30 MART MAHALLİ İDARELER SEÇİMLERİNİN SONUCUNU DOĞRU OKUMAK!

 

     En iyi yaptığımız şeyi yapıp 2014 30 Mart Mahalli İdareler Seçimlerinin sonuçlarını doğru tahlil edelim. Seçim sonucunda her ne kadar AK Partisi galip görünse de 30 Mart seçimlerinin ikinci galibi MHP’dir. Ee. Kazanan olan yerde kaybeden olmaz mı? Olur. Kaybedenleri ise başta CHP olmak üzere içerisinde yer aldığım HDP-BDP bloğudur.

     Ortaya çıkan bu genel tablo ülkemiz toplumundaki milliyetçi muhafazakâr çizgide sağa kaymanın kemikleşerek sürdüğünü gösteriyor. AKP ve MHP'nin oylarını bu açıdan “birlikte” okumak gerekir. Hatta bunlara CHP'nin Ankara'da ve Hatay'da almış göründüğü oylar da eklenmeli.

     Genel olarak Türkiye solunun bütünü, tabii en başta da biz sosyalistler ve devrimciler bu tabloyu doğru okuyup ciddi olarak üzerinde durmak zorundayız.  İstanbul başta olmak üzere Türkiye'de sanayinin geliştiği, dolayısıyla işçi ve emekçi ağırlıklı istisnasız bütün kentler ile ilçelerde çekişmenin daha çok AKP ve MHP arasında yaşanması ve kimi yerlerde üçüncü güç olarak bunlara BBP'nin eklenmesi, uyarıcı olmanın da ötesinde ürkütücüdür. Bu ikilinin aldıkları toplam oyların yüzde 80'lerin üzerine çıktığı illerin Alevilerle Batıya göç etmiş Kürtler gibi sistem tarafından ezilip horlanan kesimlerin yoğun olarak yaşadığı yerleşim bölgelerini de içermesi yine üzerinde durulup düşünülmesi gereken ciddi bir göstergedir. 

     Tablonun karşı kutbunu BDP'nin Kürt illerindeki bariz üstünlüğü oluşturmaktadır. Ancak bu seçime biçilen misyon ve yürütülen yoğun kampanyaya karşın  Diyarbakır, Hakkari ve Şırnak gibi Kürt metropollerinde dahi oy oranlarının geçen seçimlerde alınanlardan bile düşük çıkması dikkat çekicidir. Elde edilen belediye sayısının artmış olması ya da Ağrı, Mardin ve Bitlis'i AKP'den alması gibi başarılar daha tayin edici nitelikte olan bu dinamikteki zayıflamayı gözden kaçırmaya yol açmamalıdır. 

     Türkiye'de bugün özellikle CHP'den “patlama” bekleyen statükocu ve sol maskeli liberal kesimler büyük bir hayal kırıklığı ve moral bozukluğu içindeler. Özellikle ana muhalefet  olan CHP’nin AKP'nin ortaya dökülen bütün kaset ve tape rezaletine  karşın herhangi bir ciddi ana muhalefet partisinin kolayca başarabileceği cinsten patlamayı gerçekleştirememiştir.  Oy oranlarının %28 lere çıktığı söylemi züğürt tesellisi olmaktan öte bir anlam ifade etmemektedir. 

     Uğranılan bu bozgunun mazereti ve bahanesi olamaz. Bu aslında parti olarak CHP'nin ve CHP kuyrukçuluğun da cisimleşen “muhalefet anlayışınım”  iflasıdır. Topluma umut, güven ve heyecan verecek, özellikle de ezilen ve sömürülenlerin talep ve beklentilerine dokunan somut program ve projelerle ortaya çıkmak yerine esas olarak -hatta sadece- hasmının açıklarını kullanmaya dayalı bir “muhalefet tarzı ve anlayışının” yenilgisidir söz konusu olan. 

      CHP, her ikisi de aynı iplikten dokunmuş neoliberal tutucu odaklar olarak AKP ile Cemaat arasında patlak veren iktidar çatışmasının çatlaklarından yararlanmaya soyunmuş ve bütün stratejisini bunun üzerine kurmuştur. Bu onun sadece propagandasını değil kurduğu ittifak ilişkilerinden tabanına pompaladığı içi boş beklentilere kadar her adımına yön veren temel motifi oluşturmuştur. Kirli yöntemlerle elde edilen tapelere ve ABD-AB emperyalistlerinin Tayyip Erdoğan'a dirsek çevirmelerine bel bağlayıp “Tayyip Erdoğan'ın 30 Mart'a bile kalmadan iktidarı bırakıp kaçacağı” ham hayalini pompalayan CHP yönetimi ve tabanı ortaya çıkan sonuçlardan sonra bugün elbette derin bir hayal kırıklığı yaşamaktadır. 

     Bu anlayış sadece CHP ile de sınırlı değildir. TKP başta olmak üzere, kendisini CHP'nin de “sol”unda, hatta işçi sınıfının öncüsü “komünist” olarak yutturmaya çalışan tatlı su solcuları da aynı kafadadır. CHP'nin uğradığı yenilgi ve hayal kırıklığı, bunlar açısından da geçerlidir. Seçimlerden önce kopardıkları gürültüyle aldıkları sonuçların yan yana getirilmesi bu gerçeği bütün çıplaklığıyla gösterir. 

     Gelelim içerisinde yer aldığım almaktan onur duyduğum HDP’ye. 30 Mart seçimlerinde “du bakali ne olacak” mantığıyla da olsa gözünü kulağını HDP’ye çeviren yığınları ve gerçek taraftarlarını hayal kırıklığına uğratan partilerden biri de partim HDP'dir. HDP, İstanbul öznelinde geleneksel Kürt oylarını korumuş görünse dahi üzerine hemen hiçbir oy koyamaması, ülkemizin batısına iş aş güvenlik nedenleriyle 80’li yılların başından bu güne kendi illerini terk ederek batı illerimize yerleşen Kürt halkımızın çoğunluğunun oyunu alamaması bir yana ezilenlerin diğer bölüklerine de ulaşamamıştır. Burada da başarısızlığın tayin edici nedeni  milliyetçi histeriyle yapılan saldırılar ve yeni kurulmanın dezavantajları olsa da kadın hareketinin öne çıkarılması, yeni tarzda siyaset yapmanın pratik zorluklarını aşarak hem örgütlenip hem seçimlere müdahil olmak başarısını göstersek de  İstanbul başta olmak üzere  seçim stratejisini programatik olmasa da fiilen  Sırrı Süreyya Önder ismi üzerine kurmak gibi kolaycılığa kaçılmış olması,  adayların belirlenme sürecinde bileşenlerin aynı partili olma duyarlığını göstermemesi ( o olursa ben yokum dayatması vb) yada CHP ile ittifak arayışına harcanan zaman ve enerjinin eş değerinde diğer demokratik muhalif çevre ve örgütlülüklerle ittifak  için uğraşılmaması gibi taktiksel öngörüsüzlüklerin alınan sonuçlarda etkisini çok iyi analiz etmemiz gerekmektedir. 

    Genel olarak “AKP karşıtlığı”nın, ama özellikle de sol ve sosyalist bir alternatif olma iddiasını taşıyan HDP’nin tüm olumsuzluklara rağmen alabildiği sonuç Türkiye'de emek-sermaye karşıtlığı üzerine oturmayan, bunu ve bu karşıtlıktaki derinleşmeyi, emek kutbunun yaşadığı yoksullaşmayı, işsizliği, sefaleti, gelecek güvensizliğini merkeze koyarak bu temelde strateji ve politikalar oluşturmayan hiçbir muhalif gücün AKP ya da onun revize edilmiş biçimleri karşısında ciddi ve anlamlı bir alternatif haline gelme şansının olmadığını bir kez daha görmüş olduk.

    Partimizin en büyük bileşeni olan  BDP'nin en güvendiği Kürt illerinde  dahi yaşadığı oy kaybı ya da iktidar partisin oylarını artırması ayrıca ele alınıp değerlendirilmesi gereken ciddi bir olgudur. 

    30 Mart seçim sonuçları Türkiye'de toplumsal-siyasal kutuplaşmanın ve milliyetçi çizgide genel bir sağcılaşmanın derinleşerek sürdüğünü bir kez daha göstermiştir. Bu kutuplaşma ve gerisinde yatan politizasyon, kendisini seçimlere katılma oranında da gösterdi. 30 Mart seçimleri, daha önce hiçbir yerel seçimde rastlanmadık ölçüde yüksek bir katılımla (yaklaşık yüzde 90) gerçekleşti. Tayyip Erdoğan'ın sonuçlar üzerine yaptığı klasik “Balkon konuşması”, iktidarına karşı Gezi'nin arkasından ivmelenen mücadeleyi devlet zoruyla nasıl bastıracağını işaret etmesi açısından dikkat çekicidir.

      Kendini olduğundan “büyük” ve “güçlü” gösterebilmek için yanı başındakileri dahi “yok” farz edip böbürlenerek şişirilen balonların kimseye bir faydasının olmadığını ve olamayacağını hiç olmazsa şu seçimde alınan acınası sonuçlar göstermiş olması ümidiyle sağlıcakla kalın inadına mücadele hattında kalın derim.