Neden 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü?
 
          Bundan 50 yıl önce, 25 Kasım 1960’da Latin Amerika’nın küçük bir ada ülkesi olan Dominik Cumhuriyeti’nin kuzey bölgesinde, bir uçurumun dibinde üç kadın cesedi bulunur. Cesetler Mirabel kardeşlere (Patria, Minerva ve Maria) aittir. Ülkeye egemen Trujillo faşist diktatörlüğü bu ölümler için “trafik kazası” açıklamasını yapmıştır, ancak kısa süre içinde üç kız kardeşin tecavüz edilerek katledildiği anlaşılır.
 
        Trujillo faşist diktatörlüğüne karşı mücadele eden Clandestina Hareketi'nin öncülerinden olan Mirabel kardeşler, bu mücadele içinde semboldürler ve “Kelebekler” diye anılmaktadırlar. Verdikleri mücadeleden ötürü zindanlara da atılan Mirabel kardeşler, 1960 yılının Kasım ayında faşist diktatörlük tarafından ölümle tehdit edilmişlerdir. Bu tehditlerin ardından katledilmeleri, hiç kuşkusuz, onların siyasal kimlikleri, diktatörlüğe kafa tutmaları ve özgürlük istemini yükseltmelerinden dolayıdır.
         Ama bir kez daha katiller yanıldı. Kelebekler ölümleriyle, Dominik’in, Latin Amerika halklarının ve dünyanın her köşesinden emekçi kadınların sembolü haline geldi. Ölümleri, mücadelenin büyütülmesi çağrısına dönüştü. 1981 yılında Kolombiya’da toplanan Latin Amerika Kadın Kurultayı’nda 25 Kasım tarihi, Mirabel Kardeşlerin anısına “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü” ilan etti. Latin Amerika da başlayıp dünya emekçi kadınları arasında dalga, dalga yayılan “kadına yönelik şiddetle mücadeleye” Birleşmiş Milletler de 1999 yılında duyarsız kalamayıp, 25 Kasım’ı “Kadına Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılması İçin Uluslararası Mücadele Günü” olarak kararlaştırdı.
         Yani 25 Kasım          “gökten zembille inmeyip” egemenlere, gerici, baskıcı rejimlere karşı verilen mücadelenin sonucu olarak kazanılmıştır. Mirabel kardeşler şahsında kadınlara yönelik şiddeti önleme mücadelesinin gerisinde halkların ve emekçi kadınların egemen sisteme karşı verdiği mücadelenin kendisi yatmaktadır.
        Kapitalist sistemde kadınlar, çifte ezilmişlik ve sömürü koşullarında, şiddeti en ağır şekilde yaşamaktadır. Psikolojik, fiziksel ve cinsel şiddetle karşı karşıya kalmaktadır. Kadına yönelik şiddet evde, sokakta, fabrikada, gözaltında ve cezaevlerinde devam etmektedir. Gün geçtikçe de örnekleri artmaktadır.
        Kadına yönelik şiddet ülkemizde ve dünyada çok korkunç boyutlardadır.
        Bugün dünyada her üç kadından biri şiddete maruz kalmaktadır.
        Dünyada her 6 dakika bir kadına tecavüz edilmektedir.
        ABD’de her yıl 4 milyon kadın şiddete maruz kalmaktadır.
        Çin’de yılda 1 milyon kız çocuğu, sadece kız doğduğu için doğar doğmaz öldürülmektedir.
        Irak’ta savaşın ilk aylarında tam 20 milyon kadına tecavüz edildi.
        Her yıl 2 milyon kadın sınır ötesi “beyaz kadın” ticaretinde kullanılmaktadır.
        Bu örnekler dünyada kadına yönelik şiddetin bilânçosunu az çok gözler önüne sermektedir.
        Ülkemizdeki kadınların maruz kaldığı şiddet dünyadaki kadınların durumlarından farklı değildir.(Günlük Ulusal Medyanın 3. Sayfa haberlerine göz atmak bile ülkemizin ne durumda olduğunuzun göstergesidir.)
        Rakamlara göre, Türkiye’de kadınların %79'u fiziksel şiddete, %52'si sözsel şiddete, %29 duygusal şiddete, %18'i ekonomik şiddete maruz kalıyor.
        Bugün ülkemizde şiddetin en yaygın biçimini aile içi şiddet oluşturmaktadır.Acı ama gerçek ülkemizde  ev kadınları “kocaları” tarafından dövülmekte, hakarete uğramakta, cinsel baskıya maruz kalmaktadır. Aile içi şiddette karşı sözde mücadeleden bahseden devlet, çeşitli kampanyalarla göz boyamaktadır. Kocası tarafından şiddette uğrayan kadınlar devletin kurumlarına ya da polise sığınmakta, ama gerisin geriye tekrar şiddet gördükleri yere nasihatler verilerek geri gönderilmektedir. Sözde kadına yönelik şiddete karşı olduğunu söyleyen siyasi iktidarlar, 8 Martlarda emekçi kadınlara fütursuzca saldırmaktadır. Nevrozlarda kadın, çocuk, erkek demeden coplamakta ve yerlerde sürüklemektedir. “Haydi, Kızlar Okula” kampanyasıyla kız çocuklarını sözde eğitime yönlendiren “yöneticilerimiz”, devletin kendi kurumlarında ilkokul çağındaki çocukların cinsel taciz ve tecavüze uğraması karşısında “üç maymunu” oynamaktadır.
        Kadına yönelik şiddetin en önemi ayağını devletin “zor” aygıtını elinde bulunduran siyasi iktidarların uyguladığı şiddet oluşturmaktadır. Gözaltına alınan kadınlar cinsel taciz ve tecavüz işkencesine maruz kalmaktadır.
       25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü ve 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü'nde sınıfsal bir özü olmayan “feminist” çevreler ve kimi “mor” örgütler kadına uygulanan şiddetin kaynağı olarak salt erkekleri göstermektedir. Fakat kadına yönelik şiddetin ve her türlü şiddetin kaynağının bizzat kapitalist sistemin kendisi olduğu gerçekliğini görmezden gelerek kadına yönelik şiddetten yalnızca insanlığını kaybetmiş erkekleri sorumlu tutarlar!
        Bu nedenle kadının özgürleşmesi mücadelesinden koparılmış bir şiddete karşı mücadele sorunu sonuçsuz kalmaya mahkûmdur. Kadına yönelik şiddete karşı mücadelenin tutarlı olabilmesi, ancak sorunun kaynağı olan kapitalizme karşı mücadeleyle olanaklıdır.
        Sonuç olarak kadına yönelik şiddet temelde sınıfsal bir sorundur. Ezen-ezilen ilişkisi var oldukça kadının maruz kaldığı şiddet son bulmayacaktır. Kadına yönelik şiddet, şiddetin kaynağı olan kapitalist sisteme karşı kadın ve erkeğin omuz omuza vereceği mücadeleyle son bulacaktır. Ve kadın ancak toplum için üretip, üretilen tüm değerlerin ortakça paylaşıldığı bir düzende gerçek kurtuluşuna kavuşacaktır.