Hemen belirteyim biz emekçilerin çerezidir "patlamış mısır" zenginler ve şukerası daha kalite çerez sever. Mısır halkının şanlı direnişini ve mücadelesini saygıyla selamlayarak başlıyorum yazıma.
 
       18. gününü geride bırakan Mısır’daki halk ayaklanması,"Mübarek'i" devirerek yeni bir boyut kazanmasıyla dünya gündemindeki yerini koruyor. ABD-AB emperyalistleri, Mısır’daki işbirlikçileri ile Suudi Arabistan’daki gibi Amerikancı rejimleri de kullanarak yaptığı tüm manevralara rağmen isyan yeni bir aşamaya geçti.
 
      Kahire’nin Tahrir Meydanı’ndaki kitlesellik 8 Şubat’taki eylemle doruğa çıkmıştı. Milyonların meydanı doldurması, sistemin geleceksizliğe mahkûm ettiği genç kuşaklarla işçi sınıfı ve emekçilerin taleplerini gerçekleştirme konusundaki kararlılığını bir kez daha göstermiş oldu.
 
      Bu muhteşem eylemin, başta Müslüman Kardeşler olmak üzere düzen partilerinin temsilcileri ile rejimin şefleri arasında yapılan görüşmelerin ardından gerçekleşmiş olması, sergilenmeye başlayan gerici manevraların isyan halindeki kitleleri oyalama gücünden yoksun olduğuna işaret ediyor.
 
      Mübarek'i yerinden eden sorunlar hali hazırda yerli yerin de duruyor.
 
      Emperyalist güçlerle gerici rejimlerin şefleri tarafından yapılan değerlendirmelerde, Mısır’daki ayaklanmanın temel nedenlerini gözlerden saklama çabası öne çıkıyor. Zenginler ile devletinin borazanlığını yapan medya tekelleri ve ekranlara taşıdığı “uzmanlar” tarafından tekrarlanıp durulan vaazlar ise, gerçekleri çarpıtma seferberliğinin bir diğer önemli ayağıdır.
 
       Oysa ayaklanan emekçilerin gündeminde öze dair bir değişiklik söz konusu değil. Dolayısıyla papazca vaazların, Tahrir’i özgürleştiren milyonların temel gündemleriyle bir ilgisi bulunmuyor. Neo-liberal saldırıların ve kapitalizmin küresel krizinin yıkıcı sonuçları olan işsizlik, yoksulluk, sefalet, gelir dağılımındaki uçurum, yolsuzluk, rüşvet, adam kayırma gibi sorunların çözümüne dair somut bir adım ya da plandan söz etmek mümkün değil. Ceberut Mısır rejimi, devlet terörü silahını da terk etmiş değil. Dağıtılan “güvenlik” cihazındaki tetikçileri “sivil” olarak sokaklara salan emperyalizm kuklası rejim, cinayet işlemeye devam ediyor. Şu ana kadar, ezici çoğunluğu gençlerden oluşan 300’ü aşkın kişi katledilmiştir. Bunların bir kısmını, keskin nişancılar tarafından özel olarak hedef seçilen ayaklanmaya önderlik eden gençler oluşturuyor. Başta Tahrir olmak üzere, birçok kentteki meydanların fiilen özgürleştirilmesi, rejimin devlet terörüne başvurmaktan geri durmasının değil, bedel ödemeyi göze alan kararlı milyonların direnişi sayesinde olmuştur.
 
      Ayaklanma bu haliyle bile muazzam kazanımlar sağlamış olmakla birlikte, süreç devam ediyor. Çalışma hakkı, insanca yaşamaya yeten ücret, onurlu bir yaşam, demokratik hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması, sosyal adaletin sağlanması, gözaltına alınan binlerce kişinin serbest bırakılması, yağmacı, işkenceci ve katillerden hesap sorulması, halen Tahrir başta olmak üzere ülkenin meydanlarını dolduran milyonların temel taleplerini oluşturuyor.
 
     Hareket halindeki milyonları bulan kitleler, taleplerinin, ancak diktatör Hüsnü Mübarek'in tüm şak şakçılarının ve çeteleşmiş rejiminin yıkıldığında gerçekleşebileceğinin bilincindedirler. Polis ve istihbarat aygıtı ağır bir darbe alan ceberut rejimin ayakta kalması durumunda kazanımları korumanın zor olacağına, hatta devletin kontra güçlerinin karşı saldırıya geçebileceği endişesini yüzlerinde görmek gören göz için zor olmasa gerek!. Ayaklanan milyonlarca genç, işçi ve emekçinin sergilediği kararlılık ve ısrarın bir nedeni, “ne pahasına olursa olsun kazanmak” ise, diğeri de “zorba rejimin yıkılmaması durumunda sürek avının yeniden başlayabilme ihtimalinin yüksek olduğu” gerçeğinin farkında olmaktır. Her zaman her yerde görüle bileceği gibi "patlamış Mısır da" da düzen muhalefeti gerici bir rol oynuyor. Ayaklanmanın başlamasında hiçbir rol oynamayan zenginlerin parti ve hareketleri, ancak emekçilerin alanları özgürleştirmesinden sonra ortalıkta boy göstermişlerdir. Mısır zenginlerinin ve orta sınıfının muhalefetin en güçlü ve en örgütlü kesimi olan Müslüman Kardeşler bile, hareket rejimi sarsacak "Mübarek'i" devirecek düzeye sıçrayana kadar, ayaklanmadan yana açık bir tutum almaktan geri durduğu bizlerin gözlerinden kaçmamıştır.
 
     Rejimin baskısına maruz kalmalarına rağmen, siyasal deneyimi olan düzen partileri, oluşan yeni koşullarda manevra alanı yakalamış, ayaklanmanın sönümlemesi için, rejimin şefleriyle birlikte yol aramaya başlamışlardır. Washington’dan peş peşe yapılan açıklamalar, Hüsnü Mübarek’in ABD yönlendirmesiyle reform ve açılım vaatlerinde bulunması, Mısır’ın kontra şefi Ömer Süleyman (Mısır'ın 2 nolu yöneticisi) tarafından yapılan görüşme çağrıları, zenginlerin partilerinin kısa sürede rengini belli etmelerini sağlamıştır. Onlar için alanlarda mücadele etmek değil, masa başı pazarlıklar yapmak esastır.
      Ayaklanmanın yükünü taşıyan, bedelini ödeyen emekçiler ve ezilenler talepleri kabul edilene kadar, rejimle tüm görüşmeleri reddederken, Müslüman Kardeşler ile diğer zenginlerin parti ve güçleri, Ömer Süleyman’la görüşmelere başladılar. Bu gerici hamle, milyonların alanlara inmesini önlemeye yetmedi. Ancak bu girişim, eski rejimle muhaliflerinin gençliği ve emekçileri evlerine göndermek için harekete geçtiklerini gözler önüne serdi. Emekçilerin sistemin bekası söz konusu olduğunda, kanlı-bıçaklı olan düzenin farklı güçleri kendi aralarında koalisyon kurmakta dün olduğu gibi bu günde zorluk çekmezler.
 
     Ceberut rejimin şefleriyle görüşen düzen partileri, şimdilik ayaklanmayı sürükleyen genç kuşakları karşılarına almaktan çekiniyorlar. Zira böyle bir tutum, anında Mübarek rejimi gibi gayr-ı meşru konuma düşmelerini sağlayacak. Bu noktada halkla karşı karşıya gelmekten kaçınan ordu, halen sistemin temel dayanağı konumundadır. Bununla birlikte Tahrir Meydanı’na gelen komutanların, “alanı boşaltın, evlerinize gidin, Mısır’dan geriye kalanları koruyalım, ülkemize sahip çıkalım” şeklinde özetlenebilecek çağrıları, “halk rejimin yıkılmasını istiyor!”, “ordu halk el ele!” şiarlarıyla geri çevrilmiştir. Bu olay, ayaklanmaya katılan milyonların kazanımlarını koruma konusundaki kararlılığının önemli göstergelerinden biridir.        ABD ile AB’li suç ortaklarının Ömer Süleyman’ı işbaşında tutma yönünde harcadıkları beyhude çabalar, Arap dünyasının bi biçimiyle merkezi olan "Mısır" mevzisini elde tutma telaşının yansımalarından biridir. Ayaklanmanın seyri onları mecbur bıraktığı zaman, işkencenin şeyhi dâhil olmak üzere, hiçbir tetikçi vazgeçilmez olmayacaktır. Zira "rejim" her zaman "tetikçilerden" daha önemlidir. Ancak onlar, Washington’dan yaptıkları açıklamalarla, 30 yıldır destekleyip besledikleri diktatörü ve diktatörlüğü derhal tavizler vermeye çağırıyorlar ki, "rejim" kurtarılabilsin.
 
       Dinci çizgisinden dolayı çok arzulanır olmasa bile, rejimin bekası için Müslüman Kardeşlere daha baskın bir rol verebileceklerini ön görmek lazım! Hareketin kuruluş yıllarından beri emperyalist güçlerle işbirliği yaptığı göz önüne alındığında, bunun önünde elzem bir engel de bulunmuyor. Zira Müslüman Kardeşler başta olmak üzere dinci akımların ezici çoğunluğu neo-liberalizm, serbest piyasa ekonomisi, özelleştirme vb. saldırıları savunuyorlar. Arap dünyasında başlayan ayaklanmaları tetikleyen toplumsal sorunların tam da bu ekonomik politikadan kaynaklandığı göz önüne alındığında, iktidara ortak olan dinci akımların da, kısa sürede “Mübarekleşme” ihtimali çok yüksektir. Unutulmaması gereken Mısır emekçilerinin kendileri için ne istediği ve bunu elde etmek için nelerden vaz geçebileceğini bilince ne kadar çıkarttığı ile doğru orantılıdır.