Eminim birçoğunuz benim gibi, gezdiğiniz tarihi yörelerde veya şehirlerde bazı kapıların önün de duruyor. Hemen fotoğrafını çekmeye yelteniyor veya bakakalıyorsunuz. Eğer dillerinden anlarsanız size küçük bilgiler fısıldıyor. Kapılar, çok dost canlısı görünebilirler ama bir o kadar da nerde durmasını bilecek kadar güvenilir dostlardır aman bir yanlış anlama olmasın. Ev sahibi hakkında, onun sizin bilmenizi istediği kadar bilgiyi verirler, bir fazlasını değil. Ben Bor’da gezerken özellikle eski kapıları takip ederim. Hele birde papatya işlemeli kapılar vardır ki, eminim sizin de gözünüze çarpmıştır. Ben bu kapılara hiçe açılan kapılar diyorum. Kim bilir ki hangi eller açtı onu mutlulukla, hüzünle… Kaç çocuk kahkahaları, ağıtları saklı arkasında. Zamanın marangoz ve demirci ustalarının zanaatı, modern makinalar olmadan demiri tahtaya işlemesiyle oluşmuş bir başyapıt misali kapılar…
Boyalı değildir, asılları ama sonradan boyananlar olmuş. Çoğu da istememiş boyayı ve atmış üzerinden. Büyük anahtarları var, ve olmaz ise olmazı tokmakları. Kiminin üstün de çanlar olur. Açınca şangur şungur, ev sahibine haber verir. Bu arada, tokmaklar da ayrı birer sanat eseridir sanki. Kimi aslan ağızlı olur, kimi güneş simgeli. Özellikle Bor’da ki bazı kapılar da üzerlerin de nal çakılıdır. Ee… ne alaka nal, at mı vardır bu ev de. Yok yok at la alakası yok. Bu eski Türkler’den kalma bir adet aslın da. Nalın nazara karşı koruyuculuğuna inanılır. Kapılar sırların ve özel hayatın en sıkı koruyucularıdır, hiç boş bulunmazlar. İşte bu yüzden her kültürde, her coğrafyada ve her mimari tarzda kaçınılmaz olarak yerlerini alırlar yaşadığımız dünyanın cansız arabulucuları olarak. Son söz olarak bu güzel kapıları yapan Gelmiş geçmiş, bu büyük zanatkarlara... SAYGIYLA...
Erkan BAYSAL