30 Eylül pazartesi günü başbakanımızın canlı yayınla açıkladığı demokratikleşme paketini özellikle “emekçilerin” müdavimi olduğu bir kıraathanede izlemek istedim. Bundan muradım; hem anlık tepkilerini, hem de ne kadar ilgilendiklerini yerinde gözlemlemekti.
     Kahvehane oyunlarıyla ilgili olanların dönüp bakmadıkları, ilgiyle izleyenlerin bir elin parmak sayısını dahi geçmemesi moralimi bozsa da tüm dikkatimi TV’ye yoğunlaştırarak ve ara sıra göz ucuyla da olsa benim dışımdaki üç izleyiciyi gözlemleyerek başbakanımızı dinlemeye başladım. 45 dakikalık girizgâhın ilk on beş dakikasında 2 –iki- ye düşen izleyici sayısı tamda demokratikleşme paketinin maddelerinin açıklanacağı anda kahveci dışındaki tek izleyicinin kendim olduğunu fark ettim. Kahveciye “bir çay getir”mesini söyleyip “paketin” başlıklarını can kulağıyla dinleyip not tuttum.
     Kahveci arkadaş başbakanımızın açıklamaları bitiminde televizyonu kapatarak “Hocam valla iyi sabrın var senden başka dinleyen kalmadı” Mealinde inceden bir gönderme ile takıldıktan sonra “Hocam alla sen ne anlattı şimdi başbakan?” Diye soru yöneltiverdi.
    “Sorunun yanıtını yarınki (Çarşamba yayınlanır ümit ediyorum) yazımda detayıyla vereceğim. Bir zahmet okursan başbakanımızın ne açıkladığını kendimce izah edeceğim.” Diye geçiştirmek istesem de kahvecimiz;“Hem zahmet diyorsun, hem oku diyorsun. He mide Çarşamba gününü bekle diyorsun. Ne var şurada iki lafla anlatıversen de canlı canlı ağzından dinlesek.” Sözleriyle ve gözlerindeki samimi bakışlarla beni ikna etti.
     “Anlatayım anlatmasına da Muaviye’yi bilirimsin?” dedim. “Dört halifemizden sonra Halife olan Hz. Muaviye mi? Bilirim elbet.”  “Peki.” Dedim. “Ya Halife Muaviye’nin İpini bilir misin?” Diye sordum. “Hoca sen de amma uzatıyon. Ne anlatacaksan anlatıver. Çay servisi yapmam gerekiyor.” Çıkışmasından sonra anlatmaya başladım:
    “İslam tarihine senin gibi aşina olanlar hatırlar Muaviye’yi. Bildiğin gibi zengin Emevi kabilesindendi kendi. Babası Ebu Süfyan, annesi Hind, İslam’ın ilk yıllarında Müslümanların düşmanıydılar. Mekke fethedilince üçü birden Müslüman oldu. Aristokrattı, iyi bir eğitim almıştı, hitabeti kuvvetliydi; ihtişamı, gösterişi, zenginliği severdi.
      Muaviye, aynı zamanda etkin bir politikacıydı. Halife Ali’yi, bizim “ana muhalefet” liderinin bilip bilmeden verdiği örneklerden olan Sıffın savaşındaki “Hakem Olayı” entrikasıyla halifelikten düşürmüş, Ali’nin oğlu Hasan’ı karısına türlü vaatler sunarak zehirletmiş, Büyük İslam devrimcisi Ebuzer’e zulmederek onun sonunu hazırlamış, oğlu Yezid’i halka rağmen halife tayin etmiş ki, “Yezid” denilince Alevi halkımız ve “Ali şiası”, o büyük “Kerbela” katliamını dün olmuşçasına hatırlar ve Yezid ve soyuna “beddua” ederler.
        İşte senin de bildiğin bu Muaviye’nin yönetimsel ilkelerinden biri “Şa’rat-u Muaviye” (Muaviye’nin ipi”) diye İslam tarihinde yer almaktadır. Kendisi şöyle anlatıyor: “Muhaliflerimle hiçbir zaman ipi koparmam; onlar elimdeki ipliği çektikçe ben gevşetirim ama bırakmam, onlar gevşettikçe ben çekerim ama koparmam.”
        “Şimdi bildin mi Muaviye’nin ipini?” Diye tekrar sordum. Kahveci dostum. “Ne yani başbakanımız hepimizi ipine bağlamış oynatıp duruyor mu?” “Demokratikleşme paketi hepten mi martaval ?” Diye peş peşe sorularını yönelti verdi.
        “Gerçeği söylememi istersen ipin gevşetilmesi hali bile değil.” Dedim ve devam ettim. “Aylardır ortalığı inletiyorlardı: “Geldi, geliyor… Bugün değilse haftaya… Son bir rötuş daha yapacağız… Görünce şaşıracaksınız, herkes mutlu olacak…”
Daha önceki tecrübelerimizden biliyorduk değil mi? Yapılan yaygara, çıkarılan gürültü ne kadar fazlaysa açılacak olan “paket ”in içi de o kadar boş oluyordu. Belli ki yeni bir ipin ucunu tutuşturacaklardı elimize. 
      Gözlerinle gördün. Başbakanımız Tayyip Erdoğan kameraların karşısına geçti. Türkiye’de siyasi ve toplumsal tarihi sanki 27 Mayıs darbesiyle başlamış ve onun üzerinde yükselmiş gibi tam 45 dakika “kahve muhabbeti” yaptıktan sonra ki arkadaşlar sıkıldı senle ben kaldık.Meşhur “demokrasi hamlesini” açıkladı:  Ne dedi? Bak bire bir öne çıkanları kendimce not aldım!
İlkokullarda tekçi ideolojinin andı artık okutulmayacak… 
    X,Q,W harflerini kullanmak serbest olacak…”Klavyeler özgürleşecek”
    Kürtçe sanki bu coğrafyada yaşayan 20 milyon insanın anadili değil de dünyanın herhangi bir yerinde kullanılan herhangi bir yabancı dilmiş gibi özel okullarda bazı dersleri de Türkçe vermek şartıyla serbest olacak… 
    Aleviler “devletin cem evi”, “devletin dedesi” haklarına (!) kavuşmak için bile daha çok bekleyecek, şimdilik Nevşehir Üniversitesi’nin adının Hacı Bektaş-i Veli Üniversitesi olarak değişmesiyle yetinecek… 
     Köyler isterlerse 12 Eylül faşizminin değiştirdiği doğal-tarihsel isimlerini tekrar kullanmaya başlayacak ama il ve ilçeler bunun için hükümetin ağzına bakacak…
     Lafımın özcesi ülkemiz yurttaşları temel hak ve özgürlüklerden yararlanmak için çıkmaz ayın “Son Çarşambasını” beklerken ipi bir sıkıp bir gevşeterek “son olmadığı” baştan “altı çizilerek” söylenen takvimsiz demokratikleşme paketleriyle yönetilmek isteniyor.
     Kafanı ağrıttım kusura bakma ama  “Türkiye’nin geri de olsa demokratikleşme yolunda ilerlediği” masallarını anlatmaya meraklı küçük burjuva liberal budalaların bile “yetmez ama evet” diyemeyecekleri bir “ip” oyunu.  Oyunu bozmak, “ipi” koparmak kendi ellerimizde kahveci kardeşim bilmem anlata bildim mi?”
      Anlata bildiysem ne mutlu.