Geçtiğimiz 25-27 Eylül günlerinde 9 yıl aradan sonra 10. Su yapılan “Çalışma Meclisi Toplantısı” “paket” tartışmalarının gölgesinde kalarak gündemdeki öncelikli yerini alamadı. Halbuki egemenlerin bir bütün olarak biz emekçilerin posasını çıkarma planlamasının en önemli saç ayaklarından birini oluşturduğunu düşündüğüm bu toplantı gündeme damgasını vurmalıydı!
       Yukarıda da belirttiğim gibi sonuncusu 9 yıl önce yapılan Çalışma Meclisi Toplantısı'nın 10. su, 26-27 Eylül tarihlerinde Ankara'daki Bilkent Otel'de yapıldı. 1947 yılından beri belirli aralıklarla yapılan bu toplantıların esası, sınıfa dönük kritik saldırı kararlarının alınmasında, devlet ve sermaye örgütlerinin yanına “sınıf örgütlerini” de iliştirerek toplumsal bir onay almak, yanılsama yaratmak amaçlı olduğunu düşünmekteyim.
       Bu anlayışla yapılan “Çalışma Meclisi Toplantısı”, adına “uzlaşma deklarasyonu” denilen bir metinle sonuçlandı. “Uzlaşma” adına sunulan metin, toplantıya katılan DİSK ve Türk-İş’in itiraz ve önerileri hiçe sayılarak Hak-İş ile varılan mutabakat üzerinden şekillendi. Bu 2 sendika adeta yok sayıldı. Sadece bu tutum bile egemenlerin geldiği yer açısından Türk-İş gibi bir sendikacılığa dahi tahammülün olmadığının en açık göstergesidir..    
        Bildiğimiz gibi neoliberal yıkım stratejisi dilinde bu tür toplantılarda en çok “yönetişim” ve “Aynı gemideyiz” sözcükleri zikredilir. Bu türden toplantılarda “sınıflar arası barış ve uzlaşma” şifresinin global adıdır “yönetişim”! 
       Devlet çarkını yöneten hükümetlerin emekçilerle egemenler arasında sözüm ona hakem rolü oynadığı bu tiyatrolardan sonuncusunda biz emekçiler açısından hayatımızı daha bir cehenneme çevirecek stratejik saldırı hazırlıkları masaya yatırıldı: Kıdem tazminatı hakkının fona devriyle gasp edilmesi, taşeronluk sisteminin daha sağlam bir temele oturtulması-çalışma rejiminin omurgası haline getirilmesi, kiralık işçi bürolarına kapsamlı bir yasal statü kazandırılması!
        Toplantının 3 ana başlığı içinde en hızlı yola alabileceklerini düşündükleri başlık taşeronlukla ilgili olanı gibi geliyor bana.. Keza bu başlık sayısız yanılsamaya açık! Sanki taşeron işçilerin hiçbir yasal hakkı yokmuş da şimdi bazı haklar lütfediliyormuş gibi bir tablo çizilerek taşeronluk temel çalışma biçimi haline getiriliyor! Öyle ki, kıdem tazminatının fona devri gibi kapsamlı bir saldırı bile bu yaklaşım içinden yutturulmaya çalışılıyor. Sanki taşeron işçilerin böyle bir hakkı yokmuş da şimdi en azından fon şeklinde de olsa bu hakka kavuşacaklarmış gibi bir tablo yaratılarak tazminatın gaspında önemli bir gedik açılmaya çalışılıyor. Ya da aynı şekilde tüm dezavantajlı konumlarına rağmen mevcut yasalarda kırıntı düzeyinde de olsa belirli tutanmak noktaları olan taşeron işçiliğe daha fazla koruma getirileceği yaygarası altında aslında var olan o cılız haklar bile ellerimizden alınmak isteniyor. 
         Neoliberal soygun ve yıkım politikalarını ustaca uygulayan AK Partisi'nin son 10 yılda emek gücü piyasalarını ne hale getirdiği bizzat kendi resmi açıklamalarındaki verilerle ortada. En son Çalışma Bakanı Faruk Çelik'in, “Kamuya bakıyorsunuz, 10 yıl öncesine oranla işçi sayısı 500 binden 200 bine düşmüş. Bunu doğru anlamak gerekir. Bu devletin küçülmesi anlamına mı geliyor? Yoksa kamuda yoğun bir şekilde taşeron işçi kullanıldığı anlamına mı geliyor? Bakıyorsunuz altından taşeronlaşma çıkıyor. İhtiyacınız azalmamış, karşılama biçiminiz değişmiş” açıklaması bu açıdan çarpıcı bir itiraftır. 
      Yani kamunun yüzde 60'ı AK Partisi döneminde taşeronlaşmış! Şimdi geri kalan yüzde 40'ı da taşeronlaşsın, esnek ve güvencesiz çalışma biçimlerine göre dizayn edilsin isteniyor. “Çalışma Meclisi Toplantısı”'nın en önemli başlıklarından biri İşin en ilginç tarafı yasalardaki “esas işin taşerona verilemeyeceği” engelini de kaldırarak tüm işlerin taşeron eliyle yapılabilir hale gelmesi sağlamak isteniyor. Toplantıdan sonra DİSK'in deyimiyle yayınlanan “korsan deklarasyon” la laf yığını içinde saklansa da bu konuda bir karara varıldığı anlaşılıyor!

      İkinci gündem olan “Kıdem Tazimatın” da ise Taşeron işçilik mevzuu işverenler için kıdem tazminatı hakkının gaspında da önemli bir basamak haline getirilmek isteniyor. Başbakanın toplantıda yaptığı konuşmadan da anlıyoruz ki, bu hakkın gaspı için gerekli planlar yapılmış. “Fakat taraflar uzlaşmadan biz adım atmayacağız” denilerek seçim öncesinde sınıfın geniş bölüklerinin tepkisini çekecek böyle bir saldırıya dolaysızca girişmeyi tercih etmiyorlar.
      Tercihleri, taşeron işçilerden başlayarak bu yolda büyük bir adım atmak, sonrası nasılsa gelir! Fakat toplantıdaki havadan da anlıyoruz ki, işverenler işçi kıyımını daha kolay kılmak için kıdem tazminatı denilen bir yükten hızla kurtulmak istiyor! Sendikaların bunu “kırmızı çizgi” ilan etme söylemlerine bile tahammül edemiyor, aba altından işsizlik sopası gösteriyor ya da bu gaspın sonraki kuşakları ilgilendireceğini belirterek işin içinden sıyrılmaya çalışıyor. 
       Üçüncü gündem olan “Kiralık işçi büroları” başlı başına bir heyula olmasına rağmen kısaca belirtmek isterim ki taşeron çalıştırmanın yaygınlaşmasının tezahüründen öte bir şey değil! Taşeron çalışmanın yaygınlaştırılmasıyla iç içe geçecek, onu tamamlayarak sömürüyü derinleştirecek önemli bir saldırı hamlesi de “Kiralık İşçi Büroları.” Bu simsarlık kurumları aslında defakto olarak işini yapıyor ve giderek yaygınlaşıyorlar.
     Fakat henüz tam olarak geniş bir yasal statü kazanamadılar. Daha çok kadın-genç ve kronik işsizleri hedefleyen bu kölelik kurumlarının son zamanlarda sıkça dile getirilmesinden de anlıyoruz ki önümüzdeki günlerde son halini almaları hedefleniyor. Toplantıdan izlenimlerim ve sonunda yayınlanan korsan deklarasyon dan çıkartılarım bu yönde.
     Sözün özü özeti; demokratikleşme paketi biz emekçileri yine pas geçti!