“Masa yoktur” beyanından sonra yaşanan gelişmeler Ağrı Diyadin den başlayarak şiddet dilini iç politika aracı gören ve saraya bağlı özel paramiliter örgütlenme eliyle gerçekleştirilen bir dizi provakatif eylemselliğin amacı netleşiyor.

     Birinci olarak, Türkiye toplumunun emekten demokrasiden eşitlik temelinde kardeşçe yaşamak isteyenlerin politik bileşkesi olan HDP’nin baraj altında bırakılması isteniyordu.. Ki, bu seçimden sonra AKP kurmaylarınca dillendirildi. İkincisi seçimden moralle çıkan geniş emekçi yığınların ve Kürt halkının daha fazla taraftar bulmaması “çekim merkezi” olmaması için şiddet politikaları devreye sokuldu. Suruç-Ceylanpınar- Diyarbakır-Silopi-Cizre-Kilis-İstanbul… Listeyi uzatmanın âlemi yok her gün ölüm haberleriyle uyanır olduk.

     Üçüncüsü 24 Temmuzda başlatılan son savaş dalgası Kürt’ün sınırın altında ve üstünde AKP politikalarını yenilgiye uğratmasının hıncını çıkartıyor. Dördüncüsü, ülkemiz içindeki kitle mücadelelerine, toplantı ve gösteri özgürlüğüne DAİŞ eliyle yeni bir sınır çekilmek istendir. Beşincisi, yaptırttıkları katliamlardan bir kısmını DAİŞ’in üzerine yıkarak başını ABD’nin çektiği koalisyon güçlerinin yanında yer almaya zemin hazırlayıp, DAİŞ’e karşı sahte bir savaş açar gibi görünüp hem sarayın uluslararası alandaki tecrit durumu kırmak hem de asıl hedefleri olan Kürt siyasal hareketini dilediğince baskılamaktır.

      Suruç katliamı başta olmak üzere katliam faillerinin hepsinin Jitem ve özel harekâtçılarının emrinde olan DAİŞ çetesinin elemanları olduğu kesinleşmiştir. Kontur gerillayla iç içe geçen bu örgüt, önce Adana-Mersin bombalamalarını yaptı, ardından ise Diyarbakır miting bombalamasını. Bunlarla istediği sonucu elde edemeyince, bu kez Suruç’ta 31 sosyalistin katledildiği vahşeti tezgâhladı. Katliam faili, Diyarbakır bombacısıyla aynı ekiptendi. Tıpkı onun gibi, polis tarafından bilinmekte ve “izlenmekteydi” vb.

       Suruç katliamıyla aynı gün, neredeyse aynı saatlerde Adıyaman’da da askeri operasyon yapılması, gerillanın üzerine gidilerek (Ağrı-Diyadin’deki gibi) adeta askerlerin vurdurulmaya çalışılması, Ceylanpınar da evinde uyuyan polislerin öldürülmeleri asla bir rastlantı değildir. Nihayetinde 24 Temmuz’a gelindiğinde, Erdoğan bir Cuma namazı çıkışında PKK’ye karşı savaşı ilan etti. Bu savaş ilanı, aslında geçici ve istifa etmiş AKP Hükümetini bir ara rejim hükümetine çevirmek anlamına geliyordu. İhtiyaç duydukları destek ise cuntanın koltuk değneği MHP’den geldi. HDP’nin büyüyen gücü karşısında MHP, var gücüyle Kürt ve PKK düşmanlığına sarıldı. Bu onun sınırlı AKP karşıtlığını terk ederek aktif AKP yandaşlığına geçişi anlamına da geliyordu.

      Devrik, geçici ve yetkisiz AKP Hükümeti, savaş politikalarıyla fiili iktidar gücünü yeniden eline aldı. Bu anayasal düzene karşı açık bir darbedir. Tıpkı “tarafsız” Cumhurbaşkanı’nın fiili uygulama yoluyla anayasayı delmesi gibi, yetkisiz AKP hükümeti de fiili uygulama yoluyla kendisini sürdürmeye çalışıyor. Sandıktan, halkoyundan alamadığı meşruiyeti savaş politikalarıyla, zor yoluyla sağlamaya çalışıyor. Erdoğan bu süreci doğrudan yöneterek, kan ve zulüm yoluyla kendisinin ve ailesinin oligarşik yönetimini Türkiye halklarına dayatıyor.

       Bu savaş siyaseti, eski dönemlerdeki gibi, PKK’ye karşı ciddi askeri zaferler kazanılabileceği varsayımına dayanmıyor. Bunun başarılamayacağını en iyi kendileri  biliyor. Amaçları savaş/çatışma sahasında başarı kazanmak değil. Demokratik siyaseti ezecekleri koşulları yaratmak. Nitekim yaşanan durum da ortadadır. Üst üste asker ve polis kayıpları yaşanıyor. Erdoğan’ın amacı, bu kayıpların yaratacağı sosyal travmayı psikolojik savaş kanalıyla HDP’ye yönlendirmek ve olası bir erken seçimde HDP’yi baraj altına itmektir.

        Ancak bilmediği görmek istemediği ülkemiz halklarının içinde barış eğilimi ve talebi hala çok güçlü olduğudur. Yapılan ilk kamuoyu araştırmaları da savaş siyasetinin sahibi iki partinin, AKP ve MHP’nin oy kaybettiğini, CHP ve HDP’nin oyunun arttığını gösteriyor. Darbecilere karşı toplumsal direniş bütün mücadele araç ve biçimleriyle güçlenip geliştikçe saray şükerasının yapısal zayıflıkları daha da fazla ortaya serilecektir. Saray’a bağlı özel örgütler dışında kimseye güvenemeyecek kadar yalnızlaşmış bir liderin erken seçimlerde bir kez daha yenilmesi o denli güç değildir. İstediği kadar baskıyı tırmandırsın, hatta isterse HDP’yi bile kapatsın, bu yoldan sonuç alması mümkün değildir. Yeter ki demokratik halkçı cephe dağılmasın, tersine daha geniş bir birlik temelinde güçlensin. Bu süreçte oluşturulan Barış Bloku gibi zeminler çoğalarak genişlesin.