Türkiye Cumhuriyeti üç dünya arasında kurulmuş bir merkezi devlettir. Avrupa’nın yanında, Avrupa modeline yakın bir devlet kurulmuştur ama batı tipi liberalizm kabul edilmeyerek, Avrupa’nın dışında kalınmıştır. İslâm dünyasının içinde Müslüman halk çoğunluğuna dayalı bağımsız bir devlet kurulmuştur ama devlet İslam devleti olarak değil laik bir yapıda oluşturulmuştur. Sovyetler Birliğine komşu ve sınırdaş bir devlet olarak yeni devlet oluşturulurken, sosyalist sistem benimsenmemişti. Bir anlamda Türkiye sahip olduğu jeopolitik yapısına uygun olarak üç dünya arasında merkezi bir yapıda bağımsız bir devlet olarak ortaya çıkmıştır.  Avrupa tipi bir ulus devlet olmasına rağmen dünyada başka hiçbir devlette olmayan özellikleri ile başka benzeri olmayan bir devlet olarak tarih sahnesine çıktığı için, Türkiye Cumhuriyeti diğer devletlerden farklı bir biçimde Kemalist Cumhuriyet adı ile anılmaktadır. Bu farklı isim Türkiye Cumhuriyeti’ni diğer devletlerden ayrı bir kategori içinde göstererek, siyasal alanda sahip olunan özel koşulların diğer devletlerden farklı bir kategorinin gündeme gelmesine yol açmıştır.

                Kemalizm devletin kuruluş sürecinde ortaya çıkan bir siyasal yapılanma olarak, önce Türk devletinin siyasal ve hukuki modelinin adı olarak öne çıkmıştır. Batılılar ulusal kurtuluş savaşı sırasında, Rus devrimine sosyalist adını taktıkları gibi Sovyetler Birliğinin yanı başında beliren Türk devrimine ve Atatürk Cumhuriyetine de Kemalist sıfatını takmışlardır. Rus devriminde sosyalistler başı çekerken, Türk devrimine de yön veren ulusalcı ve cumhuriyetçi gücü oluşturanlar Kemalistler olmuştur. Batı dünyasının önde gelen basın organları Rusya’yı Sosyalistler üzerinden anlatırken, aynı dönemde ortaya çıktıkları için, Türkiye Cumhuriyeti’ni de ulusal kurtuluş ve devrimin öncüsü olarak Kemalistler üzerinden anlatmaya devam etmişlerdir. Sosyalist ve Kemalist devrimler arasında komşuluktan gelen bir yakınlık her zaman için olmuş ve bu iki büyük devlet batı blokunun karşısında gösterilmeye çalışılmıştır. Her iki devrim de batı dünyasının dışında kalan merkezi coğrafya da ve de Avrasya kıtasında ortaya çıktığı için, birbirlerini doğal olarak etkilemişlerdir. Batı dünyası da her iki tarihsel oluşumu dışarıdan ve karşıdan izleyerek birbirine benzer yönleri üzerinde durmuşlardır. Birçok batı kaynaklı eser incelendiği zaman imparatorlukların çöktüğü Birinci Dünya Savaşı sonrasında batıdan bu bölgeye bakan batılı merkezlerin, iki devrim arasında siyasal benzerliler aramaya çalıştıkları ama bunu bulamadıkları noktada olumsuz karşıt görüşler geliştirdikleri anlaşılmaktadır.

                Kemalizm   doğu ve batı arasındaki orta dünyada kendi ulus devletini kurarken, Fransız ve Rus devrimlerinden yararlanmış; birinci grup ilkeler olarak cumhuriyetçilik, milliyetçilik, laiklik Fransız devriminden, ikinci grup ilkeler olarak da devletçilik, devrimcilik ve halkçılık Rus devriminden alınmıştır. Böylece o zamanın koşullarında üç dünya arasında bir ulusal cumhuriyet devleti, eklektik bir tutum izlenerek ve farklı dünyaların ürünü olan ilkeler bir araya getirilerek, kendine özgü bir yeni siyasal oluşum öne çıkarken görülmüştür. Batıdan uzak bir coğrafyada birbirine benzer özel koşullarda ortaya çıkan Atatürk Cumhuriyeti ile Sovyetler Birliği, batılı olmayan ama doğu dünyasından gelen devletçilik, devrimcilik ve halkçılık ilkelerini benimseyerek, liberal batının dışında kalan doğu bölgesinin birikimini yansıtmışlardır. İki kutuplu dünyada Sovyetler Birliği doğuyu temsil ederken, Türkiye komünizmin yayılması tehlikesine karşı güvenliğini her zaman batıda aramıştır.

                Tarihsel olarak sahneye çıkış döneminin koşullarında, Türkiye bir doğu-batı sentezi ile kendine ayrı bir yol ararken hem batı hem de doğu dünyaları izlenerek bu iki dünyadaki gelişmelere göre merkezi bir tutum izlenmeye çalışılmıştır. Batı kapitalizmindeki liberal gelişmeler ile birlikte, başta Sovyetler Birliği olmak üzere, Çin, Yugoslavya, Arnavutluk, Küba ile Doğu Avrupa ülkelerindeki sosyalist devlet uygulamaları yakından izlenerek, Kemalist Türkiye’nin ihtiyacı olan sosyal politikalar bir sentezci yaklaşım ile geliştirilmeye çalışılmıştır. Devletin modeli olarak altı ilke anayasaya girerken, liberal batı kadar sosyalist doğu da yakından izlenerek ve incelenerek, Türkiye koşullarına uygun düşecek bir bağımsız yol, devletin temelinde dayanılan Kemalizm kavramı üzerinden geliştirilmeye çalışılmıştır. Bu nedenle sol akımlar batının liberal yapılanmasına yakın derecede Kemalizm’in oluşumunu etkilemiştir. Ne var ki, Atatürk Sovyetler Birliği’ne karşı devletin bağımsızlığını korumak için Celal Bayar gibi yakın arkadaşlarına milli bir komünist parti kurdurarak, Rusya’nın Sovyetler Birliği komünist partisi üzerinden emperyalizme yönelmesinin önünü kesmiştir. Atatürk o aşamada batının liberal çevrelerinin kontrolünde kurulacak bir sosyal demokrat partiye izin vermediği gibi, bu alanda kurulmuş olan Sosyal Demokrat Partinin kapatılmasını sağlamıştır. Ayrıca Sovyetler Birliğinin yönetiminde bir Rus emperyalizmine karşı da kendi kurdurduğu Türkiye Komünist Partisi ile geliştirilen ulusalcı ve antiemperyalist politikalar ile karşı çıkmıştır.

                Atatürk döneminde çıkartılan Kadro Dergisi ile 27 Mayıs sonrasında aynı çizginin uzantısı olarak yayınlanan Yön dergisi de sol ve sosyalist dünya görüşlerine sahip birer dergi olarak, Kemalizm’in içeriğinin belirlenmesinde en önde gelen bir misyonu yerine getirmişlerdir. Her iki dergi sol ve sosyalist görüşlere sahip yazar ve bilim adamlarının makaleleri aracılığıyla, Kemalizm’in birinci ve ikinci dönem oluşumlarında etkili olmuşlardır.  Bir süre sonra Batının liberal baskıları ile Kadro dergisi kapatılmış, Yön dergisi ise soğuk savaşın ikinci yarısında sosyalist dünya karşısında Kemalizm’in sosyalizmden farklı bir ulusal sol anlayış olduğunu ortaya koymuştur. Aradan yarım yüzyıl geçtikten sonra 27 Mayıs döneminde ortaya çıkan Yön Dergisinin arkasında  İngiltere’nin, o dönemde kurulan  Türkiye İşçi Partisi’nin arkasında  Rusya’nın, ortanın solu hareketinin gelişmesinde ise Atatürk’ün partisi üzerinden İsrail’in Türkiye’deki  lobileri aracılığı ile etkin oldukları görülmektedir 27 Mayıs hareketinin yarım kalan Kemalist devrimi tamamlamak üzere devreye girmesi sonrasında, Türk siyasetinde üç sol akım yabancı ülkelerin  dışarıdan etkileriyle, Türk siyasetinde öne geçmişlerdir Bu üç sol hareket hem sonraki aşamada Kemalizm’in ulusal gelişme çizgisinin oluşumunda, hem de Türkiye’de sol ve sosyalist siyasetlerin gelişiminde açıktan yönlendirici olmuşlardır.

                Türkiye’de sol hareketler çeşitli açılardan tasnif edilebildiği gibi Kemalizm açısından ele alınarak farklı boyutlarda incelenebilir. Bu konuda, yayınlanan birçok dergi ve kitap kütüphanelerde gençleri ve araştırmacıları beklemektedir. Türkiye’de yüz yıldır yayınlanan dergi ve kitapların oluşturduğu büyük birikim bugün gizlenmek istenmekte ve bunların açıklanmasıyla gerçeklerin ortaya çıkmasına izin verilmemektedir. Sol akımların bir kısmı ulusalcı, cumhuriyetçi, devletçi ve laik anlayışlara ya da etnik alt kimliklere sahip oldukları için kendilerini Kemalist olarak tanımlamışlardır. Türkiye Cumhuriyeti bir antiemperyalist devlet olduğu için, batının emperyalizmine karşı çıkarak var olabilmiştir. Antiemperyalist mücadelede bazı sol akımlar, ulusal çizgide Atatürk’e paralel siyasetleri izlemişler ve Türkiye’nin yapılanmasında etkinlik sağlayarak, Türkiye üzerindeki emperyalist baskıları kırmaya çalışmışlardır. Düveli Muazzama ‘ya karşı çıkarak batının büyük devletleriyle savaşan Türk devletinin en büyük özelliği, tam bağımsızlık olmuş ve bu konuda  sosyalist akımlar da Türk bağımsızlığından yana olarak Türkiye’nin Kemalist birikimini desteklemişlerdir. Ne var ki, Rusya’nın sosyalist ülkeler üzerinden sosyal emperyalizme yöneldiği aşamada, Türk devleti Sovyet sosyal emperyalizminin baskısına karşı Kuvayı Milliye hareketi ile karşı çıkmıştır.

                I968 olayları dünya konjonktürünün ürünü olan önemli siyasal gelişmelerdir. Bu aşamada Fransa’nın Nato’dan ayrılması üzerine Amerikancı güçler dünyayı karıştırmak için, Karl Marks’a karşı Herbert Marcus’ü çıkararak, kışkırtılan sokak olayları üzerinden gençlik kitlelerini işçi sınıfının yerine geçirmeye çalışmışlardır. O dönemin koşullarında toz ve duman birbirine karıştırıldığı için siyasal alanda kaotik bir ortam yaratılarak askeri darbelerin önü açılmıştır. Gençlerin sokağa döküldüğü bu aşamada sol akımlar da goşizm ve terörizme yönelmiş ve antiemperyalizm çizgisinden ayrılarak, darbelere zemin sağlayan kaotik başka yönlere kaymışlardır. Türkiye’nin başına üç kez askeri rejimlerin gelmesinin nedeni, devletin çekirdeği olan Türk Silahlı Kuvvetlerinin ülke güvenliği amacıyla önlem almasıdır. Rusya üzerinden Sovyet sosyal emperyalizmi dünyaya yayılırken, Çin üzerinden de köylüleri ayaklandıran Maoizm, Kemalizm’in ötesinde dünya siyasetinde etkin bir noktaya geliyordu. Stalin’in baskılarına karşı çıkarak Sovyetler Birliğine dahil olmayan Kemalist rejim, yaklaşmakta olan Çin emperyalizmine de karşı çıktığı için, gençliği sokak hareketlerine yönlendiren terör hareketlerinin gelişmesinde Maoizm’de diğer sol hareketler gibi Asya topraklarında çok etkili biçimlerde kullanılmıştır.  Kemalizm’in kurmuş olduğu tam bağımsız siyasal yapıyı yıkmak isteyen batılı ve doğulu emperyalistlerin gençlik hareketlerini yıkıcı bir biçimde destekledikleri soğuk savaş aşamasında, Kemalist Türkiye sonuna kadar ulusal solcu bir anlayış ile goşist ve terörist olaylara müdahale ederek, antiemperyalist çizgide kendi bağımsızlığına öncelik tanımıştır.

                 Avrupa ve Amerika ülkeleri Türkiye ile Rusya’yı Asya ülkeleri olarak gördükleri için, sosyalist rejimin tasfiyesinden sonra, sosyalizm gibi Kemalizm’in de tasfiye edilmesini beklemişlerdir. Dış baskılarla bir ara Türkiye’nin başbakanlığına gelen bir iktisatçı bir hanım “Son sosyalist devleti de yıktık “ diyerek bütün cahilliği ile küresel emperyalizme teslim olurken, Kemalizm ile sosyalizmi birbirine karıştırmış ve bu iki ayrı sistem arasındaki farklılığı görmezden gelerek anlamamıştır.  İşçi sınıfının çöküşü ile siyasal gelişmeler Karl Marks’ın yanıldığını ortaya koyarken, mazlum ulusların uyanışını yüz yıl önce gören Atatürk gene haklı çıkmıştır. Marks’a göre buruvaziyi yıkacak güçlü bir proleterya diktatörlüğü kurulamamış ve işçi sınıfı zamanla zayıflayarak gücünü ve etkinliğini yitirmiştir. Burjuvazi ise dışa açılarak ve büyüyüp küreselleşerek, otoriter biçimde kalıcı bir iktidar ya da diktatörlük destekçiliği dönemine girmiştir.  İşçi sınıfı yok olurken ezilen halk kitleleri daha da kötü durumlara sürüklenerek işsizliğe, açlığa ve sefalete düşürüldüğü için bugün Türk halkı yeniden büyük ülkelere karşı bir antiemperyalist mücadeleye bugün yeniden yönelmek zorunda kalmıştır. Emperyalizm küreselleşme üzerinden bütün dünyayı yeniden ele geçirmeye çalışırken, doğunun mazlum ulusları ile dünyanın ulus devletleri varlıklarını korumak için, yeniden bir anti emperyalist kavga vermeye doğru sürüklenmektedirler. Tekelci şirketler küresel bir emperyalizm geliştirirken, piyasa üzerinden ulus devletleri yıkmaya ve dünya halklarını da sefalete sürükleyerek eski emperyal düzenlerini yeniden kurmaya çalışmaktadırlar. Sovyetler Birliğinin çöküşü ile birlikte bütün dünyadaki sol ve sosyalist akımların zayıfladığı ve bu nedenle emperyalizme karşı çıkılamadığı görülmektedir.

                Atatürk’ bir yabancı gazetecinin “Sizi nereye koyabiliriz, liberal desek değilsiniz ya da sosyalist desek farklı bir çizgide kabul etmiyorsunuz, bu durumda hiçbir gruplandırmaya girmiyorsunuz?“ biçimindeki sorusuna Atatürk “Bizi hiçbir şeye benzetmeyin, biz kimseye ya da başka bir şeye benzemeyiz. Eğer bizi mutlaka birine benzetmek istiyorsanız bizi bize benzetebilirsiniz, çünkü biz bize benzeriz “ diyerek açıkça tavrını ortaya koymuştur. Var olma ya da yok olma çizgisinde Türkiye Cumhuriyeti bir ölüm kalım mücadelesine girerken, Atatürk gibi bu kadar emperyalizme karşı bu kadar direnen bir önderin kurduğu devletin başına, Kemalizm ile Sosyalizmi karıştıran bir hanım başbakanın dış baskılarla getirilmesi, Türkiye açısından çok büyük bir prestij kaybına neden olmuştur. Daha sonraları da stratejik derinlik diyerek devletin başına gelen eski bir öğretim üyesinin yönetimi döneminde Türkiye’nin komşuları ile savaşa sürüklenmesi, reel politik duruma dikkat etmeyen aynı yanlış çizginin inatçı bir biçimde sürdürüldüğünü göstermektedir. Sosyalist olmamasına rağmen sol düşüncelere açık bir önder olan Atatürk’ün fikir sisteminin oluşumunda, sosyalizm ile Kemalizm’in yan yana geldiği birçok durum ortaya çıkmıştır. Siyasal alanda birçok sol görüş bulunmasına rağmen, tek bir Kemalizm anlayışı olmuştur. Ayrıca Kemalizm yüz yıllık cumhuriyet döneminde hiçbir zaman sosyalizm olmamıştır, çünkü her zaman için ulusalcı olmuş ve bu doğrultuda toplumsal sınıf anlayışlarına karşı çıkarken Misakı Milli sınırları içinde vatanın bölünmez bütünlüğü ile Türk ulusunun sınıflar üstü ve ötesi birliğinden yana olmuştur. Böylesine bir birliği devlet ve millet ortamlarında elde eden Kemalizm bu durumdan yararlanarak, sonuna kadar üniter ve ulusal birlikten yana bir siyasal tavır geliştirerek, Türkiye Cumhuriyeti’nin yüz yıllık bir kuruluş dönemini aşarak bugünlere gelmesinde etkin bir rol oynamıştır.

                Kemalizm, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu önderi Mustafa Kemal’in yaptıkları, yazdıkları ve söylediklerinin oluşturduğu bir bütündür. Atatürk hayatı boyunca binlerce kitap okuyarak, yeni kurulan devletin temellerini sağlam atmaya çalışmıştır. Böylesine bir süreç içerisinde Atatürk’ün her türlü görüşten kitapları seçtiğini, batı dünyası kadar Sovyetler Birliğini de izleyerek sol ve sosyalist çizgilerdeki yayınları da izlediği görülmüştür. Kemalizm tarihsel süreç içerisinde bir siyasal görüş olarak ortaya çıkmadan önce, bir devlet modeli olarak doğmuştur. Kemalizm bir devlet modeli olarak devam ettiği gibi aynı zamanda da bir ulusal düşünce sistemi olarak da varlığını korumaktadır.  Sol ve sosyalist düşüncelerden yararlanmaya açık bir demokrat siyasal tavır, her zaman Kemalizm’de var olmuştur. Ne var ki, bu doğrultuda bir hoşgörü ile geliştirilen çağdaş Kemalist yapılanma, Türkiye’nin Avrupa’nın yanında batı tipi bir demokrasi yolunda geleceğe yöneldiğini açıkça ortaya koymaktadır. Birinci yüzyılını tamamladıktan sonra içine girilen ikinci yüzyıllık dönemde Türkiye’nin yeniden bir durum değerlendirmesi yapması kaçınılmaz bir biçimde zorunluluk kazanmıştır. Türk devleti kurulurken var olan Sovyetler Birliğinin bölgenin en büyük sorunu olan Rusya’nın bir büyük devlet olarak o dönemin koşullarında var olması ve o zaman dilimi içinde bugün dünyanın önde gelen siyasal sorunu olan İsrail devletinin kurularak, merkezi dünya toprakları üzerinde daha önceki dönemlerde merkezi alanı kontrol eden büyük imparatorluklara benzeyecek bir yapılanma içinde “Büyük İsrail “ planları doğrultusunda bölgesel siyasal çatışmalara  yönelmesi, uluslararası  politikalar da olduğu kadar  din, etnisite ve farklı kimlik çekişmelerinin merkezi coğrafyada bulunan bütün devletlerin iç  çatışmalara yönelmeleri kaçınılmaz bir biçimde dünya savaşlarının merkezi coğrafya alanlarına taşınmasına doğrudan etki yapmıştır. Birinci dünya savaşında Balkanlar’dan oluşan savaş alanlarının, Hazar bölgesine doğru yayılarak genişlemesi, bütünüyle çatışma alanı olarak öne çıkmasına Türkiye’nin tam ortasında yer aldığı merkezi alanın topyekün bir saldırıya maruz kalmasına yol açmıştır. Batı dünyasının kapitalist emperyalistleri bütün dünya kıtalarına yönelik bir büyük saldırıya geçerken, liberal-kapitalist çizgideki emperyalist politikalara batı ülkelerinin yavaş yavaş yöneldikleri görülmüştür.

                Batı ülkeleri liberal-kapitalist içerikli savaş saldırılarını dünyanın batısından doğusuna doğru yaygınlaştırırken, doğunun büyük ülkelerinden karşıt saldırılar sol ve sosyalist çizgilerde Rusya, Çin ve Hindistan üzerinden merkezi coğrafyaya dönük bir biçimde geliştirilmiştir. Doğu’nun büyük devletleri sosyalist devimler ve akımlar doğrultusunda savaş sürecinde yeni politikalara yönelirken, diğer Asya ve Afrika devletleri de bu durumun etkileri çizgisinde yeni yeni sosyalist oluşumlara sahne olmaya başlamışlardır. Sosyalist düşünürlerin düşündüğü gibi yirminci yüzyılın başlarında kapitalist ve sosyalist dünyalar merkezi alanda karşı karşıya gelirken, kapitalist emperyalizme karşı ayakta kalmaya çaba gösteren ulus devletlerin, zamanla bağımsızlığı kurtarmak üzere antiemperyalist bir çizgide direnişe kalkıştıkları ve doğunun üç büyük devletinin öncülüğünde sosyalist devrimi bütün dünyaya yayma doğrultusunda harekete geçtikleri görülmüştür. Yirminci yüzyıl dünya savaşlarına sahne olurken, imparatorluklar savaşarak parçalanıyor ve böylece devlet merkezli yapılanmalar dışlanırken, bunların yerini alacak bir biçimde ideolojik çizgiler dünya arenasına getirilerek, savaş alanlarında düşünce ağırlıklı politikalar devreye sokuluyordu. Rusya’da sosyalist rejim böylesine bir boşluğun doldurulması doğrultusunda öne çıkarılırken, Rusya sosyalizmi Marksizm ve Leninizm olarak kurucularının adlarıyla ifade ediliyordu. ABD destekli Rus devrimi ile Sovyetler Birliği kurulurken, buna karşı bir yeni rejim oluşturma girişimi İngilizlerin desteği ve organizasyonu ile Mao-Ze-Thung ismi üzerinden Çin’de daha farklı ve köylü ağırlıklı bir sosyalizm denemesine kalkışılıyordu. John Dewey isimli Amerikan filozofu ile Bertrand Russel isimli bir İngiliz vatandaşı iki filozof üzerinden, ABD destekli Rus sosyalizmine karşılık İngiltere destekli köylü sosyalizmi, Çin gibi uçsuz bucaksız bir ülkede Maoizm adıyla yeni bir sosyalist ihtilal gerçekleştiriliyordu. Böylece Rusya’dan sonra Çin’de sosyalist bir devlet modeline kalkışırken, Hindistan İngiliz sömürgesi olmaktan yeni yeni kurtulma aşamasına geliyordu. Hindistan daha sonraki aşamada batı tipi bir demokrasiye yönelirken ülke ve devlet olarak demokratik sosyalizm adı altında devrimci olmayan ama zaman içinde batı blokuna yönelen bir yeni emperyalizmine yönelerek ihtilalci metotlara karşı demokratik bir sosyalizm arayışı ayrı bir model olarak ikinci dünya savaşı sonrasında dünya siyaset sahnesinde gündeme geliyordu. Dünya savaşları ile yer küre bir yerlere doğru sürüklenirken kapitalizmin karşısına sosyalist akımlar çıkıyor, Rusya, Çin ve Hindistan gibi kıta devletleri üzerinden sosyalizm bir siyasal akım olarak büyük ülkelerin yönetimleri üzerinden uluslararası alanda ön planı çıkıyordu. Batı dünyasında kapitalist sistemin geçerli olması gibi, doğu dünyası ve de doğunun büyük dev ülkelerinde sosyalizm yeni bir yaşam düzeni ve siyasal yönlendirme olarak ön plandaki yerini alıyordu.

                Devletler ve siyasal rejimler uluslararası konjonktürdeki gelişmeler ile birlikte devletlerin sahip olduğu koşulların etkin olmalarıyla yepyeni siyasal yapılanmaların önü açılıyordu. Atatürk Balkanlar gibi batı dünyasının bir parçası olan bölgede yetişirken kapitalist sistemin maddeye ve maddi bir yapılanmaya dayandığını görerek, önce maddenin anlaşılması gerektiğini söylüyordu. Bir süre sonra da maddi yapılanmaya dayanan kapitalist sistemin anlaşılması için bazı çalışmalarda bulunuyordu. Atatürk, din ve ilahi konulara olduğu kadar maddi konulara da ağırlık vererek, dünya nizamının temellendirilmesini yapmaya çalışıyordu. Atatürk’ün böyle davranmasının nedeni Türkiye’nin doğu-batı ekseninin tam ortasında yer almasıdır. Atatürk bir taraftan batı blokunu anlamaya çalışırken, batının kapitalist sistemini anlamaya çalışıyor öbür tarafta ise Rusya, Çin ve Hindistan gibi kıtasal büyüklükteki devletlerin sahip oldukları büyük nüfus ve milyonlarca çalışan halk kitlelerinin eşit bir dünya arayışı içine girerken, kapitalizmin alternatifi olarak sosyalizmin geleceğin dünyasının en önemli ideolojisi olarak yükseleceğini görebiliyordu. O nedenle hem batı dünyasını yaratan Fransız devrimini hem de doğu dünyasında batının emperyalist kapitalizmine karşı geliştirdiği sosyalist sistemi, daha iyi anlayabilmek için sosyalizmin ve kapitalizmin temelinde var olan maddenin yapısının iyi incelenmesi gerektiğini ortaya koyuyordu. Atatürk bu noktadan sonra kendi siyasal sistemini oluştururken, halk kitleleri ve çeşitli toplumsal sınıflar arasında giderek kaybolan eşitlikçi bir sosyal düzeni oluşturabilmek için, her türlü haksızlığa ve eşitsizliğe karşı güçlü bir çizgide devlet sosyalizmini savunuyordu. Toplumların kendi haline bırakıldığı zaman eşitlikçi bir devlet sosyalizmi kurulamadığını gören Mustafa Kemal, sınıflar arası çekişmelerde ortaya çıkan eşitsiz ve dengesiz yapılanmalara karşı öncelikle devlet sosyalizmine ağırlık verilmesi gerektiğini dile getiriyordu. Toplumda dengeli bir sosyal düzeni kuracak bir devlet sosyalizminin ciddi bir devlet yapılanması sonrasında mümkün olabileceğini Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk görüyordu.

                Yirmi birinci yüzyıla kadar doğu-batı ya da kapitalizm -sosyalizm ikileminde yaşayıp giden insanlık, giderek artan bilgi birikimi ile çok hızlı gelişmeler gösteren teknolojik alandaki gelişmeler dikkate alınırsa yeni bir dönüşüm noktasına gelmiş bulunmaktadır. Yeni gelinen aşamada dönemeci başarıyla dönebilmek için insanoğlu yeni siyasal gelişmeler ve kamu yapılanmaları karşısında, daha sorumlu hareket ederek yeni sentezlere yönelebilmek ve böylece var olan haksızlıklar ile eşitsizlikleri ortadan kaldıracak yeni siyasal sistemler geliştirebilmek zorundadır. Giderek artan toplumsal isteklerin dayatmalarını ortadan kaldıracak, maddeyi iyi tanıyarak bunu daha adil ve haklı bir çerçevede yeni düzene kavuşturacak ve eskisinden çok daha farklı yepyeni siyasal yapılanmaları her devlet kendi içinde geliştirebilmelidir. Türkiye Cumhuriyeti bir devlet olarak ortaya çıkarken bilimsel esaslara dayanılarak hareket edilmesi gerekmektedir. Her devrin özel koşulları doğrultusunda gündeme gelen devlet modelleri emperyalist güçlerin baskılarıyla daha çok egemen iç ve dış güçlerin çıkarlarına hizmet eder bir biçimde gelişmeler göstermektedir. Maddi süreçler tarihin içinde akıp giderken, üzerinde yaşanmakta olan dünyanın maddi yapısından ileri gelen yaşam düzeni ve üretim hareketleri siyasal düzenlerin gelecekleri açısından belirleyici olmaktadır. İnsan beyninin faaliyetleri ile ortaya çıkan üretim hareketleri daha sonraki aşamalarda beraberinde ciddi düşünce birikimlerinin tasarımlara dönüştükleri görülmekte ve zaman içinde bir araya gelen bu gibi tasarımların birlikte ele alınmalarıyla da belirli alanlarda kamusal örgütlenmelerin gündeme geldikleri görülmektedir. Bilimsel alandaki yeni oluşumların her aşamada öne çıkmasıyla sürüp giden yenilikler zinciri insanlığın ihtiyacı doğrultusunda yeni yapılanmaları gündeme getirerek, insanlığı mutlu bir geleceğe götürecek çağdaş uygarlık düzeninin bir an önce oluşumunu tamamlayabilmektedir. Yeni devlet yapılanmaları toplumsal gelişmelerin yansımasıyla biçimlenirken, bilimsel açıdan var olan bütün yapıların, maddi düzenlerin ve diğer birikim konusu olan malzemelerin dikkate alınarak değerlendirilmesi gerekmektedir.

                Devlet düzenleri kurulurken ve tüm siyasal koşullar ile gerçeklikler birlikte ele alınırken, en sağdan en sola kadar uzanan ideolojiler yelpazesinin bütünüyle dikkate alınarak hareket edilmesi gerekmektedir. En sağda faşist ideolojiler yer alırken en solda da sosyalist ya da diğer sol ideolojiler yer almaktadır. Devletin birliği ve bütünlüğü açısından bütün farklı görüşler eşit koşullarda ele alınırken solda ya da sağdaki görüşlere eşit koşullarda yer verilerek, düşünce özgürlüğü çizgisinde çağdaş bir oluşumun meydana getirilmesi için çaba gösterilmelidir. Böylesine bir durumda devletin güçlü bir biçimde oluşturulabilmesi için sosyal ve de sosyalist politikalara eşit koşullarda yer ya da öncelik verilerek hareket edilmesi, devlet yönetiminin geliştirilebilmesi açısından gereklidir. Atatürk kurduğu devleti dayandırdığı model olarak Kemalizm’i arkasından Türk ulusuna bir siyasal miras gibi bırakmıştır. Dünya siyaseti kapitalizm ve sosyalizm arasındaki çeşitli ideolojilerin çekişmesi düzeyinde ilerlerken, sol ve sosyalist oluşumlar uluslararası alanda eşitlik, hakkaniyet, barış ve adalet gibi temel ilkelerin öncelikli olarak uygulanmalarını gerektirmektedir. Toplumsal sınıflar arasında yok olan temel ilkelerin dengelerinin yeniden sağlanabilmesi için eşitlik, adalet ve barış ilkelerinin birlikte ülke gerçeklerini dikkate alarak kullanılmasını gerektirmektedir. Kemalizm, Türkiye Cumhuriyeti’nin var oluş modeli ve temel dayanak noktası olan bir düşünce sistemi olarak, sağda geliştirilen düşünceler kadar solda gündeme getirilen düşünce birikimleriyle de kendisini yenileyerek yoluna devam etmek durumundadır. Fransız devriminden gelen demokratik ilkeler ile birlikte, Sovyet devriminden gelen toplumcu ilkelerin eşitlikçi sentez içinde birlikte kullanılmaları ve Kemalist devlet modelinin sürekliliği ile geleceğe dönük bir biçimde uygulama alanına getirilmelerinde, ulus devletin ve halkçı cumhuriyetin yararları açısından, her türlü dengenin gösterilmesine gereksinme vardır. Kemalist devletin öncü rolü sayesinde Atatürk modeli cumhuriyetin ayakta kalması mümkün olabilmektedir.

Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN