Buraya kadar, yurttaşın iradesine ve tercihlerine saygı duymamanın da ötesine geçen açık bir meydan okuma yaşıyoruz. Tepeden inmeci bürokratik devlet zihniyetin güncel bir sürümü olarak, “yurttaşı kimin temsil edeceğine de biz karar veririz” denmektedir.
      Yüksek Seçim Kurulu (YSK) , Diyarbakır halkının rekor bir oyla (77 bin 709) temsilci olarak seçtiği Hatip Dicle'nin milletvekilliğini iptal etti. YSK'nin gece yarısı apar topar aldığı bu karar, hiçbir demagojinin üzerini örtemeyeceği kadar açık bir 'siyasi' karar, düpedüz bir 'hukuk Darbesi’dir. “Tas değişti, hamam aynı.” YSK, aralarında Hatip Dicle'nin de bulunduğu Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku adaylarından bazılarının seçime girmelerini önceden de önlemek istemişti. İradesine ve tercihlerine baştan konulmak istenen bu ipoteği Kürt kökenli yurttaşlarımız “sahildarlarla” yanıtlamıştı; Bir can kaybı, onlarca yaralı, yüzlerce gözaltı ve tutuklamalara rağmen bu girişimi o zaman püskürtmüşlerdi.
         Ancak “su uyur, düşman uyumaz” sözü pratikte işlemeyi sürdürdü. Seçimlere 2-3 gün kala bu kez Yargıtay çıktı sahneye ve milletvekili seçileceği kesin olan Hatip Dicle hakkında, yaptığı bir konuşmadan dolayı verilen hapis cezasını alelacele onayladı. Kürt seçmen, kuşku ve belirsizlik yaratmayı amaçlayan bu tezgâha da pabuç bırakmadı ve rekor bir oyla Hatip Dicle'yi kendisine 'vekil' olarak seçti.
         Şimdi anlaşılıyor ki üçüncü deneme devreye girdi. YSK, kendi kararıyla “milletvekili seçilebilir” demek zorunda kaldığı ve Diyarbakır il seçim kurulunun da milletvekili seçildiğini gösteren mazbatayı verdiği Dicle'nin milletvekilliğini bu kez bir gece yarısı darbesiyle gasp etmeye yeltendi.
         Yargı, geçmişte, ordu ve devlet bürokrasinin güdümündeyken de benzer siyasi darbelerin aleti olarak kullanılırdı. “Vesayet rejiminin tasfiyesi, yargının bağımsızlığa kavuşturulması, demokratikleşme” söylemleri eşliğinde yürütülen operasyonlar sonucu AKP'nin kapıkulu haline getirildikten sonra da durumun değişmediği bir kez daha görüldü.
        Şimdi 14 Hazirandaki yazımda belirttiğim “seçilenlerin hepsi meclise gire bilecek mi? yaşayıp göreceğiz” sürecindeyiz. Bu meydan okumanın gerisi nasıl gelecek? Kürt seçmenin son olarak 12 Haziran'da kendisine attığı tokadın acısını hala yaşayan AK Partis'nin ve onun Kürt politikasındaki değişimin, YSK'nin bu inatçı işgüzarlığında payının olmadığını kimse iddia edemez. Öyle ki, YSK, Hatip Dicle'nin milletvekilliğini iptal etmekle kalmayıp, bu milletvekilliğinin AK Partisi adayına verilmesi gerektiğini de özel olarak belirtiyor.
       Aradaki ilişkinin bütün çıplaklığına karşın bu darbeyi sadece AK Partisinin marifeti olarak görmek yanlış olur. Bu bir devlet darbesidir. AK Partisinin kapıkulu haline getirilmiş yargı ve ordunun, vesayet rejimi temsilcileriyle milliyetçi kesimler dâhil olmak üzere MHP'nin de kendisini destekleyeceğinden emin olduğu için böyle kışkırtıcı bir siyasi karar alabilmiştir.
       Bu karar, Kürt seçmen iradesine ve tercihlerine saygı duymamanın da ötesine geçen açık bir meydan okumadır. “Bu memlekete komünizm gerekecek olursa onu da biz getiririz” anlayışına sahip olan tepeden inmeci bürokratik zihniyetin güncel bir versiyonu olarak, “Kürtleri kimin temsil edeceğine de biz karar veririz” demektir.
         Ve fakat bu aynı zamanda Kürt sorununda önümüzdeki süreçte nelerle karşılaşabileceğimize dair bir işarettir. “Kürt sorunu diye bir sorun yoktur” inkârcılığına geri dönen devlet, Kürtlerin beklentilerini, acil talep ve iradelerini dikkate almamakta ısrarlı olacağının sinyalini vermektedir. Özellikle de emekçi Kürt halkının son bir yılın sivil itaatsizlik eylemleri ve “sahildarlarıyla” artmış olan özgüveni ve moral üstünlüğünün törpülenip kırılması hedeflenmektedir.
         Korku duvarını aştığını eylemleriyle defalarca gösteren emekçi Kürt insanının ırkçı rejimin bu meydan okumasını da sineye çekmeyeceği çok açıktır. Burada asıl önemli olan, Türk işçi ve emekçilerinin, demokratlarının ve aydınlarının takınacağı tutumdur. Kürt yurttaşların tercihleri ve iradesine karşı girilen bu yeni saldırıya seyirci kalmak züldür! Fakat gösterilecek tepkiler de yasak savma kabilinden cılız ve etkisiz “homurdanmalarla ”sınırlı kalmamak zorundadır!
      Mademki ortada bir meydan okuma vardır, o zaman bu meydan okuma tüm ülke genelinde demokratik hak ve özgürlüklerin sınırları zorlanmadan sokaklarda ve meydanlarda boykotlarla, gösterilerle en iyi şekilde yanıtlanmalıdır!