Yaşadığımız yüzyılda dünyanın birçok ülkesinde alternatif enerji kaynakları bulmak üzere birçok bilimsel çalışma yapılıyor. Ülkeler arasında sera gazı salınımını önlemek için “Kyoto Protokolü” vb. anlaşmalar imzalamak gereği duyuluyor. Özellikle gelişmiş kapitalist ülkeler 50 yıllık hedefler koyarak yeni ve temiz enerji kaynaklarını geliştirmek için araştırma-geliştirme çalışmaları yürütüyorlar. Tüm bunlar bize “dünyayı kurtaracağız” söylemleri ile yutturulmaya çalışılıyor.

     Elbette kapitalist egemenler bunu yaparken suçu yine bize “bilinçsiz!” insanlara yükleyip yardım istiyorlar. Evlerimizde ne kadar az su harcarsak, ne kadar az halı yıkarsak örneğin, su sorunu o kadar fazla çözülecekmiş gibi! Hâlbuki sanayide kullanılan su miktarı evlerde kullanılan suyun yüzlerce kat fazlası. Örneğin bir otomobil fabrikası yalnızca bir otomobil üretmek için yılda 380 bin litre su harcıyor. Bu fabrikanın bir yılda binlerce araç ürettiğini düşünürsek harcadığı su miktarı milyon tonları buluyor. Kapitalistler insan ve çevre sağlığını düşünerek bu önlemleri aldığını söyleyedursun; son verilere göre dünyada 2 milyardan fazla insan temiz içme suyundan mahrum bir şekilde yaşıyor, 1,4 milyar insan elektrik erişimine sahip değil ve yine 1 milyardan fazla insan yetersiz besleniyor.

      Dünya üzerinde sınıfların ortaya çıkışından itibaren doğanın insan üzerindeki hâkimiyetinin yerini insanın doğa üzerindeki hâkimiyeti almış durumda.  Özellikle sanayi devriminden sonra (siz kapitalist üretim tarzının egemen olduğu dönem okuyun) azgınca doğaya hükmeden, yeraltı kaynaklarını kendi çıkarları için talan eden kapitalistler, petrol, doğalgaz ve suyun tükeneceği günün yaklaşmaya başladığını fark etmiş olacaklar ki zengin petrol ve doğalgaz yataklarına sahip Ortadoğu ülkelerine savaş açmanın yanında bizim harcadığımız suya ve enerjiye dahi göz dikiyorlar.

      Son zamanlarda Ortadoğu üzerine kurulan savaş senaryolarının da, alternatif enerjileri geliştirmek adına yapılan tüm çabaların da altında bu neden yatmaktadır. Emperyalist ülke sermayelerine kendilerini bir süre daha idame ettirecek enerji kaynakları sağlamak. Bunu yaparken de az para çok iş mantığını sürdürerek başta doğayı ve emekçileri katlederek HES’leri, termik santralleri kuran, nükleer tesis anlaşmaları imzalayan sermaye bu noktada kendini ele veriyor aslında.

     Türkiye’de yenilenebilir enerji kanununda 2010 yılında yapılan değişiklikle tabiat parkı, tabiat koruma alanı, yaban hayatı geliştirme sahası, özel çevre koruma bölgeleri ve doğal SİT alanları gibi alanlarda HES’lerin kurulması kolaylaştırıldı. Ve bunun ardından 2011 yılında 761 HES projesi onaylandı. Yine Türkiye ile Rusya arasında Mersin ve Sinop’ta nükleer tesis kurmak için iki ayrı anlaşma imzalanmış durumda. Bunların inşaatları da 2013 yılı içerisinde başlayacak. Bu kaynaklar doğanın ve insan sağlığının üzerinde olumsuz etkileri olan kaynaklar ve elbette buralardan üretilen enerji halkın yararına kullanılmayacak. Yüzyıllardır olduğu gibi bir avuç zengin kapitalistin çıkarları için kullanılacak.

       Şimdi samimiyetle sorup, yanıtlıyalım. Bozuk düzen sağlam çark tutar mı? Ya da Kapitalizm insanlığın enerji sorununa çare bulabilir mi? Aslında yenilenebilir enerji kaynaklarının çok büyük bir kısmı daha küçük kapasitede enerji üretebildiği için sermayenin değil fakat halkın enerji ihtiyacını karşılayabilecek düzeyde.

       Bu kaynaklar arasında rüzgâr türbinlerini, organik atıklardan biyogaz üreten tesisleri, fotovoltaik piller (güneş pilleri), jeotermal enerji vb. sayabiliriz. Bu kaynakların hepsi doğa ve insan üzerinde hiçbir olumsuz etkisi olmayan, kaynağını güneşten aldığı için temiz ve sonsuz kaynaklar. Örneğin bir mahalleye kurulan biyogaz (doğalgaz içeriğine sahip bir gaz) tesisi ile mahallenin organik çöplerinden, hayvansal ve bitkisel atıklarından ısınma ihtiyacının bir kısmını sağlamamız mümkün. Yine saydığımız diğer kaynakları da insanlığın enerji gereksinimi için hiç sorunsuz kullanabiliriz.

       Fakat tüm bunları kapitalist sistemde hayata geçirebilmek mümkün değil. Bilimin ve üniversitelerin  bir avuç zengin kapitalistin hizmetinde olduğu, tüm enerji kaynaklarının bir avuç zengin zümrenin elinde tutulduğu bu sistemin, insanlığın çıkarlarını gözeterek temiz ve ücretsiz bir ısınma, pişirme, elektrik sağlamasını bekleyemeyiz. İşte tam da bu yüzden kapitalist sistemde bu kaynakların geliştirilmesi ancak sermaye için kâr sağladığı oranda mümkün olacaktır.

     Bu sebeple yenilenebilir enerji kaynaklarının geliştirilmesi ve uygulanmasının önünde duran engel kapitalist düzenin ta kendisidir. Bozuk düzenin sağlam çark tutmayacağı özlü deyişinde olduğu gibi kapitalist sistemde yenilene bilir enerji üretimi mümkün olsa bile insanlığın ortak faydasından öte kapitalizme hizmet edeceği unutulmamalıdır.