Yaşanan son işçi katliamlarında (Soma, Torunlar, Ereğli…) kapitalist düzenin en korunaksız ve maskesiz yüzünü gördük. Kapitalist egemenlerin devlet aygıtını emirlerindeki siyasi aktörlerle nasıl yönettiğini ve kendi çıkarlarını korumak için ne denli yüzsüz olduğunu da göstermiş
 
      Her biri sözün bittiği noktalardır, her biri nasıl bir sistemde yaşadığımızın özlü ifadesidir. İşçi kanıyla yazılmış ders kitaplarıdır. Okumamızı, sarsılmamızı ve zincirlerimizden başka kaybedecek bir şeyimizin olmadığını öğrenmemizi bekleyen ders kitaplarıdır. Okumasını bilene… İş cinayetleri, işçi kıyımına, daha ağır kölelik koşullarına karışarak hayatımızın üzerine kara bir bulut gibi çöktüğü bu zamanlar işçi cesetlerine basarak yükselen kapitalizmin çıplak gerçekliğini yüzümüze çarpıyor.
 
      Fıtrat zırvalarıyla kitleleri maniple etmede mahir AK Partisinin 13 yıllık iktidarı döneminde zengin kodamanların ayaklarına bağ olan tüm denetimler bir bir kaldırılarak sınırsız sömürü kanalları ola bildiğine açıldı. Kapitalist zenginler, kana doymaz bir vampir gibi işçi sınıfının kanını emerek büyüdü. Soma’dan Ermenek’e işçi katliamları ülkemiz kapitalizminin nasıl büyüdüğünü, kimin payına neyin düştüğünü çok somut bir şekilde göstermiş oldu.
 
      Biz işçilerin payına düşen ölüm, gözyaşı, açlık, yoksulluk olurken zenginler paralarına para zenginliklerine zenginlik kattı. AK Partisinin destekçisi, “Anadolu Kaplanları” olarak adlandırılan orta düzey sermaye grupları ise palazlanarak büyük sermaye katına yükseldi. İster yeşil ister başka renkte olsunlar tüm kapitalistler işçi sınıfının ölümüne sömürüsü pahasına zenginliklerine zenginlik kattılar.
 
      İşte AK Partisinin son hükümetinin övünülmesini istediği “Yeni Türkiye” tablosunun arkasında bu gerçek var: Taşeronluk, güvencesiz çalışma vb. şeklinde azgın sömürü çarklarında eriyen toprağa düşen işçiler, karşıt kutupta kar hacmini büyüten zenginler! 
 
      Neoliberal politikaların ivme kazandığı ve AK Partisinin iktidarda bulunduğu sürede Türkiye’de “iş kazaları” yüzde 92 oranında arttı. Bu zaman zarfında işçi katliamlarında ölenlerin sayısı 14 bini buldu. 2014 yılının daha ilk 8 ayında 1270 işçi bu şekilde toprağa düştü. Her gün 10 işçi ölürken çok daha fazlası sakatlanıyor. Türkiye iş cinayetlerinde dünyada üçüncü, Avrupa’da ise birinci sırada yer alıyor. Sermayenin kar hırsı yüzünden işçiler ancak savaşlarda rastlanabilecek sayılarda ölüyorlar. 
 
      Ülkemiz uluslararası sermaye guruplarıyla entegrasyonunu sağlamış zenginleriyle ve emirlerindeki hükümetlerle, neoliberal politikaların gereği olarak işçi sınıfının kazanılmış haklarını teker teker tırpanladı, gasp etti. Bunu yapabilmek için ise ilk önce sendikal örgütlenmenin önünü tıkadı yada sarı sendikaları devreye soktu.
 
     Taşeronluk sistemini yaygınlaştırarak bir taraftan kuralsız çalışmanın önünü açarken diğer taraftan da sendikal örgütlenmeyi zorlaştırdı. Özelleştirme saldırısıyla bu sektörlerdeki örgütlü sendikaları tasfiye etti. Uzun yıllar iş kolu baraj engelini sendikaları tehdit etmekte kullandı. Zamanla bazı sendikaları direkt kontrolü altına aldı. Bugün Türk-İş’in üst bürokrasisi ve Türk Metal gibi birçok sendika AK Partisinin güdümüne girmiş durumdadır. Hak-İş ise baştan beri bu iktidara yakın duran bir konfederasyondu. Geriye AK Partiye muhalefetiyle bilinen ancak bir başka düzen partisinin, yani CHP’nin kuyruğundan ayrılmayan DİSK kalıyor. Tüm bu veriler iş cinayetlerinin ülkemiz özelinde katliam düzeyine ulaşırken sendikaların kuzuların sessizliğini oynamasının nedenini açıklıyor sanırım.
 
     Var olan sarı sendikalar sadece iş cinayetlerine değil egemenlerden gelen hiçbir saldırıya karşı anlamlı bir mücadele örgütleyemediler. Çünkü sendikalar, sendika bürokratlarının elinde can çekişmekte. İş kazaları ve meslek hastalıkları bugün işçi sınıfının en acil ve can alıcı sorunlarından biridir. Sınıf hareketinin genel olarak güçsüz olması zenginlerii daha da azgınlaştırmaktadır. İş kazaları ve taşeronlaştırma birbiriyle bağlantısı bulunan iki temel sorundur. İşçileri sigortasız, sendikasız, düşük ücretlerle yani kölelik koşullarını dayatarak çalıştıran taşeronluk sistemi kesinlikle yasaklanmalıdır.
 
       Günde 14 saate varan yorucu sürelerde çalışmak iş kazalarının en büyük sebeplerinden biridir. Düşük ücret aldığı için günde 14 saat çalışmak zorunda kalan bir işçinin iş kazası geçirmemesi yalnızca alınacak birtakım teknik önlemlerle sağlanamaz. Bu nedenle siyasi iktidarın çıkardığı göstermelik yasaların işe yaramayacağı aşikârdır. Taşeronlaşmanın kaldırıldığı, iş saatlerinin düşürüldüğü ve ücretlerin yükseltildiği bir çalışma ortamı talebi olmazsa olmaz bir talep niteliğindedir.
 
      Bu ve benzer taleplerin karşılanması işçilerin örgütlülüğüne bağlıdır. Yoksa tek başına hiçbir yasal düzenleme ve talep iş kazalarını önlemeye yetmeyecektir. Birçok can alıcı sorunda olduğu gibi bu sorunda da işçilerin güvenebileceği tek şey kendi öz örgütlülükleridir.