İktidar dalaşının yarattığı siyasi krizin yansımaları ve ortalığa saçılan pislikleri (çıplak gerçekleri) okurken-izlerken, “önemsiz” bir haber, saniyelik de olsa kimi TV kanallarında ve üç beş gazetenin sayfa kenarlarında kısa bir not büyüklüğünde yer aldı. Meclis kürsüsünden bir iki vicdanlı vekil dillendirdi ve öylece gündemden düşüverdi.

    Okurlardan aralıklarla aldığım “Ayaz bebeğe hiç değinmedin”, “Ayaz bebeği yazmayacak mısın?” mealindeki eleştirileri ”Ayaz bebeği unutmak, yazmamak mümkün mü? Elbette yazacağım lakin gündemin yakıcı sıcaklığı ve değişkenliğinden kaynaklı olarak gecikti.” Diyerek yanıtlarken “ açlık, soğuk ve bakımsızlıktan bir bebek ölüyor ve ben nasıl yanıt veriyorum.” Diye kendimi de içten içe sürekli sorguluyorum.

     Evet, Ayaz bebek, yaşama gözlerini yumduğunda daha 40 günlüktü. Yani yaşama gözlerini yeni açmıştı. Onunla aynı günlerde doğan kimi çocuklar, oyuncaklarla dolu, kaloriferli sıcak odalarında karınları tok vaziyette mışıl mışıl uyuyorken, Ayaz bebek yoksulluğu tadıyordu.

     Hemen şuracıkta Niğdemizden100 km. aşağıda Konya-Ereğli’de camları kırık olduğu için naylonla örtülü tek odalı kerpiç bir evde, fakirlerin amansız düşmanı olan kış mevsimi ile mücadele ediyordu. Soğukla kavgaya tutuşmuştu. Kaybetti. Minik bedeni daha fazla dayanamadı, direnemedi soğuğa. Çok üşümüştü. Çevreden topladığı odunları sobada yakarak evi ısıtmaya çalışan çaresiz annesi, 23 Aralık gecesi Ayaz bebeği emzirmek için kucağına aldığında, öldüğünü anladı…

       Ayaz bebek, daha 40 gün önce dünyaya açtığı gözlerini yumdu ebediyen. Otopsisinde şöyle yazıyordu: “Zatüreden öldüğü anlaşıldı!” Hakkında otopsi raporu tutuldu, fakat öyle biri yoktu aslında. Adı, resmi kayıtlara geçmeden öldü. Çünkü daha nüfusa kayıt ettirilememişti.

       Ayaz bebeğin ailesi çöpte kâğıt toplayarak geçiniyor(du). Babası, o doğduktan hemen sonra “vatani görev” için askere gönderilmişti zorunlu olarak. Babasını zorunlu olarak askere alan devlet geride bıraktığı ailesine yardım etmedi. O büyük büyük devlet yöneticileri tüm zamanlarda olduğu gibi Ayaz bebek gibilerin hakkını yemekle, ayakkabı kutularını milyon dolarlarla doldurmakla meşguldüler.

       Sosyetenin dekolte ölçülerine, arabalarının kaç milyon dolar olduğuna, hangi ünlünün boşandığına, hangisinin kaçıncı kez evlendiğine vs. uzun uzun yer veren genel akım medya, Ayaz bebeğin ölümünü satır aralarına gizlemeye çalışması kirlenmişliğin, çürümenin medya boyutunu göstermesi anlamında çok önemli bir göstergedir.Çünkü Ayaz bebeğin fotoğrafının bakan çocuklarınınkiyle yan yana gösterilmesi, kapitalizmin ahlaksızlığının ve sebep olduğu eşitsizliğin resmi olacaktı. “Tıksırıncaya kadar yiyenler, milyon dolarları nerede saklayabileceklerini düşünenlerle açlıktan ve soğuktan ölenlerin resmi…

       Ayaz bebeklerin payına açlık ve soğukta üşümek, bakan çocuklarının payına ise şatafatlı hayatlar düşmesi takdiri ilahi midir? Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’ın 700 bin TL’lik bir kol saati takabilmesi, Başbakan’ın oğlu Bilal Erdoğan’ın milyonluk villalara sahip olması ama işçi ve emekçilerin kira paralarını dahi zor bulmaları kader midir? Yolsuzluğun, rüşvetin, hırsızlığın konuşulduğu, tartışıldığı bu ortamda Ayaz bebeğin ölümü bu soruları sorduruyor, sordurmalıdır.

       Dünyada herkesi doyuracak kadar ürün üretilmesine rağmen, bir avuç asalağın tıka basa yiyebilmeleri, milyonlarca insanın açlık ve yoksulluk sınırında yaşamalarının nedeni tabi ki kader değildir. Başbakan’ın, bakanların ve patronların zenginliğinin kaynağı işçi-emekçilerin, Ayaz bebeklerin verilmeyen/çalınan hakkıdır. Kapitalizmde ürünlerin eşitçe bölüşülmemesidir.

      Bugüne dek Müslümanlığı kimseye kaptırmayan, insanların dini inançlarını sömüren, fakir-fukara, garip gureba edebiyatı yapan siyasal iktidarın maskesi düştü. O, zaten hiçbir zaman ezilen ve sömürülenlerin çıkarlarını savunmadı. Asgari ücrete simitlik zammı yeterli bulan, milyonlarca Ayaz bebeğin rızkını çalarak bir avuç zengine aktaran bu siyasi iktidar İslami söylemlerle hırsızlığını örtmeye çalışıyor. Hâlbuki İslam’da, “Biriktirme, fazla olanı dağıt” diye salık verilir.

      Ayaz bebeğin ve tüm emekçilerin ahı onların üzerinde. Bu devran ilelebet sürmeyecek elbet. Tevfik Fikret’in dediği gibi:
“Bu harmanın gelir sonu, kapıştırın giderayak
Yarın bakarsınız söner bugün çatırdamayan ocak
Bugünkü mideler kavi, bugünkü çorbalar sıcak
Atıştırın, tıkıştırın, kapış kapış, çanak çanak
Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı pür-neva sizin
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin.”
      Ayaz bebekleri ve onların hakkını yiyenleri, kapitalist sömürü düzenini halklarımıza anlatmak boynumuzun borcudur. Bu can bu tenden çıkana, elimiz kalem tutmaktan kopana dek Ayaz bebekleri yazmaya anlatmaya devam edeceğim.