2013 Bir Mayıs’ı mücadele takviminin yapraklarındaki yerini İstanbul Taksim Meydanına çıkma kararlılığı üzerinden ve kolluk güçlerinin orantısız gaz kullanma huyunun ne aşamaya geldiğini göstermesiyle yer aldı.
İstanbul dâhil tüm kentlerde alanlara çıkan emekçiler 1 Mayıs İşçi Bayramına sahiplendiklerini, Mayıs’ın birlik, mücadele ve zafer ruhuna uygun mitinglerle kutlayarak gösterdiler. İlimiz Niğde 1 Mayıs Mitingi katılım yönünden zayıf gibi görünse de (yaklaşık altı yüz, yedi yüz kişilik bir katılım vardı) Niğde de yaşayan emekçileri temsilen hemen hemen tüm örgütlülüklerin alanda bulunması, yürüyüş sırasında ve alanda Niğde halkının göstermiş olduğu “seyirci” mod’undaki ilgi her kentin iki kent olduğu gerçekliliğini bir kez daha doğruladı.
Evet, genel akım medyanın tüm menfi propagandasına, kolluk güçlerinin baskılamasına rağmen kentlerde yaşayan emekçiler, ezilenler, ötekileştirenler ve gadre uğrayanlar 1 Mayıs’ın mücadele ruhuna uygun sloganlarıyla, bayrak ve flamalarıyla yaşadıkları kente sahip çıkma kararlılığını gösterdiler. Başta İstanbul Taksim olmak üzere ülkemiz kentlerinin tüm alanlarında ezenlerle ezilenler karşı karşıya geldi. Taksim için yapılan çağrılar ve çarpışmaların altındaki sosyolojik gerçeklik bu ikililik durumunun kavranmasıyla doğru orantılıdır.
Yaşadığımız 21. Yüz yılın ilk çeyreğinde dünya çapında ilk kez kent nüfusu kır nüfusunu geride bıraktı. Ülke nüfuslarının dörtte birini toplayan mega kentler ortaya çıktı. Her kentte iki karşıt sınıf, iki karşıt kent olduğu daha belirgin hale geldi. Kentler ne kadar büyürse, bir yanda ücretli emeğin alabildiğine genişlemesi ve nüfus içindeki oranının yükselmesi diğer yanda sermaye birikiminin yoğunlaşması ve azalan elde merkezileşerek yükselmesi -plazalar vb.-, sınıf kutuplaşmasını dana net gösterir oldu.
Kentlerin büyük çaplı işçi kitlelerini topladığını, yoğunlaştırdığını, bir araya gelme olanaklarını yarattığını biliyoruz. Günümüz kentselliği, mali sermaye birikim ve egemenlik süreçlerinin tümünü bir üst düzeyde iç içe geçirerek sürdürmesiyle, antagonist (uzlaşmaz) sınıf karşıtlığının da tüm alan, düzey ve biçimlerinin de iç içe geçerek bir üst düzeyde keskinleşmesinin tarihsel koşul ve dinamiklerini yarattığını yaşayarak öğreniyoruz.
Emekçi sınıfın sosyal değişim, dönüşüm ve gelişimi yeni bir ivme kazanıyor. Ülkemiz de kentleşme düzeyinin -kırları da bir uzantısı haline getirerek- yükselmesi, onun içinde de nüfusun büyük ve mega kentlerde yoğunlaşması, işçi-zengin uzlaşmaz karşıtlığını ve çatışık lığını bir üst düzeye sıçradığını gözlemleye biliyoruz.
Bugünkü biçimiyle kentler, hele ki İstanbul gibi büyük ve mega kentler, sınıf mücadelesinin olduğu kadar zenginlerin de sınıf egemenliklerini tahkim edip yeni bir derinlik kazandıran merkezleri olduklarını da gözlemlemekteyiz. Kapitalist ilişkiler ağının hiçbir boşluk bırakmamacasına özgünleşip derinleştiği, çalışma zamanı kadar çalışma dışı zamanın da kapitalist birikim ve egemenliği güçlendirici biçimde yeniden örgütlendiği, egemen sınıfın toplumsal zaman kadar toplumsal mekân üzerindeki güç ve kontrolünün de arttığı dönemlerden geçiyoruz.
Ülkemiz egemenlerinin uluslararası sermayeyle entegre olmuş bölükleri ve onların siyasi temsilcileri tüm toplumsal ilişkilere nüfuz edip yeni bir temelde örgütlenmesi, aynı zamanda asalaklığın, çürümenin, şeyleşmenin de geniş emekçi yığınlara dayatıldığı ve rahatça toplumsallaştırıldığı alanlar yaratmaktadır.
Kentler, kapitalist egemenliğin bu devleşen kaleleri, içinde hızla büyüyen emekçiler ve yakın bağlaşığı olan kent yoksulları ile birlikte var olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Kimleri gibi dışına kaçarak, içinde-dışında özerk olduğu sanılan yaşam alanları oluşturarak, halkçı demokratizm gibi hızla çözülen geleneksel ilişki biçimlerine tutunmaya çalışarak, ya da diğer “sol sapma”, toplumsallaşma biçimleri içinde eriyerek değil, kentli emekçilerin, yoksulların, gadre uğrayanların ve inatla ötekileştirilenlerin yanında, içinde onlardan bir olarak yaşayarak beraberce örgütlenip yaşanılan kente, mekâna ve bir bütün olarak kaderimize sahip çıkmanın enstrümanları yaratılmalıdır. Ülkemiz kentlerinde her biri çok genişleyen ve çeşitlenen, yenileri de eklenen mücadele alanlarını, düzeylerini ve biçimlerini, yine bu temelde iç içe geçirmek, çoklu-bileşik merkezi olarak yürütmek sınıf adına söz söyleyen herkesin öncelikli görevlerindendir.
2013 1 Mayıs’ını geride bırakırken İstanbul Taksim 1 Mayıs Meydanı dâhil tüm kent meydanlarımızın özgürleşmesi için kesintisiz mücadele vermeye devam edilmelidir. Mücadelenin bütünlüğü “belirli gün ve haftalara” sıkıştırılmadan yılın her günü 1 Mayısmış gibi kararlılıkla mücadele verilmelidir.