Gazeteci- Yazar Hayrullah Eraslan, Çanakkale savaşının sembol isimlerimden Niğdeli Ali’nin Oğlu Tahsin Öztürk ile...
 
Gazeteci- Yazar Hayrullah Eraslan, Çanakkale savaşının sembol isimlerimden Niğdeli Ali’nin Oğlu Tahsin Öztürk ile Çanakkale savaşı ve babası Niğdeli Ali ile ilgili bilinmeyen anılarından oluşan bir söyleşiye imza attı.Tarihe arşiv nitelindeki bu söyleyişi Niğde Belediyesinin Çıkardığı Dört Mevsim Niğde dergisi’nde yayınlandı. Bu önemli söyleyişi sunuyoruz.
 
 
 
“Niğdeli Ali dedikleri o kahraman senin babanmış!”
 
 
“2001 yılında Niğde’yi ziyarete gelmiştim. Yeğenimin evinde bulunmaktaydım. O evde yakın akrabam olan Ahmet Şentürk de vardı. Sohbet sırasında Çanakkale Savış ve babam Niğdeli Ali’nin bahsi geçti.
 
Ahmet Şentürk bana dönerek:
“Senin babanın ismi Ali, bir de Seyid Onbaşı ile birlikte 275 kiloluk mermiyi kaldıran meşhur Niğdeli Ali var. Bu Niğdeli Ali dedikleri senin baban olmasın” dedi.
 
“Yok canım, o kadar da değil, daha neler!” deyiverdim.
 
Ahmet Şentürk ısrarını sürdürdü:
“İçimden bir ses, Niğdeli Ali’nin senin baban olduğunu söylüyor. Bu, uzun süreden beridir beynimi kemiriyor. En kısa sürede Ankara’ya gidip, Genelkurmay Başkanlığı’nın arşivine bakacağım. Bu olayı aydınlatmamız lazım” der.
 
Aradan tam bir yıl geçer…
Niğdeli Ali’nin oğlu Tahsin Öztürk tekrar akrabalarını ziyaret etmek için İzmir’den Niğde’ye gelir. Bunu öğrenen Ahmet Şentürk, eve gelir. Daha oturup sohbete başlamadan Ahmet Şentürk, Tahsin Öztürk’e dönerek:
 
Sana sürprizim var! Niğdeli Ali dedikleri o kahraman senin babanmış!’ diyerek müjdeli haberi verir.
 
Tahsin Öztürk ve ev halkı birden buz kesilir. Bu şaşkınlıktan sonra bir süre hiç kimsede çıt yoktur. Ahmet Şentürk, daha sonra Niğdeli Ali ile Seyid onbaşının birlikte çektirdikleri meşhur resmi gösterir. Ardından Niğde askerlik şubesinden elde ettiği kayıtları paylaşır. Tahsin Öztürk ve eşi İnayet Hanım resmi görür görmez babalarını tanırlar. Kimlik bilgileri de doğru derler…
 
Medreseden cepheye!
İşte Çanakkale Savaşının sembol isimlerinden Niğdeli Ali’nin hikâyesi böyle ortaya çıkar.
Niğdeli Ali, rumi 1307 yılında Ulukışla’ya bağlı eski adıyla Barastal, yeni adıyla Postallı köyünde doğar. Daha dört yaşında ilken babasını kaybeder, yetim kalır. Akrabalarının da maddi desteğiyle ve kısıtlı imkânlarıyla annesi Sahriye Hanım büyütür. Sahriye Hanım’ın Ali ile birlikte dört kız çocuğu daha vardır.
 
Çocukluk döneminde öğrenim görmesi için akrabalarının yönlendirilmesi ile o dönem bu bölgede önemli sayılan Kayseri’ye medrese eğitimi için gönderirler. Amaçları Niğdeli Âlinin okuyup memleketine faydalı bir insan olarak yetişmesi içindir.
 
Kayseri’de Medresede öğrenim görürken 1. Dünya Savaşı patlar verir. Sonraki süreçte Anadolu işgal edilmiştir. O dönemde ailenin tek çocuğu ve medrese talebeleri askere çağrılmamaktadır. Ancak, durumun ciddi bir hal alması üzerine seferberlik ilan edilerek eli silah tutan herkes vatan görevi için askerliğe çağrılır.
 
Askere çağrılanlar içinde Niğdeli Ali de vardır. Niğdeli Ali, medrese öğrenimini yarıda bırakarak hocaları ve arkadaşlarıyla helalleşerek köyüne gelir. Burada akrabalarıyla vedalaştıktan sonra düşmana karşı savaşmak için 1912 yılında silâhaltına girer.
 
 
“Komutanım, komutanım! Kurtar beni komutanım!”
Niğdeli Ali artık Çanakkale’dedir…
Mecidiye Bataryasında verilir…
 
Bu bataryanın başarısı bir anlamda savaşın kaderini de değiştirecek konuma da sahiptir. Çünkü diğer birlikler yok olmuştur. Düşman da bunun farkındadır. İngiliz savaş gemisinin topundan yükselen, yüksek tahrip gücüne sahip bir top mermisi Mecidiye bataryasının tam üstüne isabet etmiştir.
 
Yeri, göğü inleten o patlama ile o saha yerle bir olmuştur. Batarya Komutanı Yüzbaşı Hilmi Bey durumdan haberdar olarak o bölgeye gelmiş ve durumu görünce perişan olmuştur. Bir yandan o bölgede yaralı sağ asker var mı diye gezerken bir yandan da ağlamaktadır. Ve dualar etmektedir.
 
Bu sırada bir ses duyulur.
“Komutanım, komutanım!… Kurtar beni komutanım. Yetiş ölüyorum, boğuluyorum komutanım!”
 
Yüzbaşı Hilmi Bey, hemen sesin gittiği yöne doğru koşar. Bu ses Niğdeli Ali’nin sesidir. Cephaneliğin patlamasıyla havaya uçmuş Mecidiye Bataryası’nda toprak altında komutanı tarafından ilk kurtarılan asker Niğdeli Ali’dir.
 
“Bak bakayım düşman gemileri isabet alacak mı?”
Niğdeli Ali ayağa kalktıktan sonra yaralı arkadaşları var mı diye gezerken ayağına bir şey takılıp tökezleyip yere düşer. Bunun bir ayak olduğunu fark eder.
 
Patlamanın etkisiyle diklemesine yere saplanan bir arkadaşıdır. Hemen toprağı eşer. Bu sırada bacaklarında bir sıcaklık hisseder.
 
Sonra komutanı Hilmi beyi yanına çağırır.
Birlikte toprak altından çıkarır.
Bu kişi Seyid Onbaşıdır.
 
Bir süre başında ilgilendikten sonra Seyid onbaşı ayağı kalkar. Düşman gemilerine bakar…
 
Bu bakış onu daha hiddetlendirecektir. Ellerinde kalan tek top mermisi ile düşman gemisine ateş etmeyi düşünmektedir. Niğdeli Aliye bu düşüncesini aktarır.
 
“Bak Ali” der. “Bu top mermisini namlunun ucuna yerleştireceğiz. Bak arkadaşlarımız, komutanlarımız şehit oldu. Yalnız ikimiz kaldık. Bu yaptıklarını düşmanın yanına kar mı bırakacağız?” der.
 
Sonra birlikte işe koyulurlar. 2 metre uzunluğunda 275 kiloluk mermiyi kaldırarak topun ağzına sürerler. Bu kolay olmamıştır.
 
Seyid Onbaşı Niğdeli Ali’ye dönerek:
“Ali şu tepeciğe çık sen. Bak bakayım düşman gemileri isabet alacak mı? Bana haber ver” der.
 
Bir süre sonra Niğdeli Ali bağırmaya başlar.
“Seyit Onbaşım vurduk, vurduk! Gemi isabet aldı!”
 
Kucaklaşıp, sevinirler ve dudaklarından şu cümleler düşer:
“Arkadaşlarımızın intikamını şimdi aldık!”
 
Seyid Onbaşı ve Niğdeli Ali’nin top mermisiyle vurdukları İngilizlere ait Ocean isimli zırhlı gemisi düşmana ait en büyük savaş gemisi ve son batırılan zırhlısıdır. O geminin vurulması savaşın kaderini değiştirmiştir ve savaşı Türklerin lehine çevirmiştir.
 
“Sağolun Paşam, ben bir şey istemem”
Gözü yaşlı bu bilinen olayı oğlu Tahsin Öztürk’ten dinlerken, gözlerimiz yaşarıyor, başımızı başka yerlere çeviriyoruz.
 
Niğdeli Ali’nin oğlu Tahsin Öztürk de babasını anlatırken kimi zaman heyecanlanıyor, kimi zaman sessizleşiyor, kimi zaman da gözleri yaşarıyor.
 
Savaştan sonra Mustafa Kemal’in Seyid Onbaşı ve Niğdeli Ali’yi yanına çağırdığını anlatan oğul Tahsin Öztürk, babasının fakirliğine rağmen Atatürk’ün verdiği hediyeleri kabul etmediğini gururla anlatıyor.
 
“Babamı ve Seyid Onbaşı’yı Mustafa Kemal Paşa çağırmış yanına. Top mermisini nasıl kaldırdıklarını bir daha anlattırıyor onlara. Bir isteklerinin olup olmadığını soruyor. Ve istekleri olursa mükâfat olarak bunun yerine getireceğini söylüyor. Gazi Mustafa Kemal,
“Sizlere Ege’den yer verelim, gidin oraya yerleşin” diyor. Seyid Onbaşı da bir şey istemiyor, babam Niğdeli Ali de… Babam, Mustafa Kemal Paşa’ya ‘Sağ olun Komutanım, ben memleketime gidip köyüme yerleşeceğim. Eşim ve akrabalarım köyde beni bekler. Bir şey istemem’ diyerek teşekkür ediyorlar.”
 
“10 yıl cepheden cepheye koştu”
Babasının Çanakkale’den sonra Erzurum, İzmir, Sivas ve Kayseri gibi vilayetlerde on yıl kadar vatani hizmetini yerine getirdikten sonra 1922 yılında Niğde’ye dönebildiğini söyleyen oğul Tahsin Öztürk, babasının doğduğu yer olan Postallı Köyü’ne yerleştiğini ve çiftçilik yaparak kıt kanaat kendilerini yetiştirmeye çalıştığını söylüyor.
 
“Babam köydeki bağ, bahçe ve tarlalarda kıt kanaat geçimini temin etmeye çalışmıştı. Durumu iyi değildi ama kimseye de eyvallah etmemişti. Hatta devletin gazilere verdiği maaşı ‘ayıp’ sayıp almamıştı”
 
Niğdeli Ali Kayseri’de okuduğu yıllarda Çamardı’ndan evlenmiş, savaşa giderken geride eşini de bırakmış.1922 yılında memleketine dönen Niğdeli Ali’nin üç erkek, dört kız çocuğu daha dünyaya gelir.
 
Erkek çocuklarından ikisi doğduktan kısa bir süre sonra yaşamlarını çeşitli sebeplerle yitiriyorlar. Askerden geldikten 15 yıl sonra 1937 yılında oğlu Tahsin dünyaya gelir.
 
Kaderin cilvesine bakın ki, tıpkı babası gibi oğul Tahsin de 4 yaşında yetim kalacak, annesini 4 yaşında kaybedecektir.
 
Niğdeli Ali’nin bundan sonra tem amacı kalmıştır. Hayatının son demlerinde kızları ve oğlu Tahsin’in büyütmek ve yetiştirmek…
 
En iyi dinleyicisi gelini İnayet Hanım’dı…
Babasının ömrünün son yıllarında aynı köyden İnayet Hanımla kendisini evlendirdiğini anlatan Tahsin Öztürk, “Ben genellikle evde olmazdım veya yorgunluktan uyuya kaldığım zamanlarda, babam Çanakkale Savaşı ile ilgili anılarını hep eşim İnayet’e anlatırdı. O da sessiz sessiz dinlerdi. Bazen o da uyuklayınca kızar, ‘Uyumayın, dinleyin. Siz bunu benden öğrenmeseniz, çoluk çocuğunuza nasıl anlatacaksınız. Onlar nereden bilecekler, bu vatanın kıymetini? Çanakkale’de olanları, dağ, taş, dere, tepe şahit askerlerin kanıyla boyanmıştı. Ben size anlatıyorum, sizde bu vatanın sonraki mirasçılarına anlatın’ diye bize kızardı” diye anlatıyor.
 
“Keşke babamı daha iyi dinleseydik”
Babasının gerçek kimliğini bilmeden dinlediklerini söyleyen Niğdeli Ali’nin oğlu Tahsin Öztürk, “Keşke babamın kimliğini önceden bilseydik, Çanakkale de yaşananları daha canla başla dinleseydik. Biz onun anlattıklarını sıradan bir askerin başına gelen olaylar olarak görmüştük. O Seyid Onbaşı ve top mermisini anlatırken Çanakkale savaşının dönüm noktası anlattığını asla tahmin etmiyorduk” diyerek hayıflandıklarını anlatıyor.
 
 
“Oğul, Seyid Onbaşı’yı çok özledim”
Niğdeli Ali, oğlu Tahsin’e en çok iki kişiden bahseder. Ve çok özlediğini söyler. Bunlardan biri yaveri Seyid Onbaşı’dır. Yaverinin, güçlü kuvvetli, kabadayı ve pehlivan olduğundan bahseder.Seyid Onbaşı’nın top mermisini kaldırış anında kemiklerinden çıkan sesi unutamıyorum, halen kulaklarımda. Kemiklerinin yerinden çıkacağını zannettim” diye bahseder Seyid Onbaşı’dan…
 
Niğdeli Ali’nin özlediği diğer kişi de Yüzbaşı Ali’dir. Yüzbaşı Ali savaş sırasında şehit olmuştur. Niğdeli Ali üzerinde emeğinin çok fazla olduğunu oğlu Tahsin’e anlatırmış. Yüzbaşı Ali’nin çok dindar olduğu, İslam inancına sıkı sıkıya bağlı biri olduğu, Kur’an’ı elinden hiç düşürmediği, sürekli askere de İslam ve Müslümanlık konusunda eğitici konuşmalar yaptığını söylermiş. Çok savaşlara katılmış olan adaşı Yüzbaşı Ali’yi ağzından hiç düşürmediğini oğlu Tahsin Öztürk’ün ağzından duyuyoruz.
 
Niğdeli Ali dertlidir.
Çanakkale savaşmasında şehitlik ve gazilik makamına ulaşmamasından dolayı hüzünlüdür. Şehit olan arkadaşlarına üzülür. Savaş sırasında yedi yerinden yaralanmasına rağmen bunu teselli olarak kabul etmez.
 
Oğlunun anlattığına göre Niğdeli Ali yaşamının son yıllarında “Allah’ım benim ölümü ya Ankara şehitliğine ya da Elmalı’ya nasip et” diye hep dua eder.
 
Evdekiler şaşırırlar.
“Ankara nasıl olacak ki baba bu kısıtlı imkânlar içinde?” 
 
Niğdeli Ali de:
“Benim bu deli oğlumun işi belli olmaz. Belki bir vesile olur. Beni oraya götürür ve gömer” der.
 
Aradan çokça vakit geçmeden Oğlu Tahsin 1962 yılında Niğdeli bir işletme sahibinin vesilesiyle Ankara’da iş bulur. Bu bir tevafuktur ve Ankara’ya yerleşirler.
 
Niğdeli Ali’nin duası kabul olmuştur ve çok mutludur. Bu mutluluğu çok sürmez. Ankara’ya yerleştiklerinin 7. gününde Niğdeli Ali vefat eder. Ailesi de vasiyeti üzerine Ankara şehitliğine defneder. Böylece Çanakkale savaşının bir çınarı da daha hakka yürümüştür. Niğdeli Âlinin oğlu Tahsin, babası öldüğü zaman 25 yaşındadır.
 
“Cenazeyi yıkarken babanız gülüyordu”
Niğdeli Ali’nin cenazesini Ankara Şehitliğinde görevli Kayserili bir imam yıkar. Kayserili imam namazdan sonra Niğdeli Ali’nin oğlu Tahsin Öztürk’ü yanına çağırarak der ki:
“Babanızın kim olduğunu bilmiyorum ama ben yirmi yıllık imamın, çok cenaze yıkadım ve cenaze namazı kıldırdım. Bugüne kadar böyle bir olaya şahit olmadım. Cenazeyi yıkarken babanız gülüyordu. Sevinçli ve mutluydu, buna şahit oldum” der.
 
Bir garip ölmüş diyeler…
“Babam garip yaşadı, garip öldü” diye anlatıyor oğul Tahsin…
“Niğdeli Ali Öztürk’ün bir garip ölümü bu şekildedir. Tarihe vesika olacak arşiv niteliğinde bilgiler onun ağzından alabilirdik. Çanakkale Boğazını, Kanlı Sırtı, yareni Seyit Onbaşı’yı, Yüzbaşı Ali’yi, düşman gemilerini, aylarca süren yürüyüşleri, açlığı, sefaleti birde onun ağzından öğrenmek durumunda kalabilirdik. Ama nasip olmamış” diyerek ağlıyor oğul Tahsin Öztürk…
 
Oğlu ve gelini Babalarının gurbet elde vefat edişine çok üzülür. Oğlu ve gelini halen Babalarının Çanakkale’de 276 kiloluk mermiyi kaldıran kahraman Niğdeli Ali (Öztürk) olduğunu bilmiyorlardır.
 
Tahsin Öztürk babasını Ankara Şehitliğine gömdükten sonra işleri iyi gitmez. Bir süre sonra tekrar Niğde’ye gelmek zorunda kalır. Ankara gidişi sanki İlahi kudretin bir tecellisi olarak düşünür. Vasiyeti yerine getirmek için bir vesile olduğunu düşünür. Niğde’ye gelerek çimento fabrikasında işe başlar.
 
1968 yılına kadar Niğde’de kaldıktan sonra babasından kendine kalan Postallı köyündeki gayrimenkulleri satar ve İzmir’e yerleşir. Burada çeşitli özel sektörlerde çalıştıktan sonra Ege üniversitesinde güvenlikçi olarak çalışarak emekli olur. İzmir’e yerleşir.
 
Çanakkale savaşı dendiği zaman akla gelen sembol isimlerden biride Niğdeli Ali’dir. Niğdeliler ve özellikle yakın akrabaları kendi öz kahramanlarının kimliğini neredeyse bir asır tanıyamamışlardır. Ta ki 2005 yılında bir akrabasının merak edip araştırması sonucu Niğdeli Ali’nin kim olduğu ortaya çıkmıştır.
 
Babalarının kimliğini öğrenen Tahsin Öztürk ve eşi İnayet Hanım daha önce iki defa Çanakkale gitmelerine rağmen yeniden gitmek isterler. Babalarının savaştığı bölgeyi ve düşman gemisine top attıkları yeri görmek isterler. “Keşke babamın kimliğini bilse idik Çanakkale’de yaşananları daha canla başla dinseydik” diye hayıflanarak Çanakkale’yi bir kez daha gezerler.
 
“Babam günde sadece iki saat uyurdu”
Tahsin Öztürk’e Niğdeli Ali’nin bir gününün nasıl geçtiğini soruyoruz.
Babam günde sadece iki saat uyurdu. Geçimimizi temin etmek için tarlada, bahçede çalışırdı. Namazını hiç aksatmazdı. Devamlı Kuran okuyup tespih çekerdi. Çanakkale’de şehit olan arkadaşları ve komutanları için sürekli ağlardı. Ömrünün son günlerine kadar adeta Çanakkale’de yaşadığı geçmişine kilitlenmişti. Oradan başka bir şey düşünemiyordu. Hep arkadaşlarını sayıklardı”
 
Niğdeli Ali’nin oğlu Tahsin Öztürk babasının sık sık yaptığı sesli duayı da şöyle hatırlıyor ve “Yarabbi bana bu şehitliği nasip etmedin… Ne günah işledim ben sana. Arkadaşlarım, komutanlarım şehit oldu. O makamı niye bana nasip etmedin, niye fazla gördün? Ben de şehit olmak isterdim” diyerek sık sık ağladığını anlatıyor.
 
“Karnımızı otla doyurduk”
Niğdeli Ali oğlu ve gelinine Çanakkale’deki sefaleti anlatırken o dönemle ilgili ipuçları veriyormuş. Babasının savaş sırasında karınlarının hiç doymadığını anlattığını, bazen çorba içtiklerinde kendilerini şanslı saydıklarını hatırlayan Tahsin Öztürk, “Babam derdi ki, ‘Savaş sırasında karnımızı doyuramazdık. Bazen çorba verirler. O çorbayı içmeye çalışırken düşman top mermisi yakınımıza düşünce çorbayı da bırakıp kaçardık. Sonraki dönemde kıtlık daha fazla kendini hissettirdi. Aç kalırdık. Karnımızı otla doyurmaya çalışırdık. Bazen bilmeden yaban otunu yiyenler de olurdu. Bu yaban otunu yeme sonucu birçok asker arkadaşımız şehit olmuştur. Ölmüş hayvan eti yerdik. Eşek, katır, at eti çok yedik oğlum’ diyerek o dönemde ki sefaleti oğluna nakletmiştir.
 
“Seyid Onbaşı da sefalet içinde ölmüş”
Tahsin Öztürk’e Niğdeli Âlinin yaveri Seyid onbaşının çocuklarıyla irtibata geçip, tanışıp, tanışmadığını soruyorum. Tahsin Bey gözlerimin içine bakıyor. Bir şeyler söyleme çalışırken yutkunuyor, sonra da kendini daha fazla tutamıyor ve gözyaşlarının aktığına şahit oluyoruz.
 
Bir süre dinlendikten sonra kendine geliyor: “Babamın kimliğini öğrendikten sonra Seyid Onbaşı’nın çocuklarını sordum, soruşturdum. Onlar da Havran’da bizim gibi çok sefalet çekmişler. Yoksulluğu iliklerine kadar yaşamışlar. Dağdan odun toplarlarmış, onunla geçimini kıt kanaat sağlamaya çalışırlarmış. Seyit Onbaşının kızı Ayşe geçen yıllarda 94 yaşında hayatına veda etmiş. Keşke tanışma fırsatı bulsaydım. Babamın anlattığıyla, Seyid Onbaşı’nın ona anlattıklarını birleştirseydim. Çanakkale’de yaşananları yâd etseydik. Nasip değilmiş” diyerek üzüntüsünü belirtti.
 
“Bir silahı, bir kılıcı bir de kaması vardı”
Tahsin Amcaya babası Niğdeli Ali’nin Çanakkale Savaşı ile ilgili size bıraktığı hatırasının olup olmadığını soruyorum. Tahsin Öztürk “Çanakkale’den getirdiği bir silah, bir kılıç bir de kaması vardı. Bunu bizlere gösterirdi. Ve bunlarla ilgili hatıralarını anlatırdı. Bunu kendisi saklardı. Vefat ettikten sonra bunu çok aradık ama bulamadık. Ya Postallı köyümüzdeki evde kaldı. Ya da kargaşa içinde bir yerlerde unutuldu. Ama tek yadigârının bugünlere gelmemesine çok üzüldük” babasından hiçbir yadigar kalmadığını üzüntüyle anlattı.
 
“Bu vatanın kıymetini bilin!”
Niğdeli Âlinim oğlu Tahsin Öztürk ile yaptığımız söyleşi boyunca bizlere sık sık nasihatlerde bulundu. Tıpkı babasının kendisine ısrarla söylediği gibi. Belki de babasının oğluna aşılamaya çalıştığı, Çanakkale, bu vatanın kıymeti ruhuna ve diline öyle sirayet etmiş ki. Adeta bir tebliğci gibi durmadan ara ara bize hep aynı nasihatlerde bulunuyor:
 
“Bu vatanın kıymetini bilin, eşinize, dostunuza, çevrenize Çanakkale’yi anlatın. Orada ki destanı anlatın, şehitleri herkes bilsin. Bu topraklar bugünlere kolay gelmedi. Bu ülkedeki birliğinizi ve dirliğinizi koruyun. Düşmanın oyunlarına alet olmayın. Belki beni ya görürsünüz, ya da görmezsiniz. Bu topraklar sizlere emanet oğlum.”
 
İşte Niğdeli Ali’nin hikâyesi…
Niğde Belediyesi’nin 18 Mart Çanakkale Günü dolayıyla düzenlediği etkinliğe katılmak için gelen Niğdeli Ali’nin oğlu Tahsin Öztürk’ten dinlediklerim.
 
Belediye Başkanı Faruk Akdoğan, Niğde halkına bir sürpriz yaparak Çanakkale Savaşının sembol isimlerinden Niğde Ali’nin oğlu Tahsin Öztürk’ü Niğde’ye davet etti. 
 
Yanında bulunduğumuz birkaç saat içinde adeta babasından kendisine aksedenleri bize yansıtarak Çanakkale’yi onun dilinden, Çanakkale’de akan gözyaşlarını onun gözyaşlarından, Çanakkale için hissettiklerini onun yüreğinden dinleme ve anlama fırsatı bulduk.
 
Niğdeli Ali’nin oğlu Tahsin Öztürk’ün Niğde’ye gelmesine Gazeteci- yazar- eğitimci Halil İbrahim Tongur vesile oldu. Uzun süreden beri Niğdeli Ali’nin oğlu Tahsin Bey’e ulaşmak için iz sürüyordu. Onunla irtibatlı olacak kişilerle bağlantı kurarak ev telefonunu ulaştı. Niğde Belediye Başkan Yardımcısı Ahmet Köseoğlu da Niğdeli Ali’nin oğlu Tahsin Öztürk’e ulaşarak Niğde’deki programa davet etti. Biz de bu vesile ile Niğdeli Ali’nin oğluyla tanışma fırsatı bulduk. Başta söyleşi boyunca yanımda bulunan, fotoğraflarımızı çeken Halil İbrahim Tongur başta olmak üzere emeği geçen ve bana bu fırsatı verenlere canı gönülden teşekkür ediyorum.
 
Onlar isimsiz kahramanlardı…
Onların adı Ali’ydi, Seyid idi, Hasan’dı, Ethem’di…
Çanakkale Savaşı bu isimsiz kahramanların kanlarıyla, canlarıyla kazanıldı.
Çanakkale savaşını önemli kılan da buydu. “İsimsiz Kahramanlar” imkânsızlıklar içinde bir savaş kazandırmıştı. Aslında bize bir “vatan” kazandırmışlardı…
 
Orada ismin hiç önemi yoktu. Niğdeli Ali de belki bunun farkındaydı. Bundan dolayı köşesine çekilmişti belki de. İsminin ön plana çıkmasını bundan dolayı istemiyordu.
 
Bu vatan için ölenlerin isimleri şimdi bir anıtta, şimdi bir müzede yazılı kalsa da aslında onların isimleri arş-ı âlâda en kıdemli yerde yazılı…
 
Allah mekânlarını cennet eylesin.