İdeolojiler varlık sebeplerini, topluma sundukları yakın ve uzak hedeflerin gerçekleşmesi için ortaya koydukları yaşam ve eylem biçimleri ile şekillendirirler.

Türk milliyetçiliği hareketi de yerelden genele bir medeniyet tasavvuruna talip olduğunu beyan ede gelmiş; bölgesinde ve dünyada yaşananları bu anlayış doğrultusunda değerlendirmiştir.

Türk milletinin, başta kendi coğrafyasında akabinde Türk jeostratejiğinde, nihayet geniş kadim coğrafyasında uygulama alanı bulabileceği bir medeniyet yaklaşımı, tarihsel süreçlerle birleştirilerek inşa edilmelidir. Bunu yapabilecek fikri alt yapı, Türk milliyetçiliği hareketinin esaslarında vardır.

Alparslan Türkeş’in siyasal alanda sistemleştirdiği Türk milliyetçiliği anlayışına baktığımızda bu medeniyet tasavvurunun izlerini görürüz.

“Türk Milliyetçiliği, Türk milletine karşı beslenen derin sevgi, bağlılık duygusunun müşterek bir tarih ve müşterek hedeflere yönelme şuurunun ifadesidir.” diyen Türkeş, milliyetçiliğin başlangıcına, milleti sevme şuurunu koyar. Sevgi, milletini koruma ve koruduğuna sahip çıkma duygusunu pekiştirecektir. Nitekim Türkeş sevgiyi esas alan ve ayrılıkçı yaklaşımları reddeden, kültür milliyetçiliği temelinde bir anlayışın, görüşlerini oluşturduğunu “Türk milliyetçiliğinin temeli sevgidir.” diyerek açıklar.

Buradan hareketle dün bugün çizgisinde, kendi değerleri doğrultusunda, bölgemizi ve Dünya’yı etkileyen meselelere çözüm yolları sunmak ve uygulanılmasına gayret etmek Türk milliyetçiliği anlayışının, vazgeçilemez öncelikler arasında olduğu ortaya çıkmaktadır.

Türk milletini buhranlara sevk eden yukarıdaki yaklaşımlara milli çizgide bir çözüm sunmak gerekmektedir.

Eğer savaşta kovduklarımızı barışta geri davet etmek istemiyorsak önce kendi kültürel değerlerimizi yaşam tarzı haline getirmeliyiz.

Büyük bir tarihi geçmişe, jeopolitik özelliğe ve kültüre sahip olan milletler; tarihin kendilerine yükledikleri misyonu görmezden gelemezler. İşte Türkiye, anlattığımız problemlerini çözerek, bölgedeki ve dünyadaki gücünün farkına varmalı ve kendinden beklenen adalet, hürriyet,  güç eksenindeki etkisini ortaya koymalıdır.

Bütün bu söylemlerin ardından bir Türk Medeniyetinden ve Türk adaletinden bahsedebilmek için öncelikle içerde şu yaklaşımlara yer verilmesi gerekmektedir.

 
  1. Ekonominin üretim temelli yapılandırılması
  2. İşsizlikle mücadele projesi
  3. Adalet, liyakat, istişare
  4. Toplumsal ahlak ve kalitenin hayata geçirilmesi
  5. Türk Milli eğitim sisteminin inşası
  6. Türk dünyası ile ortaklık.

     

    İşte bu onarımın ardından, Milliyetçi ideolojinin mazi-ati çizgisi olarak aktardığı “Türk Medeniyeti” tezi olarak tanımlayabileceğimiz anlayışın devreye girmesi gerekmektedir.



     “Türk Medeniyeti” tezi, içinde tarihi dinamikler kadar geleceğe ait medeniyet tasavvurunu ve adalet anlayışını da barındırması hasebiyle coğrafyamızdaki kaosun bitirilmesinde büyük rol oynayacaktır.



    Bu tezin başlıklarını şöyle sıralayabiliriz.
     
  1. Türk milletinin hüküm sürdüğü havzada askeri, siyasi, ekonomik işbirliğinin tarihi dinamiklerle birlikte inşa edilmesi
  2. Türk soylu akraba millet, devlet ve topluluklarla kurulacak siyasal ve sosyal bağların temellendirilmesi
  3. Güçlü Türkiye ve Türk birliğinin inşası
  4. Uluslararası stratejik işbirliklerinde kadim coğrafya ve soydaş ülkelerle ortak hareket etmek.

     

    Tarihi ve coğrafi geçmiş, Türk milletinden böyle bir anlayışın hayata geçmesini beklemektedir.



                Geçmişte iz sürülen ve hakimiyet serdedilen bütün coğrafya, Türk medeniyetinin çekilmesi ile kaosa sürüklenmiş ve o topraklara belirsizlik hakim olmuştur. Aynı zamanda kadim coğrafyanın müdavimleri de kan, göz yaşı, açlık, sefalet ve esarete mahkum olmuştur.



    Türkiye’nin kendi iradesini hüküm sürdüğü topraklarda tamamlayacağı milli bir dönüşüm aynı zamanda bulunduğu coğrafyada Türk medeniyetinin de inşasını başlatacaktır.



    Cemil Meriç’in daha geniş bir kavramla, “umran” sözü ile dillendirdiği geniş ülkünün gerekliliği “Umrandan Uygarlığa” adlı kitabındaki, küresel akımın temelini oluşturan Yunan/Helenizm yaklaşımının ihtiyar dev olarak tanımladığı ve zaafları olarak “ahde vefa, civanmertlik, merhamet” belirttiği hasletler, aslında Türk medeniyetinin ve Türk adaletinin esaslarını ifade etmektedir.



    İşte Türk Medeniyeti, Türk adaleti en çok da seciyesinde barındırdığı bu hasletlerden doğmuş, tarihe kök salmış ve ebediyete taşınması gereken bir ülküye dönüşmüştür.



    Ahde vefa



    Civanmertlik



    Merhamet



    Evet, Türk’ü Türk yapan, Türk’ün neden tarihte büyük bir medeniyet inşa ettiğini ortaya koyan esaslar bu özelliklerde gizlidir.



    Türk medeniyetinin temeline baktığımızda bunun bir karakter ve şahsiyet bütünlüğü ile oluşturulduğuna şahitlik ederiz.



    Yüksek bir onura sahip olmak, bağımsızlığa olan düşkünlük, adaleti anlayışın merkezine koymak, insana ve bütün canlılara değer vermek gibi hasletler Türk medeniyetinin asli unsurları arasında göze çarpar.



    Tabi Türk medeniyeti tezinin, Türk toplumunun bütünü tarafından günümüzde yeterli ilgiyi görmemesinin temelinde insanımızın birbirini iyi tanımadığının olduğunu söylemek hiç de yanlış olmaz.

    Anlamlandırmanın temelini ise yine Cemil Meriç’in Bu Ülke kitabında sunduğu pusulada buluyoruz.



    Şuur pusulasında Cemil Meriç şu üç unsuru sıralar.



    “Tarih şuuru



    Milliyet şuuru



    Kişilik şuuru”



    İşte bu şuurlu yaklaşım neticesinde Türk medeniyeti/Türk adaleti yeniden ve daha kuvvetli bir şekilde inşa edilebilecektir.



     



    Netice olarak diyebiliriz ki Türk Medeniyeti/Türk adaleti, Türk’ün tarihi misyonunu, atiye ait adalet temelli medeniyet tasavvurunu ve karakterinden taşıdığı ilmi, ahlaki tutumu ifade eden bir anlayışı ihtiva eder.