YENİ HAKLAR ELDE ETMEK VE KAZANILMIŞ HAKLARIMIZI KORUMAK İÇİN BİRLEŞİK ÖRGÜTLÜ MÜCADELEYE!
 
 
 Siyasal iktidar geldiği noktada parlamentodaki sayısal üstünlüğüne dayanarak çıkardığı kanunlarla sermayeyi güvence altına alarak “iş kazalarını” da dâhil olmak üzere “kriz” yaşamamak için elinden geleni ardına koymuyor. Güvencesiz esnek çalıştırma yöntemlerini genel çalışma prensibi olarak ele alan siyasal iktidar emekçilerin “iş” başında ölmelerinden bile kendilerin sorumlu olduğunu ilan ederek “iş kazalarından” doğan tazminatların patronlar tarafından ödenmemesi için gayretkeş çalışmalar yürütüyor.
 
     Öncelikle ifade etmek isterim ki işçi kardeşlerimin iş cinayetlerine kurban gitmesi, sermayenin daha çok kar etme hırsının sonucudur. Zenginlerin karının yasalarla güvence altına alınması ise kapitalist sistemdeki “şirket devletin” en asli görevleri arasında yer alır. Bakış açımızı işçi sınıfına göre ayarlarsak Hükümetlerin çıkardığı yasalar ve yönetmeliklerin, iş cinayetlerini önlemeye değil “iş”in güvenliğini sağlamaya yönelik olduğu net görülecektir. Bu yasal düzenlemelerle ve yönetmeliklerle işverenin yükümlülükleri, “İşyeri güvenlik uzmanına ve İşyeri hekimine” devredilme biçiminde belirleniyor. İşyeri hekimliğine ilişkin çıkarılan yönetmelikte, sorumluluk ve cezalar işyeri güvenliğini sağlayan hekime ya da işçiye veriliyor.
 
       İşyerinde iş güvenliği uzmanının yapılmasını belirttiği hususlar işverence dikkate alınmamasına rağmen, iş kazası yaşandığında sorumluk işçiye yükleniyor. İş kazası “işçinin hatasıyla” olduysa, yanındaki diğer arkadaşlarının ölümünden, işyerinin malına zarar vermekten de sorumlu tutuluyor. Bilirkişi raporlarında işçiler kusurlu gösterilerek, işveren ve sistem korunmuş oluyor. Ayrıca yasada “iş güvenliği yoksa işçi çalışmama hakkına sahiptir” hakkı, iş güvencesinin olmadığı bir ortamda yaptırım gücü olmayan bir hüküm olduğu bizce bilinmektedir.
 
      “Balık Hafızalı” olduğumuz için GİSAN Tersanesinde işçilerin kum torbaları yerine kobay olarak kullanılıp filikalarla denize indirilmesi sonucu, iki işçi kardeşimin yaşamını yitirdiğini unutmuş ola biriz. Hatta yaşamlarını yitirdikleri bu iş cinayeti için yakınlarının ve işyerindeki mesai arkadaşlarının açtığı dava dosyalarının mahkemeye gidiş yolunda kaybolması ve davanın bu sebeple altı ay sonra açıldığını da hatırlamaya biliriz. Yine, mahkemenin iş cinayeti ile ilgili dosyayı ağır cezaya değil, asliye cezaya göndermesi, kapitalist patronlara değil mühendislere ceza vermesini de unutmuş olabiliriz. Tüm bu unutturmalar ve mahkeme kararların ardındaki politik irade işçinin ve emekçinin yok hükmünde görülmesinden kaynaklıdır.
 
      Yaşanmış ve kaçınılmaz olarak yaşanacak olan tüm “iş kazaları” güvencesiz ve kayıt dışı işçi çalıştırmanın bir tezahürü olacaktır. Gaziantep’deki Asit kazanının 5 ton olması gerekirken, 2 tonluk asit kazanının kullanılması, işyeri patronunun iş cinayetine davetiye çıkarması değil de nedir? Güvencesizliği yasalaştırarak bunun önünü açan mevcut siyasal iktidar değil midir? Ayrıca bu fabrikada çalışanların Suriyeli mülteciler olduğu ve güvencesiz çalıştırıldıklarının da altı çizilmelidir.
 
      Yine Zonguldak’ta yaşanan “maden kazalarına” dair Başbakanımızın “kader” açıklamaları, eski çalışma bakanı Ömer Dinçer’in Zonguldak’a 30 madencinin yaşamını yitirdiği grizu faciasından sonra “güzel öldüler” söylemi, hükümetin iş cinayetlerine nasıl yaklaştığını açık biçimde resmetmektedir.
 
     Bakıldığında genel olarak birçok sendika, kitle örgütü ve politik özne, güvencesizliğe, taşeronluğa ve iş cinayetlerine karşı mücadele çabası içerisinde olduğunu göre bilmekteyiz. Fakat gelinen aşamada tepkilerin veya yapılan mücadelelerin yaygılaşamadığını ve birleştirilemediğini de görmekteyiz. Tam da bu aşamada çeşitli sendikaların, ailelerin, politik öznelerin, iş cinayetleri ekseninde geliştirdiği mücadeleden sonuç alınmak isteniyorsa, tüm bu tekil ve ayrı çıkışların bir potada birleştirilmesi ihtiyacı, çalıştay vb. birleştirici araçlarla ortak mücadeleyi örgütleme hedefi ile somutlanmalıdır.
 
     Üstelik iş cinayetlerine karşı mücadelenin dolaysız biçimde politik mücadele konusu olması, işçi sınıfı mücadelesinin son dönemde yaygınlık kazanan tekil ekonomik talepli mücadelelerine kıyasla, daha hızlı politik bir mecraya akacağına işaret etmektedir. Sermayenin ve politik sözcülerinin işçi düşmanı yüzünün teşhir edilmesi ve iş cinayetlerinin doğrudan sorumlusu olarak hesap vermesi, patronların iş cinayetini işlemekten yargılanmaları talepleri etrafında yürütülecek ortak kitle çalışması yüzü sınıfa dönük tüm politik öznelerin birincil görevi olmalıdır. Başta iş cinayetlerini önlemenin, kazanılmış haklarımızı korumanın ve yeni haklar kazanmanın bence yegâne yolu, birleşik bir işçi ve emekçi mücadelesini yaygınlaştırarak örgütlemekten geçmektedir.