Ülkemiz egemenlerinin ileriki yılları düşünerek iktidara hazırladığı Cumhuriyet Halk Partisi’nin son kurultayında bu hazırlığa denk düşen statükoyu aşma, değişim ve demokrasi söylemleri öne çıktı. Genel yaygın basınının büyük ilgi gösterdiği kurultayda, CHP’nin AK Partisi karşısında kendisini “alternatif” olarak örgütleme hedefi doğrultusunda geniş emekçi yığınların kafasını karıştırma, uluslararası sermaye ile entegrasyonunu tamamlamış ülkem egemenlerine AK parti sonrası kesintisiz hizmet etme rolünü gizleme üzerine kurulu son kurultayda yaşananlar önceki kurultayların aksine “çok sakin” gerçekleşti olarak genel medya aracılığıyla servis edildi.
 
 
      Bu sakinliğin nedeni olarak da genel başkan Kemal Kılıçdaroğlu’nun parti içi egemenliğini tahkim etmesi olarak lanse edildi. Öte yandan iç çekişmelerin sona erdiği masalı, bolca yapılan  “birlik ve beraberlik” mesajlarının ne denli boş olduğu Parti Meclisi liste seçimlerinde ortaya çıkmasına rağmen hız kesmeden servis edilmeye devam edildi.
 
 
     Önceki kurultaylarda olduğu gibi bu kurultayda da Kemal Kılıçdaroğlu delegelere ve salonda buluna partililere “yoldaşlar” diyerek hitap etti. Ayrıca salonda bulunan kitle sık sık “Faşizme karşı omuz omuza!” sloganını attı. Ayrıca Deniz Gezmiş, Mahir Çayan, İbrahim Kaypakkaya posterleri öne çıktı. Kemal Kılıçdaroğlu yaptığı konuşmada sola açılmaya ilişkin ağızlara bir parmak bal çalmayı da unutmadı.
 
 
      Peki, kurultay kürsüsünden dillendirilenlerle CHP gerçekliliği bir biriyle örtüşüyor mu?
 
      Gelin yakından bakalım!   
 
      Kurultay kürsüsünden Kürt meselesinin çözümüne ilişkin olarak Kemal Kılıçdaroğlu, “Yeni cenazeler gelmemeli. Bir oy gelmesin ama cenaze de gelmesin. Bu iklim yaratılabilir. Ben umutsuz değilim” demekle yetindi. Kürt meselesi ve çözümü, çözüm yolunda atılması gereken adımlar konusunda ve Kürt halkının taleplerine yönelik olarak tek kelime etmemeye özen gösterdi. Kemal Kılıçdaroğlu Kürt sözcüğünü dahi oldukça az kullanmaya çalıştı.
 
 
       Daha önceki 10 maddelik çözüm önerisini mecliste gurubu bulunan tüm partilerinin katılımına bağlayan CHP yönetimi son kurultayında bu 10 maddenin bile arkasında durmayacağını bir kez daha sergilemiş oldu.
 
Kurultay kürsüsünden CHP genel başkanı dâhil tüm konuşmacıların 14 Temmuz’da yöre milletvekillerinin tertip komitesini oluşturduğu ve Diyarbakır’da gerçekleştirmek istediği mitingin yasaklanması ve yöre halkının maruz kaldığı terör konularında tek söz söylememeleri soruna nasıl yaklaştıklarının turnusolü oldu.
 
        Ülkem egemen zenginleri AK Parti’nin icraatları nedeniyle yıpranması durumunda ya da gittikçe palazlanan Anadolu sermaye guruplarının büyüme hızını yavaşlatmak,  uluslararası ilişkilerdeki tutarsızlık gibi gelişmelerden dolayı verdiği “sıranın CHP’ye geleceği” sinyallerine uygun olarak kurultay kürsüsünden daha fazla demokrasi, özgürlük, emeğin, çalışanların haklarının korunması söylemine yer verilmesi CHP’nin ilerisi için kendine biçilen görevi layıkıyla yerine getirmesini sağlayacak kitle desteğini almak için olduğu gerçekliğini örtemedi!
 
       Kurultayda öne çıkan hem zenginlere, hem de emekçilere mavi boncuk dağıtma yaklaşımı nereden kaynaklanıyor? Açıklamaya çalışayım. Cumhuriyet Halk Partisi hem emeği, hem de sermayeyi koruyacak bir düzen yalanına inanıyor ve geniş emekçi yığınları da bu yalana inandırmak istiyor. Ve fakat CHP düzen partisi kimliğini gizlemek, işçi ve emekçilerin gözünde umut olmaya devam etmek için bu yalanı bilerek isteyerek sürdürüyor.
 
      Ülkem zenginlerinin ve egemenlerinin temsilcisi olduğunu gizlemeye çalışan CHP’nin son kurultayında statükoyu aşma, değişim ve demokrasi söylemleri de dâhil tüm propagandalarının emekçi yığınları aldatmak ve kandırmak üzerine kurulu olduğunu genel medyanın, basınının büyük ilgi göstermesinden, özgürlüklerin ve emekçilerin “tek ve doğru” adresinin CHP olduğuna vurgu yapmalarından da anlamak mümkündür kanaatindeyim.
 
      Ülkem zenginleri CHP’ye daha fazla sosyal demagoji, demokrasi ve özgürlük söylemleri yaptırtarak sistem dışına çıkması muhtemel işçi ve emekçi kitleleri denetimi altına almayı amaçladıkları iyi bilinmeli ve emekçi kitlelere iyi anlatılmalıdır.
 
    Sözün özü, hem işçi sınıfının, ezilenlerin, emekçilerin hem de zenginlerin, egemenlerin çıkarlarını korumak eşyanın tabiatına aykırıdır. Bu aykırılık kürsülerden dilendirilen sol, sosyalist demagojilerle gizlenemeyecek kadar büyük ve uzlaşmazdır. Bu uzlaşmazlığı ve aykırılığı saklamak isteyenler zaman zaman başarılı olsalar da emekçi yığınların benliğini bulandırmakta süreklilik elde edememişlerdir.