaşandığı bir tarihsel sürecin başlangıcı olarak kabul edilir.
      Evet, ülkemiz topraklarında 1. Paylaşım savaşı öncesinde ve savaş yıllarında bir biriyle yarıştırılamayacak çok büyük acılar yaşandı. Hamidiye Alaylarının 1894-96 katliamları, 1908 Meşrutiyet’inin ardından 1909 Adana katliamı, 1915 “tehciri” öncesinde gerçekleştirilen katliamlardır. Ermeni, Süryani, Rum ve Aleviler bu coğrafyada bir dizi kıyıma uğradı, sürgünler yaşadı.
 1915 ise Ermeni ve Süryani halkları için planlı bir etnik kimlik ve inanç temizliği hareketi olarak toplumsal beleklere kazındı.Büyük Felaket’in (MetzYeğern) üzerinden 99 yıl geçmiş olmasına rağmen, Ülkemiz egemen siyasi anlayışı inkâr ve imha politikalarını halen sürdürme çabası ve gayretkeşliği içerisinde olması üzücü olduğu kadar kendi tarihiyle yüzleşmeme inadının da bir ifadesi olarak öne çıkmaktadır.
Bu topraklarda sermayenin devlet eliyle el değiştirmesi ve farklılıkların tekleştirilmesi politikaları, katliamdan kurtulan Ermenilerin yerlerine dönüşünün yasaklanması, 1936 Beyannamesi, Varlık Vergisi, Vakıflar Kanunu, 6-7 Eylül Pogromu ile varlığını sürdürdü. Bu topraklarda Ermeni ve Süryanilerin yaşadığını unutturmayı hedefleyen egemen zihniyet; Ermeni ve Süryanilere ait mezarlıkların, okulların, kiliselerin büyük bir kısmını yok etti, yok edemediğini gasp etti, yer adlarını değiştirdi. Devletin her kademesinde yapılan fişlemeler, ders kitaplarındaki hakaret ve nefret söylemleri, Hrant Dink ve Sevag Balıkçı’nın katli davalarında hukukun işlevsizleştirilmesi, okulların, inanç merkezlerinin ve inanç önderlerinin üzerindeki tahakküm, tekçi ve baskıcı devlet anlayışının yüzlerce uygulamasının yalnızca öne çıkmış birkaç örneğini teşkil etmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin imzalamış olduğu “Uluslararası Soykırımı Önleme Sözleşmesi”nin de bir gereği olarak yaşanan böylesi büyük acıları kabul etmek, mağdur halklar ve inançlardan, bireylerden özür dilemek, sorumluları ve failleri ifşa etmek, birbirini anlamak, yaraları samimi bir yaklaşımla sarmak ve mağduriyetleri ortadan kaldırmak için atılması gereken ilk adımları atmak vicdanlı tüm insanların ortak görevidir.
Dünyadaki örneklerden de biliyoruz ki, insanlık suçu olan böylesi büyük acılara sebebiyet veren katliamları lanetlemek, hakikatlerle yüzleşmek ve özür dilemek toplumsal barışın inşası, vicdan ve adalet duygularının gelişmesi için olmazsa olmaz koşuldur. Acıları paylaşmak, ortak düşünmenin, demokratik bir geleceği birlikte kurabilmenin de olmazsa olamazıdır aslında. Aynı zamanda bu topraklar üzerinde yaşayan halklarının barış ve eşit yurttaşlık ilişkisi içinde bir arada yaşayabilmesinin de yoludur.
  Üzerinden 100 yıl geçmesine 1 yıl kalan 1915 “Büyük Felaketinin”acılarını paylaşmak, yaşanan travmaların sekerlerini gidermek için ilk yapılması gerekenler arasında, tek taraflı kapatılan Türkiye-Ermenistan sınırının derhal açılması; kökenleri bu topraklarda olan Diaspora Ermeni ve Süryanilerine yurttaşlık haklarının geri verilmesi; fişlemelerin son bulması, ders kitaplarındaki nefret söylemlerinin temizlenmesi; genel akım medyada şoven söylemleri terk ederek empati diliyle konuşmaya başlanması; yapılacak yeni anayasa da coğrafyamızda yaşayan tüm halkların eşit vatandaşlık temelinde kendi okul, ibadet hane gibi kamusal alanlarının iade ve restore edilmesi gibi çalışmalar bir birini izlemelidir.
     Anadolu ve Trakya’nın kadim halklarının torunları olarak, 99 yıllık geçmişimizle yüzleşme zamanıdır. Bu vesileyle “Dersimiz 24 Nisan 1915”in kazanımı olarak, coğrafyamızda yaşayan tüm halkların acılarını paylaşmak, yaşanmış olan tüm insanlık trajedilerini yüreğimizin derinliklerinde hissetmek ve böylesi büyük acıları insanlığın bir daha yaşamamasını umut ederek, hayatlarını kaybedenlerin aziz hatıraları önünde saygıyla eğilmek olmalıdır.