Yolları yollara eklerler, uzakları yakın ederler, dert sofrasında derman ararlar ülkücüler.

Sevdalarını karşılıksız yaşarlar, yüreklerini dava şuuru ile doldururlar, hayatlarını iman ettikleri davaya vakfederler ülkücüler.

Çileye talip olurlar, ülküleri için her türlü ezaya cefaya katlanırlar, yolundan dönmeyi düşünmezler ülkücüler.

Ülküdaşlık karındaşlıktan daha ileri seviyede bir akrabalıktır” diyerek vefayı da diğergâmlığı da yüreklerin en derin nağmelerinde yaşarlar ülkücüler.

İman ettikleri davaları uğruna açlık, yokluk veya sefaletten etkilenmez, hatta ıstıraplarla, çilelerle ipeğe sarılı yumruk olurlar ülkücüler.

Öyle şeyler yaşarlar ki; ülkücüler, dışarda kalanlar, bırak yaşamayı hayal bile edemezler onların hayatındaki halleri.

Hele hayallerini duyanların dudakları uçuklar, imrenme ile şaşkınlık arası bir ahvale bürünürler…

Bazen, Orhun’un kaynağını anlayamamış, Yesevi’nin ilhamını kavrayamamışlar birlik şuuruna ve ülküdaşlık hukukuna da halel getirmeye çalışabilirler. “Ben” çılgınlığında olanlar. Mazinin vefasını unutup atinin ülkülerini hatırlamayanlar.

Kızılelma ülküsünü Turan türküleri ile birleştiremeyenler…

Olabilir mi?

Ülkücülüğün şuurunu İnsani, İslami, milli hakikatlerle besleyenlerde böyle bir hal olmaz.

O zaman, Başbuğ’un dili ile ülkücüler kimdir bu hatırlanmalı önce:

“Geçmiş yıllarda olsun, yaşadığımız günlerde olsun davamız ve hareketimiz için çeşitli sıfatlandırmalar yapılmıştır. Milliyetçi Hareket gibi, Ülkücü Hareket gibi, Ülkücüler gibi sıfatlar bizi anlatmak, ifade etmek için kullanılan kelimelerdir. Biz de gerek fikir ve düşünce sistemimizi kullanırken, gerek hareketimizin dayanak noktalarını ifade ederken çok açık bir şekilde beyanlarda bulunarak maneviyatçı milli mukaddeslere bağlı bir sistemi ve hareketi temsil etmekte olduğumuzu söyledik. Türk milliyetçiliği fikrini, İslam imanı, ahlak ve faziletini temel alan bir siyasi aksiyon olarak kendimizi tarif ettik. Kaynağını Türk İslam Ülküsünde bulan Türk milliyetçiliği diyoruz. Milliyetçilik ve Ülkücülük sıfatı, Ülkücüler tanımlaması, bizim kendi kendimizle ilgili bir beyanımız olmasının ötesinde, devlet-millet-vatan varlığı ve bütünlüğü yolunda verilen kutlu mücadelenin yolunda verilen kutlu mücadelenin fertlerine Türk milletinin verdiği, yakıştırdığı bir şeref sıfatıdır. Bu kelimenin, bu şerefli sıfatın yanına hiç de yakışmayan bir kelimeyle kullanılmasını büyük talihsizlik olarak görürüz.

Ülkücü, İslam imanının, ahlak ve faziletinin sahibidir.”

Öyleyse:

Milletinin felaketini felaketi; saadetini saadeti gören ülkücüler birbirine ahde vefa duygusu ile sahip çıkmalıdır.

Kılıçların gölgesinde insanlık için saadet sofrası kuran ecdadın mirasını sunmaya talip olan bir hareketin mensupları ve top yekun Türk milleti, Bedir gibi, Uhud gibi, Malazgirt gibi, Çanakkale gibi, Kocatepe gibi kucaklaşmalıdır.

Nitekim, vatan coğrafyasından tutun da Suriye- Irak düzleminde yaşananlar, hakeza küresel güç odaklarının, Türk jeopolitiğindeki yeni stratejileri, Kıbrıs ve diğer Türk yurtlarındaki karmaşık denklemler Türk milliyetçilerine ve Türk milletine tarihi bir sorumluluk yüklemektedir.

Mesuliyet mefkurenin kaynağı ise ülküdaşlık hukuku da ülkülerin temelidir. Eğer bu hukuk sağlam olursa umutlar da sağlam olur.

Ve.

Yarının Milliyetçi Büyük Türkiye’si de, Büyük Turan Ülküsü de, Nizam-ı Alem için İ’la-yı Kelimetullah Ülküsü de hakikat olur.

Gazi KARABULUT

Ülkü-Yaz Genel Sekreteri