TEHCİR Mİ, “SOYKIRIM MI? YOKSA EMPERYALİSTLER ARASI İT DALAŞI MI?
 
 
Fransa Meclisi Genel Kurulu, “Ermeni soykırımını” reddedenleri cezalandıran yasa tasarısını kabul etti. Benzer olayların her birinde yapıldığı gibi; büyükelçi çağırma, tehdit etme, gözdağı verme ve küçük çaplı tüketici boykotları ortaya saçıldı. Bu yasa ve beraberinde gelen milliyetçilik duyguları günlük politikaya egemen hale gelmiş durumda. Asıl sorgulanması gereken ise, bu yasanın arkasında yürüyen uluslararası siyaset ve ülke içinde yansımaları.
 
        İlk önce “Ermeni Soykırımı’nın” bir ülke tarafından kabul edilmesi Türkiye için neden bu kadar önemli diye sormak gerekiyor. Çünkü ne Fransa’nın geçen hafta kabul ettiği yasa, ne de bundan önce 20 farklı ülkenin kabul ettiği “Ermeni Soykırımı” yasalarının Türkiye üstünde bir yaptırımı bulunmuyor.  BM  Ayrımcılığın Önlenmesi ve Azınlıkların Korunması Alt Komisyonu, Avrupa Konseyi ( Melih Gökçek’in Ankara için Avrupa şehri ödülü aldık diye övündüğü kurum) ve Avrupa Parlamentosu, Ermeni Soykırımı kabul eden kuruluşlar arasında; bunun  dışında İtalya’dan Yunanistan’a, Rusya’dan İsviçre’ ye veya ABD’ye bağlı 41 eyaletin kabul ettiği böyle kararlar yıllardır varken, şu an koparılan bu kıyametin sebebi ne? Ki Fransa Meclisi Ermeni Soykırımı yasasını seneler önce kabul etmişti. (Bu yasa bunun inkârının cezalandırılması ile ilgili.)
 
        Bu yasaya gösterilen tepkilerin hükümet açısından anlamı; iç siyaset malzemesi olarak milliyetçiliğin, galeyana gelme halinin ulusal körlüğü kışkırtırken, sınıfsal ayrımları yok etmesidir. Özellikle ülke içindeki her türlü siyasal özneyi; iddianameler, mahkemeler, uzun tutukluluk halleri ve gözaltı terörü ile sindirmeye çalışan AKP açısından böyle bir ulusal birlik, bulunmaz bir fırsat niteliğindedir. Ülke içinde CHP’sinden MHP’sine kadar her türlü siyasi görüş Fransa düşmanlığı karşısında tekleşmiştir.
 
       Ama asıl olarak uluslararası emperyalist merdivenlerde yukarılara tırmanma heveslisi Türkiye egemenleri ve onların siyasi yüzü olan AKP açısından koparılan fırtına ile bir taşla birçok kuş vurulması amaçlanmaktadır.
 
         Fransa ile Libya’ya başlatılan hava saldırısı sırasında başlayan gerginlik, daha sonra Suriye’ye karşı uygulanılacak saldırıların başına getirilmek istenen Türkiye’ye ağabeylik etme noktasında yumuşatılmıştı. Fransa, Türkiye’nin Suriye konusunda üstleneceği rolün önemini vurgularken bunu ABD veya Avrupa Birliği’nden bağımsız yapmıyordu tabii ki. Ama bu iki ülkenin de emperyalist çıkarlarının birbirine girdiği çoklu bir denklem bulunmaktadır.
 
Avrupa Birliği’ne üye birçok ülke son 2 senedir derin bir kapitalist krizle boğuşuyor. Perdenin görünen yüzünde Yunanistan olsa da; İspanya, İtalya, İrlanda, Belçika ve Avusturya’da benzer şekilde borç ekonomisinin içine gömülmüş durumda. Bu  krizden en kazançlı ve güçlü çıkan ise Almanya ve Fransa. AB’nin krizle boğuşan ülkelerine ağabeylik yapan bu iki ülkeden Fransa’nın, NATO’nun askeri kanadına dönüşü ve peşi sıra emperyalist saldırganlıkta aştığı sınırların sonuçlarını Libya’da hepimiz gördük.
 
        Bu açıdan bakıldığında kibrinden önünü göremeyen Türkiye egemenleri ve AKP, her seferinde AB’yi yaşlı, hantal, güçsüz ve iktidar fukaralığı ile suçlarken bunun siyasi sonuçları olacağını hesaba katmıyor değillerdi sanırız. ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden, Babacan’ın benzeri bir çıkışını "genç köpekbalıkları denizinde ABD’nin hala balina olduğunu" söyleyerek savuşturmuştu. Genç köpekbalıklarının içinde Türkiye olduğu kadar Fransa ve hatta Suriye konusundaki toplantıya Türkiye’nin katılmasını istemeyen Mısır egemenleri de bulunuyor. Mısır’da geçen hafta muhalefete yönelen katliam görüntülerini emperyalistler büyük bir sükûnetle karşıladı. Mısır’da muhalefeti yok edebilirse emperyalist basamakları tırmanmak isteyen, ABD’nin ve AB’nin yeni müttefiki bir yönetim güçleniyor. Onlar da bu denklemin bir tarafındalar.
 
        Toparlamak gerekirse, bu yasa ne denildiği gibi ne Sarkozy’nin oy toplamak için giriştiği bir seçim taktiği gibi görünüyor, ne de Türkiye’nin verdiği tepkinin ekonomik-ticari bir yaptırımı olacak. Ucuz tüketici boykotlarıyla, sermayedarlar ve siyasi yüzleriyle kol kola giren emekçiler açısından kaybedilecek çok şey var. Türkiye’nin, bu tepkilerin arkasından hiçbir ticari-işbirliği anlaşmasını iptal etmeyeceği bariz ortadadır. Bundan önce yasayı kabul eden bu 20 ülke ile ne TÜSİAD’ın ne de AKP’nin bir kavgası olmadığı açıktır. İç siyasette zaten cılız olan muhalefetin sesi kısılırken, bir kez daha Türkiye “solu”, “sosyalist’i” sessizliğe boğulmuş durumdadır.
 
      “Ermeni Soykırımı” Yaşandı mı? Bu başlık başka bir konuda ayrıntılı incelenmesi gereken bir nitelikte olmasına rağmen birkaç cümle söylenmelidir.
 
       Osmanlı İmparatorluğu’nda 1914 yılında yapılan resmi nüfus sayımına göre toprak bütünlüğü içinde 1 milyon 230 bin Ermeni yaşamaktadır. 1927 yapılan yine resmi nüfus sayımına göre ise Türkiye'nin ana dili Ermenice olan nüfus 64.745 kişi olarak kaydedilmiştir. Türkiye’nin iddiası bu nüfusun katliama maruz kalmadığı, başka ülkelere göç ettirildiği yönündedir. Ancak şu an dünya genelinde yaşayan Ermeni nüfus bile sadece 7 milyon civarındadır.
 
       I. Dünya Savaşı’nda Ermenilerin zorunlu göçe (tehcire) tabii tutulduğu bu tarihler arasında yaşanan bu ölümlerin sorumlusunun Osmanlı Devleti olduğu kadar, her seferinde Osmanlı mirasından övgüyle bahseden ve Türkiye Cumhuriyetinin Osmanlı Devletinin devamı olduğunu iddia edenlerdedir.
 
      Bugün “soykırımı” birbirine karşı emperyalist güç savaşında malzeme olarak kullananların, halklar arasındaki düşmanlığı yok etmesi, geçmişin mirasıyla yüzleşmesi beklenemez. Hatta ulusal sınırlardan çıkarı olan her kapitalistten bekleneceği üzere bu tür uygulamalar halklar arasında milliyetçiliği körüklerken, işçilerin ve emekçilerin uluslararası birliğini engellemektedir.
 
 
 
      Ne Fransa ne de Türkiye geçmişindeki benzer katliamlarla yüzleşme niyetindedir. Ve fakat aslında aynı düzeyde ikiyüzlü emperyal kapitalist siyasetin uygulayıcılarıdır.