Kaç zaman oldu genç yaşımızda sevdalanıp da hala kara sevdası uğruna kanlı göz yaşları döktüğümüz ülkü adlı yare ağıt yakalı bilmiyorum.

                Kendimi bildim bileli ülkücülüğü, siyasi pragmatizma yada politik beklenti paralelinde değerlendirmedim. Değerlendirenlerin de statüko adına böyle bir tutum içinde olduklarını düşündüm.

                Hep dedik ki, ülkücülük; dün bugün çizgisinde yarınlara ait bütün soruların cevabını ihtiva eden bir yaşam tarzıdır.

                Diyarlardan diyarlara koştuk, sürgün yedik, ceza aldık, yapa yalnız kaldık, en yakınlarımız tarafından terk edildik, ödenecek ne kadar bedel varsa ödedik ve ödemeye devam ediyoruz. Ama uslanmadık.

 Bir deli tarafımız vardı iman ettiğimiz ülkümüzden yana…

                Zaten O(SAV)’da “ Onları görselerdi deli derlerdi” diyor ya. İlke edindik Allah’a layık kul ve Rasulullaha layık ümmet olmayı.

                Şaşırdı pek çok zaman pek çokları bizdeki bu, onlara göre “inatçı” bize göre “imanlı ve kararlı” tutumumuza…

                Sonra gülüp geçtiler, “Bunlar dünyadan bi haber.” Dediler. Biz de acıdık onlara, “Keşke bilselerdi, anlasalardı” diye…

                Ardından zaman geçti. Niceleri nice gömlekler değiştirdi. Ne büyük(!) nimetlere kavuştular. O gücün cazibesi karşısında saflar yeniden netleşti.

 Bir de baktık ki insanların değerlerine paha biçilir olmuş.

“Satılık” tabelaları revaç görmüş. Köle düzeni kurulmuş. Efendiler edinmeye başlamış kimileri…

Peki ya bizler?

Kabahatsiz miydik bu hal karşısında? Gidenler, gidilemeyenler, selam verenler, selam bekleyenler, ve vefa…

Öyleyse yeni bir muhasebe gerektiği göz ardı edilmemeli bu minvalde…

Evet ülkücü, inandığı Allah ve iman ettiği dava adına bir muhasebe yapmalı. Yaptığı muhasebeyi birilerine şirin görünmek yada birilerine saldırmak için değil milletinin, memleketinin, Türk ve İslam aleminin istiklali için istikbali için yapmalıdır.

O zaman  buyurun muhasebeye:

1. Ülkücülüğün bir yaşam tarzı olduğu unutulmamalı ve o yaşam tarzını belirleyen temel umdenin Allah’ın emirleri olduğu göz ardı edilmemelidir.
2. Ülkücü hareketin yöneticisinde liyakat yönetileninde sadakat olmalıdır.
3. Ülkücüler toplumda karşılığı olan sosyal projeler geliştirmeli “ben ne diyorsam o” anlayışından vazgeçilmelidir.
4. Her ülkücünün kıymetli olduğu unutulmadan, ülkücülerin birbirini sevme ve “rol model” olma mecburiyeti esas alınmalıdır.
5. Kin, haset, gıybet, çekememezlik gibi gayri ahlaki davranışlardan uzaklaşıp, hangi kardeşimiz hangi alanda kabiliyetli ise ona o alanda fırsatlar verilmelidir.
6. Millete rağmen, anlamsız ittifaklardan beri durulmalı; milletin değerleri ile barışık, ona değer veren bir anlayışla yola revan olunmalıdır.
7. Realizm ile idealizmi birleştiren, somut problemlere somut çözümler üreten, ürettiği çözümleri halkla buluşturan dinamik bir yapılanma gerçekleştirilmelidir.
8. Muhalif çıkışlardan ziyade “terbiye ve samimiyet ölçüsünde, çözümü olan tenkitlerle meseleler ortaya konulmalı, sorumluluk sahipleri; ülkücü aydınların önerilerine ortak akla dönüştürüp mesuliyetini ifa etmelidir.
9. Sosyal meseleleri görmezden gelip sadece erk sahiplerini eleştirmekten ziyade, toplumsal beklentilerin çözümü halka ulaştırılmalı, bunun için meşru dairede her tür metot uygulanmalıdır.

Bazı şeyleri yeniden keşfetmeye gerek yok. Allah için işlemeli, Allah için söylemeli. Allah için herkes vazifesini yapmalı. Allah için yapacaklarla yola revan olmalı.

                Ha bir de…

                Tarih boyunca ne kalabalıklar, ne büyük güçler, ne vazgeçilmez olduğu düşünülen insanlar gelip geçmiştir.

                Rivayet odur ki Hz. Nuh’un gemisinde sadece 80 kişi vardı.

Gerisi mi?

Malum helak oldu. Allah bizi haktan ve haklıdan ayırmasın.