Ülkemizin yöneticilerine bir haller oldu! Halkın %50’sinin desteğini arkasına almışken , “koca, koca paşaları” bir, bir sigaya çekmişken, ABD emperyalizminin postacısı gibi bir gün Güney Kore'de, öteki gün İran'da Katar’da kapı, kapı dolaşıp ABD’nin “desteğini” de arkalamışken iktidar sahiplerinin sert söylemlerle, gerilim yaratarak saklamaya çalıştıkları korkularının arka planında ne olduğu merak konusu.
 
 
     Elbette biliyorum ülkemiz siyasi iktidarlarının biçilen göreve uygun davranmaktan başka şansları yok.( Big Brother ne derse o.)Üstelik şimdi 900 küsur km kara sınırımız olan komşumuz; Suriye ile karşı karşıya getiriliyoruz! Öyle bir yerdeyiz ki, müthiş bir sıkışma var ve artık memleket sathındaki hiçbir olayı, açıklamayı, hamleyi, Ortadoğu denkleminden bağımsız düşünmeye imkân yok. Yaşanılan anı tüm boyutlarıyla ele almak gerek. Bütün kartlar masada.    
 
      İran'ı elimine ederek, 1995'te, E. Elçibey eliyle Azerbaycan'da kışkırtılıp örgütlenen türden bir darbeyi, işbirlikçiler eliyle Suriye'de yaşama geçirilmesi seçeneklerden biri. Mualif güçlere silahlı eğitimde dâhil gerekli kolaylıklar gösterildiğine dair haberlere bakılacak olursa bu seçeneğin olma olasılığı yüksekmiş gibi görünüyor.
 
      İşgalcilerin, sömürgecilerin her zaman bu tip hamleleri olur. Bu, bir tür kanlı satranç. Denklemin diğer ucundaki unsurların manevraları süreçleri uzatabilir ancak her halükarda ciddi patlayıcı öğeleri biriktiriyor olması, Suriye, Irak, İran Kürtlerinin bu denklemin ülkemiz iktidar sahipleri tarafından uygun bir yere oturtulamaması kendilerini rahatsız ediyor.
 
      İktidar partisi, aynı zamanda rejimin restorasyonunu hızlandırarak onu uluslararası tekellerin isteği ve kendi gerçekliği arasında bir denge uyarınca tahkim etmekle de meşgul. Böyle bir tahkimat kimi unsurları zorunlu kılıyor: İç siyaseti rehabilite etmek ve bu arada ayrık otlarını temizlemek bunlardan biri.
 
      Ayrık otunun ne olduğu ise besbelli. Rehabilitasyonun yolu, her alandaki gücün kullanılmasıyla siyasetin domine edilerek muhalefetin karakterini bile belirlemekten geçiyor. Bu bir yönetim sanatı ve geniş bir tarihsel arka planı mevcut olduğunu hepimiz gayet iyi biliyoruz.
 
      Kışkırtılmış, köpürtülmüş milliyetçilikle Kürt meselesi askeri önlemlerle bastırılarak çözülmek isteniyor, oradaki çatışmalar belli bir marja sıkıştırılmak isteniyor ve açığa çıkan enerji Batı'da ideolojik devamlılığın aracı kılınmaya çalışılıyor. Bunun adı da yönetilebilir risk oluyor.
 
     Uykuya yatırma, amacından koparma, pasifize etme, karşı koyanları kriminalize etme (suçlu ilan etme)  ve bu arada doğan/doğması hesaplanan boşluğu doğrudan kendi kirli kuvvetleriyle doldurma hamleleri hiç eksik değil. Mesela Gündem'i kapatırken, çalışanlarını hapis ederken Taraf'ı bölgenin en ücra kasabalarına kadar dağıtma/yayma politikası gibi.      Adliye ve polis teşkilatı bu hedef doğrultusunda siyasal iktidarla tam uyum içerisinde çalıştığı gözlemleniyor.
 
     “90”lı yılları aratmayan baskı biçimlerinin çeşitlenerek sürdürülmesi de cabası. Hedefleri açık: Özgürlükçü, emekten yana, demokrasi mücadelesini kapalı devre halkta tesir yaratmayan bir dar pratiğe, tepeden inmeci kaba bir siyaset üslubuna tutsak etmek! Devlet ideolojisi ve devlet dini de birer pasifikasyon enstrümanı olarak devreye sokulmuş durumda.
 
     Ustalık dönemi diye ilan ettikleri bu dönemde neyin ustası oldukları şimdiden kitlelerce anlaşılmış bulunulmaktadır. Pasifikasyon çabası işlevsel mi? Değil! Ormanları yakıyorlar ama hakikat koruluklarında her gün yeni fidanlar boy atıyor. İşte Nevruz, işte bütün heybetiyle yaklaşan 1 Mayıs. Bölgenin her biri birer ayaklanmaya dönen gösterilerini saymaya bile gerek yok.
 
     Tarihin şimdisindeki Türkiye'de iktidarın bizatihi kendisi, arkasındaki tüm kuvvete karşın bir tür sisifos açmazı yaşıyor. Dağı aşıp zirveye varacağını sandığı anda, iktidarın elindeki silindir “taş” gerisin geri dağın eteklerine yuvarlanıyor. Tam da bu noktada belirleyen değil belirlenen oluyor iktidar partisi.
 
      Sonra? Sonrası hak ve özgürlükler mücadelesi yürütenlere acımasızca saldırı! Tahammüllerinin, saadetlerinin, özgürlükçülüklerinin sınırı buraya kadardır: AB kriterlerinin, zamana yayılan, önemli bir bölümü kırpılan, “Bizim koşullarımıza” uyarlanan berbat bir kopyası olma yolunda ilerleyen yeni anayasa çalışmalarının altında da benzer korkular yatmakta olduğu bilinmelidir.
 
     Oysa taşıma suyla değirmen dönmez. Çapı günümüz reformlara dahi yetmeyen, “kullanılıp atılma” korkusu yaşayan siyasal iktidar -ki sert söylemlerle kapatmak istedikleri temel korkuları budur-, hesaplayamadığı/öngöremediği karşı hamlelerle sendeliyor, asabı bozuluyor, siyasal depresyona giriyor. Mesela, Kürt meselesinin çözümü yönündeki zig zak olsun, “açılımlar” çalışmalarındaki keskin  “U” dönüşlerin sebebi yaşadıkları depresyondan kaynaklıdır diye düşünüyorum.
 
     İktidarın tüm kudretine rağmen, alınan seçim zaferlerine rağmen, kendinden emin edaya rağmen “çökkün”,ezik siyasal mizaç kendini saklayamıyor. Restoratörlerin (yeniden yapılandırıcıların)böyle görüntü vermesine en büyük etken bence görevleri bitince “süpürülecekleri” korkusudur! Kendileriyle dahi kavgalılar. Muktedir olmak için her türlü yolu denediler, dünya nimetlerini tepe, tepe kullandılar, bürokratik kaleler inşa ettiler ama heyhat; şimdi o kalelerin burçları onların korku hapishanesine dönüştü.
 
    Şu an ve gelen zaman kalın yağmur bulutlarını kıracak aydınlığını emekçilerin üstüne düşürüyor, ödevimiz yolumuzu aydınlatan ışığın izini sürmek.