KİTAP YASAKLAMAK YA DA 21.YÜZ YILDA ÖKÜZ ATINDA BUZAĞI ARAMAK!
 
 
Ülkemizi 10 yıldır yöneten siyasal anlayış, kendinden önceki iktidarları “mum”la aratacak biçimde çok daha yoğun bir baskılama sürecini toplumsal yaşamın her alanına dayatıyor. Sansürcü ve yasakçı uygulamalar bir, bir hayata geçirildiğini üzülerek takip ediyoruz. TV dizilerinden, ders kitaplarının içeriğine kadar hemen her alanda karşımıza çıkan tek tipleştirici yaklaşımın zaten sorunlu olan ülkemiz demokrasisini ne kadar “ileri” taşıdığını son kitap sansürleme vakasıyla daha net görmemizi sağladı.
 
      Ülkemizde  örgütlenme ve düşünceyi ifade özgürlüğü önündeki engeller her gelen yeni daha da artarak katmerleşirken, geçtiğimiz haftalarda Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı okullarda okutulan 10. Sınıfa yönelik edebiyat kitabında Yunus Emre’nin  “Aşkın Aldı Benden Beni Bana Seni Gerek Seni” isimli şiirinden bir dörtlüğün Talim Terbiye Kurulu tarafından “sakıncalı” bulunarak resmen sansür edilmesinin peşi sıra bazı kitapların “100 Temel Eser” listesinden çıkartılmaları eğitimde sansür uygulamalarının sadece Yunus Emre ile sınırlı olmadığının ve fakat artarak devam edeceğin habercisidir.
 
      Okul kitaplarında şiirleri sansürlenen “Yunus Emre ve Kaygusuz Abdal’ın” ardından dünyaca ünlü Nobel ödüllü yazar John Steinbeck’in “Fareler ve İnsanlar” kitabını sakıncalı bularak “ahlaki olmayan bölümler içerdiği” gerekçesiyle sansüre uğraması dikkat çekici olduğu kadar tüm aydınlık yürekler için de “ızdırap” vericidir.
 
      Benzer bir şekilde Milli Eğitim Bakanlığı’mızın100 Temel Eser listesi içinde yer alan “Şeker Portakalı” kitabını derste ödev olarak okutan bir eğitim emekçisine kitabın “müstehcen” olduğu gerekçesiyle soruşturma açıldığı haberleri hep birlikte değerlendirildiğine nasıl bir toplum dizayn edilmek istendiği gayet açık görülmektedir. Son olarak karşımıza çıkan bu iki olay bile  ülkemizde eğitim sisteminin 21. yüzyılda öküz altında buzağı arayan bir zihniyet ile yönetildiğini anlamamıza yeterdir. Fakat neyle karşı karşıya olduğumuzun görülmesi, örgütlü tepki konulması, eylem ve etkinlikler örülmesi içinde uyarıcıdır.
 
      Siyasi iktidar her icraatı ile öncelikle kendisi gibi düşünmeyenleri yok saymaya, Yunus Emre gibi büyük bir kültür değerinin sözlerini bile sansürleme cüretini göstermesinin altındaki gerçeklik tek tip insan yetiştirme hevesinden kaynaklıdır. Ömer Hayyam’ın rubaisini yaygın bir internet sosyal ağında paylaşan Fazıl Say’ın “dine hakaretten” yargılanması, Yazar İskender Pala’nın, Neşet Ertaş’ın türkülerinin bir kısmında “müstehcen” unsurlarının  yer aldığı iddiasıyla o türkülere yasak getirilmesinin istemesi ve son olarak dünya klasikleri içinde yer alan “Fareler ve İnsanlar” kitabına sansür uygulayarak, “Şeker Portakalı” kitabını okutan öğretmene “müstehcenlik” gerekçesiyle soruşturma açanlar bu cüreti siyasal iktidarın muhafazakar, totaliter yaklaşımlarından almaktadırlar.
 
       Toplumu bir bütün olarak kendi siyasal-ideolojik çizgisi doğrultusunda biçimlendirmek isteyen, bunun karşısında duran herkesi, her gücü ezmek, baskı altına almak ve sindirmek için tüm imkânlarını seferber eden, okullarda bile okutulan kitaplara sansür uygulayarak “dindar nesillerle” dindar toplum yaratmak isteyenler,  unutmamalı ki “Osman Oğulları Sultanlığı” bile  600 yıl hüküm sürdüğü bu coğrafyada  “dindar bir toplum”  yaratamamıştır.
 
     Eğitim başta olmak üzere, toplumsal yaşamın bütün alanlarında yaşanan yasakçı ve sansürcü uygulamalar II. Abdülhamit ve onun “istibdat devri”ni fazlasıyla anımsatmaktadır. Gazetelerde çıkan karikatürlere, eleştiri yazılarına bile tahammül edemeyerek tazminat davalarından, sürgünlere hatta hapislik uygulamasına kadar bir dizi yaptırım yoluna giden bir zihniyetin, ders kitaplarında Yunus Emre’yi ve Kaygusuz Abdal’ı sansürlemesi, dünya klasikleri arasında olan kitapları yasaklaması, II. Abdülhamid dönemini bile geride bırakan bir baskı düzenin oluşturulmaya çalışıldığının bence kanıtıdır. 
 
       Biz eğitim emekçileri olarak eğitimde ve diğer alanlarda yaşanan bütün sansür ve yasaklama uygulamalarına karşı tüm sendikaları, meslek örgütlerimizi, öğrenci ve velilerimizi, bu uygulamalara tepki göstermeye “susma sustukça sırada daha çok sansür ve baskı var “ deneye çağırmalıyız.