Seçim tarihi yaklaştıkça kamuoyundaki genel eğilim ve beklentiler de belirginlik kazanıyor. Geçmiş seçimlerde seçmen tercihlerine yön veren paradigmanın (değerler dizisinin) temel taşını gözü dönmüş bir Kürt düşmanlığı oluştururdu. Zenginlere hizmet yarışı içerisinde olan düzen partilerine ilişkin tercih farkları bundan sonra gelir, çoğu kez bunun dolaysınca bir devamı olarak şekillenirdi. 1990′larda DYP’nin, sonrasında DSP ve MHP’nin yükseliş ve düşüşleri bu paradigmanın en çarpıcı sonuçları olarak hatırlanabilir.                             
       Öncesi de olmakla birlikte özellikle 2009 seçimlerinden beri bu paradigmanın yerini bir başkası aldı:  “AKP düşmanlığı.” Tıpkı Özal’ın ANAP’ı, Çiller’in DYP’si gibi 2000′ler sonrasında “zamanın ruhunu’” temsil eden kendine has Müslüman neoliberal bir parti olarak AK Partisi, ekonomide olduğu gibi siyasette de “azami” peşinde koşan doymak bilmez kar ve iktidar hırsını gitgide daha pervasız biçimlerde gösterdikçe, toplumdaki siyasal saflaşmalar da öncelikle buna göre şekillenir oldu.
       Zenginlerin sınıf olarak egemenliğinden ve sistem olarak neoliberal kapitalizmden koparılmış bir “AKP düşmanlığı” öyle bir akıl tutulması yaratıyor ki, kendisini “solda” gören, hatta bir zamanlar hasbelkader devrimcilik yapmış insanları bile MHP ya da İP adındaki tescilli ulusalcı çevrelere yakınlaştırabiliyor!!! Sırf “AKP karşıtı” oldukları gerekçesiyle bunlara oy vermeyi düşünüp dillendire biliyorlar!!!
      Bu akıl almaz siyasal körleşme, 1990′ların gözü dönmüş Kürt düşmanlığından da hala kurtulamamış kesimlerle sınırlı değil. Kendisini “solda” gören, “halkçı”, “sosyalist” hatta “komünist” olarak tanımlayan kimi çevreler içinde de etkili. Gerçi bu noktada da işin içine sinsi bir şovenizm giriyor. Bu örneğin Aleviler içinde ya da TKP gibilerinde daha koyu ve belirgin, Halkevleri tabanı ya da buram buram milliyetçilik tüten bir antiemperyalizm kavrayışına sahip çevreler içinde görece daha flu. Ama hepsinin ortak kümesi “AKP düşmanlığı” olduğu için yan yana gelmekten imtina etmiyorlar.
      Hatta bazılarında bu akıl tutulmasına yol açan başlıca nedenlerden birini bu şoven “Kürt düşmanlığı” oluşturuyor. “Yeter ki AKP’den kurtulalım” yaklaşımını her şeyin üzerinde tutan bu reaksiyon er sığlık, yerel seçimler arifesinde karşımıza en başta sırf “AKP düşmanlığı” üzerine kurulu özden yoksun, ilkesiz ittifak arayışları biçiminde çıkıyor. Dahası, sınıfsal ayrım ve çıkar farklılıklarının bir tarafa bırakıldığı, ideolojik-siyasi sınırlar ve farklılıkların silikleştiği, “yağmurdan kaçalım derken doluya tutulma” sonucunu doğuracak yaklaşımlara kaynaklık edebiliyor.
       Bu omurgasız uzlaşmacı çevrelerin bugün yerel seçimleri bahane ederek başta İstanbul büyük şehir belediye başkanlığı olmak üzere Mustafa Sarıgül gibi güçlü adayların (AK partisi adayları karşısında kazanma ihtimali olan adaylar da diyebiliriz.) desteklenmesi gerektiğini şu günlerde sıkça vaz eder görünüyorlar.
    İstanbul Sarıgül  örneğinde olduğu gibi diğer tüm illerde de bu adaylar kim? Neden CHP-MHP vb. partilerin adayı olurlar?.. Neyi temsil ederler, özelliği nedir bu şahsiyetlerin?.. Hiç araştırmaya tabi tutmazlar. Hâlbuki biraz araştırsalar AK belediyecilikle hiçbir farkı olmayan yönetsel mekanizmaların bir bir uygulayıcısı ve savunucusu olduklarını görecekler. Sosyal demokrat geçineni de, yüzüne gülümseme maskesi takıp milletin huzuruna çıkanı da ya da iliniz Niğde de olduğu gibi “3 F” rüzgârlarıyla servis edilenlerinin ortak keseni rantçı -piyasacı ve komisyoncu belediyecilik anlayışıdır. Bu adayların bir diğer ortak özelliği  Fethullah Gülen’den Tayyip Erdoğan’a, şoven milliyetçi çevrelerden devrimcilere hatta komünistlere kadar herkese mavi boncuk dağıtmasını becere bilmeleridir.
       Başta da belirttiğim gibi temel argümanları “AKP’den kurtulma” ve “yerelimizde bari AKP iktidar olmasın” söylemidir. Bu söylem kendi “yiyiciliklerini” kendi “rantçılıklarını” ve “komisyonculuklarını” gizler mi? Bilemem. Ancak bu söylemlerle kapınıza gelenlere, oyunuzu isteyeceklere “AK partisinden farkınız nedir?” Sorusunu yöneltip süslemeli cevaplarla saklamaya çalıştıkları AKP benzerliğini fark etmenizi şiddetle tavsiye ederim.
      Önümüzdeki ilk seçim yerel seçimler ancak peşi sıra Cumhurbaşkanlığı ve genel seçimlerde peş peşe gelecek. Biz işçilerin, emekçilerin, gadre uğrayanların, ötekileştirilenlerin, yok ve hor görülenlerin oylarını almaya soyunan her kim olursa olsun ona/onlara ilk ağızda yukarıda yazdığım soruya benzer soruları net bir biçimde sormalıyız.