Görünen köyün kılavuz istemeyeceği gibi siyasal iktidarın başta yaslandığı oy aldığı geniş emekçi kitleler nezdinde ve elbette uluslararası sermeye ve o sermayeye entegrasyonu tamamlamış ülkemiz sermayedarları nezdinde de güvenini yitirmiş olması gerçekliğinden hareketle başlıktaki veya giriş cümlesindeki gibi yüzyılların imbiğinden geçmiş “gidici” özlü sözler söylene bilir.
      Mevcut siyasal iktidar, tüm pılısı pırtısı ve “paraleli” köşegeni ile gidici olup 30 Mart yerel seçimleriyle bu gidiş ivme kazanacaktır. Bu ivmelenme iktidar bloğunun bir bütün olarak sert fren atması ya da denizcilik tabiriyle çıpa atmasıyla geciktirilmeye çalışılacaktır. Yasama, yürütme ve yargıdaki tekelleşme bu geciktirmeyi sağlayacak en önemli frenleme dayanakları.
       Asıl şaşırtıcı olan AK Parti Hükümeti zıvanadan çıktıkça ve gidişini geciktirmek için ceberutlaştıkça TÜSİAD, CHP, Sarıgül, çevresinde öbeklenmiş reformist sol, daha da geri, daha da güdük bir liberal demokratizme tav oluyor, kitlelerin özgürlük ve demokrasi istemini daha da geriye çekmek için çırpınıyor.
       Elbette AK Partisi, emekçi kitlelerin öz gücüyle sandıkla indirilecektir. Lakin yerine gelen başta Milli Güvenlik Kurulu olmak üzere tüm 12 Eylül kurumlarını lav edip demokratikleşmenin önünü açacak mı? YÖK HSYK BDDK vb üst kurumları ortadan kaldırıp halkın yerel meclisler eliyle yerinden yönetilmesinin önünü açacak mı? Sorular çoğaltıla bilir. Ancak yanıtlarının belirsizliğini ortak kesenleridir. Yerine gelen siyasal iktidar zenginlerin ve devletinin tüm yolsuzluk, cinayet ve örtülü operasyonları açığa çıkarılmalı ve hesabı sorulmalıdır. Banka, borsa, holding, müteahhit yapılanmasını yıkılmalıdır.
       Bu talepleri yerine getirebilecek bir siyasal iktidar, yalnız ve yalnız emekçi sınıflardan destek alıp hiçbir egemen güçle ittifak yapmayan bir siyasi iktidar olabilir. Bunun dışında gelişecek her hükümet formülasyonu AK partisi benzeri uygulamaların devam edeceği anlamını taşımaktadır ki buda biz emekçilerin yaşam koşullarının daha kötüleşmesi demektir.
      Liberalizm, hatta neoliberalizm, sınıfsal-toplumsal savaşımların siyasal alana doğru genişlemesini kabul etmeye –hele ki 3 yılda dünya çapındaki kitle isyan ve direniş dalgalarından sonra, ister istemez- hazırdır, daha doğrusu mecburdur. Ama devlet iktidarı ve teşkilatının onun eylem alanı ve istemleri dışında kalması koşuluyla. Hükümetler gelip gidebilir, ordu, polis, istihbarat, üst kurum ve kurulların yöneticileri değişebilir, bu kurumların her birinde de egemenlerin isteği doğrultusun farklı düzenlemeler yapılabilir…
        Fakat devlet bürokrasisi, baskı, yönetim ve dizayn aygıtları  kuruluş felsefelerine uygun olarak halklarımızı baskılamaya alın terlerinin daha kolay sömürülmesine yardımcı olmaya devam edecektir. Ayriyeten güç merkezileşmesi ve yoğunlaşmasıyla bu kurumlar yerinde güçlenerek durmaya devam eder. Günümüzde yürütmedeki güç temerküzü nedeniyle hükümetleri indirmek daha zor ve daha önemli olabilir, fakat imkânsız değildir. Çok iyi örgütlenmiş emekçi kitlelerle yatay ve dikey örgütlülüğünü tamamlayan HDP (Halkların Demokratik Partisi) gibi siyasi organizasyonlar tarafından harekete geçirilen yığınların örgütlenmesiyle mali oligarşik yapılanmanın belirli oranda cendere altına alınması ve bu topraklar üzerinde yaşayanların daha demokratik bir yönetimle hayatlarını idame ettirmeleri mümkündür.
        Bu gerçekleşmedikçe, kararsızlık, oynaklık, duraksamalar, iktidar bunalımları, sonuçsuz bakan ve kabine değişikliği komedileri, anayasa tartışmaları, devlet kurumlarında daha beter düzenlemeler, yapbozlar, yeniden yapılanma ve restorasyon döngüleri, bunların egemen sınıf kesimleri arasında yeniden paylaşımı veya el değiştirmesi ve kitlelere karşı daha ölümcül dizaynından başka bir şey görülmeyecektir.
        Tüm bu eski devlet aygıtı, tepeden tırnağa bürokratik, tepeden tırnağa anti-demokratik, hiçbir ciddi reformu, demokratik anayasa dâhil hiçbir ileri adımı atmayacağı, görünen köyün kılavuz istemeyeceği kadar emekçi kitlelerce görülmektedir. HDP’nin merkezinde yer aldığı demokratik muhalefet öznelerinin dağınıklığı, gidenin yerine neyin geleceğinin belirsizliği,  egemenlerin Sarıgül seçeneği gibi formülasyonları hazır kıta tutma girişimleri mevcudun gidişine sevinme aymazlığına düşmeden yerine gelenin ne olacağına kafa yorma vaktidir.